29 Kasım 2008 Cumartesi

Jinny Joe

"You know, Elizabeth, a dandelion is also known as a love herb. Some say that blowing the seeds upon the winds will carry your love to your lover. Others say that if you blow the puff ball while making a wish and succeed in blowing off all the seeds, your wish will come true."

If you could see me now - Cecillia Ahern

27 Kasım 2008 Perşembe

Önüm arkam sağım solum sobeeee!

Bugünlerde blog aleminde neye el atsam piyango bana çıkıyor, hadi hayırlısı. Daha 3-4 gün önce, 'neymiş bu mim bi bakiim hele' dedim, mimlenenleri okudum vs. Şimdi ise sıra bende! Evet olgun olmam gerek ama değilim şekerim, değilim işte. Zaten baktım da bi, benim dışında günün blogu olanlar da pek öyle yaygara çıkarmamış benim gibi =) olsun ben mimlendiğim için de çok sevindim, hatta izninizle bi minicik sevinç nidası koymam gerek:
"YUPPİ YUPPİ YAA YUPPİ YAA YAA YEEE!"
Keza mimlendiğimi fark edince ağzımdan da ilk bunlar çıktı. Efenim mimimizi cevaplamaya başlamadan önce burdan tüm sevdiklerime... =)) yok yok, sadece bu sırada biraz sıkıntılı olan canımız pilli cadımıza enerji olsun diye...
özellikle long-lasting (ingilizce yazınca havalı oluyomuş=: uzun ömürlü) Duracell pillerinden armağan ediyorum ;)

1.Blog yazmaya ne zaman başladın?
18 Ağustos 2008, Pazartesi günü başlamışım efenim. Ama o blog bu blog değil, keza onu benden başka bilen gören duyan da yoktu sanırım. Çoook kızgın, kırgın zamanlarımda yazardım ona, sonra bir arkadaşımın ısrarı ile kendi domainim altında başladım yazmaya, sonra işler karıştı, tepem attı, iş inada bindi, blogger'a geçtim, aştım kendimi güzel insanlarla tanıştım, çok güzel oldu =)

2.Blog yazısı konularının belli bi çizgide olmasına özen gösteriyomusun?
Gösteriyorum ama yine de pek belli olmuyor sanırım =) Tanıdıklar girince işin içine, bir de yaşı küçük okuyucular olunca pek kötü örnek olmamaya çalışıyorum, hastalık üzüntü vs. gibi ters giden şeyleri de pek anlatmıyorum.. Son zamanlarda yeni bir blogda, çok daha nadir ve sanki bir stres topuymuş gibi, biraz yoğun, biraz şiddetli ve çok fazla içim ile ilgili yazıyorum ama devam eder mi bilmiyorum... belki orada da arkadaşlarım olursa devam ederim.

3.Blog yazmayı ne kadar sürdüreceksin?
İçimden geldiği kadar... Kimseye bağlı bişiy olmasını istemediğimi fark ettim geçen gün. Birisine kızdığım için blogu silmek veya inadına bişiyler yazmak istemediğimi farkettim. O yüzden tamamen içimdeki cadıya kalmış bişiy. Yakın zamanda bırakmak gibi bir niyetim yok, ama hiç belli de olmaz, bakarsınız witchie gitmiş, başka bir zaman başka bir isimle çıkıvermiş...kim bilir...

4.Blog yazmak senin için eğlenceli bir uğraşken, şimdi artan bekleyiş yüzünden senin için bir zorunluluk haline geldi mi ?
Hiç kimsenin benim blog entry'lerimi beklediğini sanmıyorum ki zorunluluk haline gelsin. Aksine sık sık yazdığım zamanlarda blogu takip eden insanları sıktığımı düşünüp, ah keşke takip etmeseydi ayıp olucak şimdi diyorum. Sanki iki de birde telefon edip insanları rahatsız ediyormuşum gibi geliyordu. Biraz zor oldu ama aştım artık, 'çok sıkılırlarsa takip etmezler canım. aaaaAAA! Abarttın yine!' dedim kendime =)

5.Blog yazmak için gün içinde bazı şeylerden feragat ediyor musun ?
Hayır, aksine blog yazmak bana zaman kazandırıyor bile diyebilirim. Çünkü bazı şeyler var ki kafamda döndükçe dönüyor, birbirine çarpıyor, yıkılıyor, sonra yeniden diriliyor, yaralar oluşturup beynimin içinde canımı acıtıyor. Halbuki yazdığım zaman, sanki eski bir dostla dertleşmişim gibi aklımdan çıkıp gidiyor, işime dönüyorum, biraz daha rahatlamış olarak devam ediyorum kaldığım yerden..

6- Bloga yazılan yazıları ve yorumları en fazla yazarının okuması gerçeği hakkındaki fikirlerin nedir ?
Son mimlenen 3-4 yazarın anlamadığı soruyu ben de ilk okduğum zaman anlamamıştım ama başta dediğim gibi birkaç gün önce bu konuyu keşfetmeye karar verdiğim zaman okuduklarımdan anladığım şu ki, bu soru benim gibi yorum sayısı iki elin parmaklarını geçmeyen yazarlar için değil de bir günde 30-40 yorum alan yazarlar için. Yine de cevaplayalım. Tabii ki diğer blogları okumak önemli bişiy, gazete okumak kitap okumaktan farkı yok. At gözlüğü takıp sadece kendi fikirlerini bilirsen, onlar etrafında dönüp durmaktan öteye gidemezsin.(bknz. kötü örnek(pc'nin sesini kıstıktan sonra tıkayın, aman diyim!)). Okuyacaksın, öğrenmeye açık olacaksın, eleştiri kaldırabilir olmaya gayret edeceksin ki her gün biraz daha o idea'ya yaklaşabilesin, idea'lar ülkesine daha yakın bir hale getirebilesin bu dünyayı. Ukalalıkla & kibirle bir yere varılmıyor, keza bu ikili beni pek bir itiyor.


Bu kadar basit sorulara benim gibi böyle uzun uzun cevap yazan kaç yazar daha var bilmiyorum. Pilli Cadı'ya bu güzel pası için teşekkür ediiiiiip, topuuuuuuuuu.... Onur'cuk'a atıyorum. Keza bu günlerde pek bi boş dolanıyor sanırım =)

Günlerden çarşamba...


Bugün biraz garipti.. sabah 7 de uyanıp tekrar uyuyup, 10 da uyanıp tekrar uyuyup 11,5'da kesin bir kararla dikildim ayağa. Bloguma gelen yorumları okuyup keyiflendim bi güzel. Sonra mail-check faslında gördüm ki, dün derdimi anlatan bir yazmıştım kuantum dersinin asistanına, akıllı çocuk tam istediğim cevabı vermiş, içim rahatladı. Facebook check kısmında ortaokuldan beri çok sevdiğim ve üstelik daha bu sabah rüyamda gördüğüm bir arkadaşımın kafa karışıklığını farkettim ve hemen burnumu sokma sürecini başlattım. Ah ne iyi etmişim, keyifmiz yerine geldi ikimizin de. Zaten konu da gönül meseleleriymiş pek tabii, bol bol güldük. Tüm cadıca fikirlerimi empoze ettiğimi düşünüyorum ama gelişmeleri görüciiz artık. Sonra da 'yılbaşı alışverişi faslına başlama zamanıdır witchie' dedim ve boynumda fotoğraf makinem, sırtımda olası hediye paketlerine hazırlıklı sırt çantamla attım kendimi weinachtmarkt yollarına.
Hem yolda hem de weinachtmarkt'ta bi dolu güzel fotoğraf çektim. Aslında daha da çekecektim ama pilim bitti. İyi de oldu aslında böylece biraz hızlandım ve Kaufhof'a girdim, çikolata alışverişi yaptım.
Weinachtmarkt burdakiler için çok cazip bişiy ama Türkiye'ye hediye getirmek için çok anlamsız. Tr'de 3'e alacağınız şeyi burda 33'e alıyorsunuz üstelik Tr'deki kadar güzel şeyler de yok.Güzel olan şey, kocaman kocaman şekerciler =) ve glühwein dedikleri sıcak şarap. Geçen sene bayıldığım zaman tam da bu glühwein verdikleri yerin önündeydim, doktorlar da tutturdu sen en az bi 8-10 litre sıcak şarap içmişsin diye. Üstelik de o zamanlar antibiyotik kullandığım için ağzıma ilaç bile sürmüyodum. Ay neyse bu ayrı bi konu.
Kaufhof'tan çikolata alışverişimi yaptıktan sonra başka şeyler alcaktım ki, kasada sıra beklerken farkettim; kredi kartım cüzdanımda yok! Amanın! Buralarda kaybolduysa kim nereye götürmüştür bilmem, bulamam, iptal ettirmek ayrı bir dert falan fistan derken dedim 'witchie sakin ol, devam et sen alışverişine.' Ama iyi ki de öyle olmuş, bir kaç dükkan sonra girdiğim bi başka yerde aynı şeyi yarı fiyatına görünce zil takıp oynıycaktım. Yok oyanamadım tabbi ama hemen aldım bu defa. Her işte hayır var dedikleri böyle oluyo sanırım. Hemen dedim ki kendime, 'kesin kredikartın da Tr cüzdanındadır, sakin ol bakem.' Gerçekten de eve gelince baktım ki Tr cüzdanımdaymış.

Sonracıımmaaa, anlaşılmazlığın doruklarında hissetmeme neden olan canım sevgilimden bi kart aldım bugün. Anlaşılmazlığın ufak tepelerinden birinde hissettiğim günlerden birinde yazıp göndermiş olduğu için bugünü kurtarmamıza da yardımcı olacak sevimlilikteydi ki zaten postakutusundan zarfı aldıktan sonra bi on dakika kalakaldım olduğum yerde, ağzım kulaklarımda =)
Ve ve vee... daha bitmediii! Akşam yemeğinde bi haftadır buzlukta bekleyen zavallı son tavuk parçasını kullanmak adına tavuklu mantarlı krep yapmayı dedim. Denedim diyorum çünkü daha önce ne yaptım ne de yapan gördüm, sadece Kapı7'de afiyetle yerdim ben onu. İlk deneme bu kadar mı güzel olur, bu kadar mı mükemmel olur aman tanrım!

Şimdi de fotoğrafları biraz düzenleyip dA'ya yükleme vakti...

Song of the day: Loituma -Leva's Polka
Color of the day: Eflatun

Adjective of the day: gradial

Smiley of the day:

26 Kasım 2008 Çarşamba

Günün blogu sevindi ama kırık hala...

Tümünü YaslaEvet, ben blogum blograzzi de günün blogu oldu diye çok sevinebilecek birisiyim. Ne önemi mi var? Hayır Astronomy & Astrophysics'de yayınlanan makalelere benzer bir önemi yok ama bu gece bu saatte bu kadar kırılmışken içim ve bu kadar anlaşılmaktan uzak hissederken kendimi (tıpkı küçük prens gibi), içimi ısıttığı için çok fazla önemi var.

Duygularım, hislerim, halet-i ruhiyem var ya benim.. işte tam da bunlar için çok önemi var! Buraya gelen her bir yorumu görüp sevindiğim ve inatla her gün gelmiş mi diye beklediğim ama gelmediği için üzüldüğüm yorumlar gibi çok önemi var benim için. Benim böyle garip, belki anlamsız, belki ufak, belki çocukça, belki kız işi, belki vakit kaybı ama benim olan mutluluklarım ve üzüntülerim var. Kimilerinin başka önemli işleri var..büyüklerin genellikle...

"Küçük prens yine araya girdi :

“Yani sen gerçekten çiçeklerin o dikenleri kızgınlıktan taşıdıklarına mı inaniyorsun?”

“Hayır, hiçbir şeye inanmıyorum ben. Öylesine söyledim. Şu anda önemli bir işim var."


Hayretler içinde kalmıştı küçük prens.


“ Önemli bir iş mi?“


Beni elimde çekiç, parmaklarim motorun yagindan simsiyah olmuş bir halde o çirkin şeyin (yani uçağımın) üzerine eğilmiş gören küçük dostum:


“İşte şimdi tam da büyükler gibi konuştun“ dedi.


Kendimden biraz utanmıştım.


“Her şeyi karıştırıyorsunuz, karmakarışık ediyorsunuz“ dedi sonra.

Gerçekten kızmıştı. Altın sarısı buklelerini sağa sola sallayarak :

“Kırmızı suratlı bir adamın yaşadığı bir gezegen biliyorum. Adam hiç çiçek koklamamış. Hiç yıldızlara bakmamış. Hiç kimseyi sevmemiş. Bütün vaktini şemalar yaparak geçirmiş. Ve bütün gün “Önemli işlerim var. Önemli işlerim var.“ deyip dururdu. Bundan büyük bir gurur duyardı. Ama o bir insan değil, bir mantar o !" "


Benim de önemli işlerim var çoğu zaman, ama o zamanlarda da aklımın bi kısmı hep çiçeklerin neden dikenleri olduklarını düşünüp duruyor...düşündükçe daha iyi anlıyor çiçekleri, dikenlerini...binbir tedirginlikle emanet ettiğimiz yüreklerimizin emanet ellerde incinme korkusunu ve o tedirginliklerimizi yenebilmek için hep daha ve daha da kendimizden verdiklerimizi..sonra bize emanet edilen yürekleri farkında olmadan, istemeden avucumuzda fazla sıktığımızda hem elimize batan dikenleri hem de incinen o yürekleri..daha iyi anlıyor aklımın o kısmı... benim de önemli işlerim var çoğu zaman, ama o zamanlarda da aklımın bi kısmı hep çiçeklerin neden dikenleri olduklarını düşünüp duruyor hala...

Önemli işlerinizin, şemalarınızın, sayılarınızın, analizlerinizin, fitlerinizin, projelerinizin, makalelerinizin, beyannamelerinizin, ödevlerinizin, bordrolarınızın, raporlarınızın ve koca kalın kitaplarınızın arasına saklamayın kalplerinizi, oralarda unutmayın duygularınızı diye..hala okumamış olan varsa: Küçük Prens - Antoine de Saint Exupéry (tık)

25 Kasım 2008 Salı

Büyüklük dediğin...

Büyüklük dediğin,
teşekkürle başlar bir hiç'e
ve kusurların kusuruna bakmamaktır
en kusursuz eğlence...

W. Shakespeare

Shot through the heart

Erken başlanmış bir gün kadar güzeli yok! Zaten bir kere alıştın mı gerisi kendiliğinden geliyor. Kalktım, ortalığı topladım, tabii ki kendime dalga geçme zamanı tanıdım biraz ve ardından çıkıp koşmayı düşünsem de dışarı bakmam bile üşümeme yettiği için sürekli ertelerken Mr.Paradise'ın blog'undaki müzik* harekete geçirdi, beni odada biraz jimnastik yaptım. Üniversitenin ilk yıllarında her akşam yarım saat yapardım ama sonradan neden bilmem bıraktım. Bir step tahtası alsam mı diye 5-6 aydır düşünüyorum ama çok da şart bişiy değil şimdilik. Hele bir düzene sokayım da şu ev jimnastiğini, eğer yeterince motive görürsem kendimi alırım belki. Son günlerde sabahları asıl sorunum kahvaltı yapmak. Kalkar kalkmaz aç olmadığım için çok önemli değil ama bir süre sonra domatesli-peynirli-zeytinli güzel bir kahvaltı istiyor insanın canı. Hele ki kahvaltıda domates yemek kadar hoşuma giden bişiy yok ama domatesi beyaz peynirle yemek gerek. Gel gör ki beyaz peynir fazla tüketmemem gerek. Fazla veya sürekli.. Yani her sabah bir kibrit kutusu kadar yesem de dokunuyor. Hem zaten ben peynir delisi olarak o kadarcık peynir yiyip duramam. Bezelyenin yanında bile beyaz peynir yiyen birisinden söz ediyoruz şurda. Geçen pazartesi aldığım ve hala dolapta duran 12 yumurtanın en azından bazılarını kurtarabilmek adına bugün yumurta yapıcam kendime sanırım. Hani sarısına ekmek batırıp patlattıklarımızdan. Ama onun yanında da peynir ne güzel olurdu ahh.. Bi' de, kitchen o'lock'da tarifi olan bir peynirli domates dolması var ki, şimdi tadına bakabilmek için neler vermezdim, oh mon diööööö...

*Song of the day: Bon Jovi - You Give Love A Bad Name
Color of the day: Capcanlı açık mavi
Adjective of the day: Enerjik!
Smiley of the day:

24 Kasım 2008 Pazartesi

Magical snowflakes

Tapılası güzellikte bir akşam geçirdim!
Büyülü kar taneleri düştükçe ben çığlık çığlığa Bonn sokaklarında dolaştım,
kar topu oynadım,
kardan adam yaptım,
karlar gözüme gözüme geldi ters yürüdüm,
en büyük kar tanesini kim yakalayacak yarışı yaptım,
gözlerimi kapatıp derin derin içime çektim kar kokusunu,
karın sesini dinledim...


Onca sıkıntıdan sonra, onca sıkıntıya rağmen; bu büyülü kar taneleriyle içimi bunca ferahlattığın için teşekkürler...

23 Kasım 2008 Pazar

Witchie is grupmy today..

Uyudum uyandım hala aynı boğukluk var içimde. Çıkıp biraz koşsam, gelip bi duş alsam sonra fotoğraf makinemi asıp boynuma gidip gezsem Weihnachtsmarkt dedikleri büyülü yeri... Geçen yılki gibi bu yıl da Christmas büyüsü şehri sarmalamaya başlıyor yavaş yavaş. Koca koca yıldızlar sanki geceleri ben altında oturup bakıp mutlu olayım diye asılmış gibi. Geç saatlere kadar şehir merkezindeki canlılık sanki beni neşelendirmek için. Dönmedolaplar, vitrinlerdeki upuzun tren rayları ve minicik trenlerden çıkan ses, mutlu mutlu gülümseyen insanlar... yılın çeşitli zamanları var ki mutlaka dünyanın belirli yerlerinde olmak gerek. Nasıl ramazanda Kayseri'de veya İstanbul'da veya veya Antalya'da olmak güzelse, yeniyıl zamanı da mutlaka bir hıristiyan şehrinde olmak gerektiğini düşünyorum. Peki şehir beni sevindirmek için en sevimli maskesini takmışken yüzüne, ben neden hala böyle patlayacak gibiyim? Dersler de yoluna girdi sonunda, cuma günü çok güzeldi mesela. Zaten bunun dışında da bi derdim yoktu ki..yani Türkiye'den uzakta olmak dışında..ama o da artık kabullenilmiş çaresizlik gibi..neyse yine de 19 Aralık civarlarında bir gün uçuşta olacağımı tahmin ediyorum, bir aydan da az kalmış olması güzel..ama bu bile heycanlandırmıyor beni bugün. Ruhsuzlaştım yine...

kabim durmuşsa inAaAn

Her güzel şey çabuk biter. Uykum kaçtı, oturdum bunu düşündüm. Gerçekten de ömrü boyunca başı felakatten kurtulmayan insanlar var. Bir hastlıkla savaşıp ölen, çocukluğunda yaşadığı bir tramvanın izlerini ömrü boyunca taşıyan veya mesela, trafik kazasında kolunu veya bacağını kayedip bunun yaşamayı öğrenen insanlar var. Kötü, çirkin, hastalıklı şeyler ömürboyu sürebiliyor ama her güzel şey çabuk bitiyor. Peki tamam, çabukluğu göreceli diyelim ama bitiyor hep.. var mı hiç bi insanın başına gelen ve ömrüboyunca süren güzel bişiy?

Düşündüğüm bi diğer şey de genelleme cümleleri oldu. Genellemelerden nefret NeFreT neFret ediyorum! Birisi beni, tanıdığım birisini veya basitçe herhangi bir özel ismi herhangi basit bir genellemenin içine dahil etti mi, kuduruyorum! Yok bunun başka sözcüklerle ifade edilmesi mümkün değil. Çıldırıyorum, deliriyorum, kaşıntı tutuyor! Bi de bu kaşıntı tutma durumu sadece lafta kalmıyor, gerçekten kaşıntı tutuyor. Daha önce seksenbinbeşyüz kere de anlatmış olsam yine başlıyorum neden insanları genellememek gerektiğini anlatmaya. En çok yapılanı da kadın-erkek genellemeleri oluyor. Yeterince fazla sayıda insan tanırsanız kadın-erkek genellemesinin ne kadar yanlış olduğunu anlat anlat anlat bitiremiyorum. Bi de çok buzzz* takılan adamlar şöyle cümleler kurarlar "kızlar bi süre sonra alışıyor kendilerine her defasında farklı ve komik lakaplarla seslenmeme, hoşlarına da gidiyor", çok buzz takılan kadınların kurduğu şu cümlelere benzer şekilde "erkeklerin hepsinin aklı sonunda tek bir nokta üzerinden yönetiliyor şekerim, aksini idda etmeyin sonunda görüyorsunuz işte". Kuduruyorum, delleniyorum bunları duydukça. Yok kardeşim, bana her seferinde farklı ve komik lakaplarla seslense bi adam, ifrit olurum ve fakat muhattap olmam! Veya ben onca adam tanıdım ki çoğunun da aklını yöneten noktası sol göğsünün altındaydı kasıklarından aşağıda değil. Sen adam gibi adam bulamamış, nerde anormal sorunlu sapık tip var gidip onu tanımışsan bu senin zavallılığındır, nasıl böyle bir genelleme yaparsın? Genelleme denilen şey nasıl kocaman bir haksızlıktır öyle!

Birilerine haksızlık yapabilmek ne büyük bir lüks. Tabii asıl nokta birisine haksızlık ettiğinin farkında olabilmek. Bile bile yapar mı birisi..sanmıyorum. insanları anlayabilmekle ilgili bişiyler karaladığımda doğru düzgün anlatırım sanırım bunu... şimdi yeniden deneyeceğim uyumayı...

Unutmadan:
Song of the night: Haykıracak nefesim - Ajda Pekkan
Color of the night: Hala kirli beyaz veya pis gri
Adjective of the night: Long
Smiley of the night:

Tüm gün çok garip hissettim kendimi, içime cin kaçmış da beni emiyormuş gibi. Şimdi de çok soğuk ve yalnız... odam soğuk değil, yalnız da değilim biliyorum. ama sanrılar işte... "-mış gibi"ler, boynu bükük mor menekşeler... başımı göğsüme koyup kalp atışlarımı dinlemek, saçlarımı okşamak isterdim sanırım şimdi... acı çekme temayülündeyim hadi hayırlısı...

* IceTea reklamıydı sanırım buzzz diyen gıcık kızın olduğu. O reklamdan beridir cool yerine buzz demeyi pek bi sever oldum.