13 Kasım 2011 Pazar

neden biliyor musun

Van'da deprem oldu ve yine şerefsiz müteahhitler yüzünden bi dolu insan öldü. Devlet aldığı deprem vergilerini yollara kullandığı için afetle başa çıkamadı. Örümcek beyinli insanlar Cumhuriyet Bayramı'nı kutlamamayı uygun gördü. Kış geldi ve deprem böglesindeki evsiz insanlar donarak ölüyor.

Ve ben tüm bu olanlarla ilgili hiçbirşey yazıp çizmiyorum. Umursamadığımdan değil. Söylediklerimin afaki olduğuna inandığımdan. Artık biliyorum ki yazdıklarımı sadece benim gibi düşünenler okuyor. Benim gibi düşünmeyenlere ulaşabilecek, onların fikirlerini değiştiremesem de en azından durup düşünmesini sağlayabilecek kapasitede yazılar yazamıyorum. Yeterince konsantre olursam yazabileceğimi biliyorum ama benim işim bu değil, o yüzden o yeterince konsantrasyon için gereken vakti buna harcayamam. İşim bu değil deyip sıyrılmak marifet mi? Değil ama benim insanlığa katkım sosyal bilimlerden geçmiyor ne yazık ki. Bu durumda yapabileceğim en iyi şey kendi işimi layığıyla yapmak. 

Facebook statüslerindeki, twitter iletilerindeki, profil fotoğraflarındaki protestolar anlamlı değil benim için. Bu ülkede şehit aileleri başbakana hakaretten hapis ve para cezasına çarptırılıyor. Üniversite öğrencileri evlerinden alınıp hapishaneye tıkılıyor. Bir profesör tutuklandığında buna tepki göstermek "abartı" oluyor. Bu ülkede işler artık bilgisayar başından düzeltilemez halde. Sanal tepkiler tepki değil. Sokağa çıkıyor, gösterilere katılıyorsan gerçeksin. Çünkü her an atılması olası bir gözyaşartıcı bomba yüzünden kalp krizi geçirmeyi, sebepsiz yere mapusa tıkılmayı göze aldığın kadar gerçeksin. Cesur olduğun kadar anlamlı olabiliyor senin tepkin bu ülkede. Facebook'ta bir grubun bir milyon üyesi oldu diye canı sıkılmıyor RTE'nin. Kimse umursamıyor o grupları kurucularından başka. Tutkuyla üye olduğunuz gruplar anlamsız. Millet üşürken sen şarkı paylaşıyorsun diye kızmanız da öyle. Çok önemliyse o üşüyen insanlar zaten sen bu sırada facebook'ta gezinmekle değil kendi kazaklarından oraya göndereceklerini ayıklayıp paketlemekle meşgulsündür, görmezsin benim şarkımı ve üstelik bilemezsin de belki ben az önce gönderdim kendi battaniyemi ve her ne kadar yetmese de elimden geleni yapmış olmanın verdiği iç huzurla dinliyorum o şarkıyı.  Belki benim tüm elinden gelen Kuzey Irak'ta asker olan arkadaşımı arayıp moral vermek, ve diğer arkadaşlarımı da onu aramaları için ha bire uyarmaktır, bilemezin. Hayat facebook'ta değil, derdimi/endişemi  facebook'ta paylaşmıyorsam bu dertsiz tasasız olduğumdan değildir. 


Ha peki bunca lafın üstüne neden profil fotoğrafını değiştirip Türk Bayrağını koydun, Mustafa Kemal'i koydun diye soran olursa da çok haklı. Bence mantıklı tek bir sebebi var bunun, yabancı arkadaşlarım. Facebook'taki 510 arkadaşımın 83'ü yabancı. Bu kişilerin Türkiye ile ilgili bildiği şeyler büyük çoğunlukla satılmış medyanın aktardıklarıyla sınırlı. Ve ben istiyorum ki bu insanlar Türkiye Cumhuriyeti'ndeki herkesin Tayyip kılıklı olmadığını bilsin. Makul ve mantıklı olarak gördükleri birisinin, benim, bu hükümete ve yaptıklarına karşı olduğunu bilsin. Her ne kadar zorla da olsa gerçekleri kabullenip ülkemizdeki zihniyetin geriye gittiğini bilsek de ülkemizi ebedi karanlığa mahkum etmeyeceğimizi, sadece sabrımızdan eksildiğini ama vazifeye atılmak mecburiyetinde kaldığımızda da gözümüzü kırpmadan gerekeni yapacağımızı bildirmek adına... bir resimle neleri anlattığımı zannediyorum değil mi? Değil. Olur da o 83 kişiden birisi bile sorsa, neden profilinde bayrak var diye, işte o zaman gerçekleşiyor benim amacım, çünkü o zaman Türkiye'deki siyasal durumdan, benim facebook iletilerimin neden Türkçe olduğundan, Çin'deki ve dünyadaki komünist sistemden, ütopik bir parasız dünyadan ve ekonomiden bahsediliyor burda tam 3,5 saat! 

Kartpostal


Biliyorsunuz artık, insanlara kart göndermeyi seviyorum çünkü bana kart gönderilmesini seviyorum. Postadan bana bişiyler gelmesi beni çok mutlu ediyor. Birilerinin beni hatırlayıp, bana zaman ayırması, beni mutlu etmek için bişiyler yapması..misal: yolda yanından geçerken dikkatini çeken kartpostalın beni hatırlatması, iki dakika durup onu alması. Eve gidip 5 dakika ayırıp bişiyler yazması.  Facebook sayfama gidip adresime bakması veya biryerlerde yazmış olduğu adresimi bulması. Ertesi gün postaneye gidip bana onu göndermesi. Bir kart geçince elime tüm bu süreç geliyor aklıma. Ve insanların artık birbirlerine gerçekten de değer vermediği, sırf çıkar ilişkisine dönüşen arkadaşlıkların NORMAL olduğu günümüzde bu kartlar beni çok ama çok mutlu ediyor. Ben kart göndereceğim zaman üstüne ne yazacağımı bile bilemiyorum. Ya çok uzun oluyor yazmak istediklerim, kart yetmiyor, ya da çok kısa geliyor komik oluyor. Ama yine de gönderiyorum. Hatırlanmaktan mutlu olacağını düşündüğüm herkese gönderiyorum hem de. Hatta bazıları "bana da..." diyor, onlara da gönderiyorum, nedir ki sonuçta, bir kartpostal ve bir pul masrafı mı yoksa yazacağım iki tatlı cümle mi zarar verir bana? Ve hiçbir karşılık beklemiyorum. Sonuçta ben o kart yazma işinden de zevk alıyorum. Birisini mutlu edeceğimi bilerek, işe yarayacak bişiyler yaparak mutlu oluyorum. Varsın o insanlar benim kadar vakit ayırmasınlar, ayıramayacaklarını sansınlar, nolucak ki. Yeter ki kartımı aldıkları zaman, bana bir haber versinler, mutluluklarını paylaşsınlar. 

Hal böyleyken bir an geliyor ki işin rengi değişiyor. O an: kişinin aslında kartlardan mutlu olmadığını farkettiğim an. "Hee kart gelmiş bana. İyi." diyip bi kenara koyan kişi. O kartı panosuna asmayan, masasına koymayan veya bir kenara kaldırmaya üşenip de alakasız bir zamanda evrakları arasında bulduğunda bile sevinmeyen insan. İşte o insanlardan cevap bekliyorum nedense. Nedense o insansın sırf nezaketen de olsa bana bir kart atması gerektiğini düşünüyorum. Salakça bir düşünce ama böyle. 

Bu yılbaşı için çok güzel kart fikirlerim vardı ama yılbaşında Türkiye'de olacağımız için sanırım gerçekleştiremeyeceğim aklımdakileri. Yine de bana da kart at diyen olursa aranızdan, bir mail atıp adresini vermesi yeterli (witchieofstars@gmail.com). Çekiliş yok, kura yok =P Sahi bir de sanal arkadaşlıkların gerçek isim ve adreslerini söyleyebilme cesareti söz konusu. Hatta geçtim sanal arkadaşları, ortaokul lise arkadaşlarım bile bazen kendilerine süpriz yapmak için adreslerini nedensizce sorduğumda vermeye çekiniyorlar. Ulan üniversitede birlikte 3-5 ders aldığım sonradan ünlenen müzisyen arkadaşım bile çat diye veriyorken adresini sana ne oluyor be dangalak? Yeni evlenmişsin, ben de sana bi tebrik kartı atıcam hepsi bu. Ama salaksın işte, kafa güzelliğe iyiliğe çalışmıyor ki. Bak sinirlendim yine!

Fotoğraf: Bu yaz britanya turu sırasında Swindon'da yazdığım kartlar ve ordan aldığım Che'li dolmakalemim.