10 Nisan 2010 Cumartesi

Okuyor musunuz?

Bu yazının karşısında olduğunuza göre, evet. Peki ama ne kadar?

Tüm okuduklarınızın ortalamasını alsanız, bir gün de yaklaşık ne kadar okuyorsunuz?
Kaç saat mesela? Veya kaç sayfa okuyorsunuz bir günde?

Türkiye'de nüfusa oranlandığında insanlar günde sadece 13 saniye okuyor, biliyor muydunuz?


Türkiye’de her 100 kişiden sadece 4,5 kişi kitap okuyor.

Japonya’da kişi başına düşen kitap sayısı yılda 25, Fransa’da 7.
Türkiye’de ise yılda 12 bin 89 kişiye 1 kitap düşüyor.



Bu hareket, Türkiye’deki okuma oranını arttırmak amaçlı başlanmış bir kampanya hareketidir. Ülkelerin gelişmişlik seviyelerinin en onemli göstergelerinden biri de kitap okuma oranlarıdır.

Ülkemizin gelişimi, insanımızın bilinçlenmesi için sizde kampanyamıza destek olun, bir sayfa açın!


13 saniye'den kurtarın kendinizi! Stickerlarla, stencillerla, sitenizin kenarına koyacağınız bir minik banner'la destek verin. Bu ayıbı insanların yüzüne vurun.
Bu proje, Anadolu Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Grafik bölümü öğrencileri Taner Ardalı ve Meriç Karabulut tarafından hazırlanan, sosyal sorumluluk bilincinin bir sonucu olarak ortaya çıkmış ve Anadolu Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Grafik bölümü Öğretim Üyesi Ebru Baranseli‘nin destekleri ile hayata geçirilmiştir.

8 Nisan 2010 Perşembe

U

Hate & Anger!

Yavşak
ikiyüzlü
 çıkarcı
yalancı
 insanlardan
 nefret ediyorum!

Bunu belli etmekten de büyük mutluluk duyuyorum!

Gözlerinin içine içine baktığımda duydukları rahatsızlık
ve 
adam yerine koyup da kafamı bile çevirmediğimde duydukları huzursuzluk
beni tatmin ediyor!

7 Nisan 2010 Çarşamba

Kestim!


Saçımı kestim!

Durdum aynanın karşısında, aldım elime makası, bir tutam da saç aldım diğer elime, kırt kırt kıııırt, kestim! Bildiğin kestim! 

Biraz kat verecektim güya, kat vermekten ötesi oldu. Sağ taraf daha kısa sol taraf uzun oldu hatta, bıraktım öylece. Nasıl olsa dalgalı, nasıl olsa toka takıyorum hep, nasıl olsa hızlı uzuyor 1-2 aya kalmaz gider düzeltiririm.

O kadar güzel bir his ki! Bi' an kendimi kaybedip hepsini kesmek istedim ama saçlarımı 3 numara yapabildiğim eski halinden uzak bir yüzüm var son 1-2 yıldır. Kilocuklarımdan kurtulunca yine kısa saçlı olurum belki kim bilir? Gerçi upuzun haline çok alıştım, hem de uzama aşaması insanı gerçekten canından bezdiriyor. 
Aman neyse ne! 
O gün gelince bakarız halet-i ruhiyemize! 

Şimdilik yamuk yumuk ama kendim kendime kestiğim saçlarımla mutluyum.

6 Nisan 2010 Salı

iTunes U

Bekledim bekledim ama kimseden ne ses var ne seda. Neyse mühim değil zaten sorunu çözüm ben. Aptal Apple iTunesU'ya Türkiye hesabı ile erişilmesini mümkün kılmıyor. Ancak Türk'ün gücünü hafife almakla hata ediyor. iTunes Store US'a giriyorsunuz, herhangi ücretsiz bir uygulamayı indirmek istiyorsunuz, bunun için de yeni üyelik alıyorsunuz. Halihazırda iTunes Store US'de olduğunuz için ülke olarak US seçili oluyor, böyle olunca da kredi kartı bilgisi falan girmenize de gerek kalmıyor. Kafadan uydurma bir adres veriyorsunuz veya Gossip girl'ün, Google'ın adresini falan da verebilirsiniz tabii :) Yeter ki tutarlı bir adres olsun posta kodu - telefon numarası bakımından. Ve işte! TA-DAAAA! Artık US hesabınız var ve böylece iTunes Store'da istediğiniz gibi gezebiliyorsunuz. 

iTunes U'nun ne olduğunu bilmiyorsanız sizi şuraya ve şuraya yönlendirebilirim. 

İlk iş olarak Oxford Universitesi'nin podcastleri arasından Kuantum Mekaniği derslerini indirdim. Şu tezi bitirince oturup bir güzel çalışabileceğim diye umuyorum, hele Ankara Kitap Fuarı'nda aldığım Tekin Dereli'nin Kuantum Mekaniği kitabını ve Bonn'dayken bulduğum Sakurai'nin kitaplarını düşününce ağzım sulanıyor resmen. Oturup ders çalışmayı özledim yahu, öğrenilmeye hazır şeyleri özledim. Çünkü çok daraldım sürekli bişiylerin lazım olması ve lazım olanların keşfedilmesi gerekmesinden, ha bire kaynak araştırması yapıyorum eöööh!

Neyse neyse, bundan başka bir de Stephan Wiesner'ın bir blog eşliğinde sunduğu almanca öğrenme dersleri - podcast'lar  var ki çok ama çok güzel bence. Sıfırdan öğretiyor, hem zevkli hem kolay. Almanca öğrenmek isteyen veya benim gibi geliştirmek/unutmamak isteyenler için çok güzel bir kaynak bence. Dün gece uyumaya karar verdiğim zaman açtım ilk podcast'i, ki zaten pek kolay uykuya dalabilen birisi değilim, dinleye dinleye hem keyiflendim, hem hatırladım hem öğrendim... Stephan Alman asıllı olduğu için telaffuzları da öğrenmiş oluyorsunuz. Üstelik podcast'lar etkileşimli sayılır. Şöyle ki, cümleleri okuduktan sonra sizin de yüksek sesle tekrar etmeniz için zaman tanıyor, hafızanıza iyice yerleşsin diye 2 kez tekrar ettiriyor. Derslerde öğrendiklerinizi unutmayasınız diye pdf dosyalarını da bloga yüklüyor, böylece çıktısını alıp yanınızda taşıyabilir, duvara asabilir, takıldıkça dönüp dönüp bakabilirsiniz. 

karmaşıcık

htbuse@hotmail.com yerine facebook@gmail.com yazdım, ne haldeyim anlayın artık :)))

5 Nisan 2010 Pazartesi

Malumunuzdur efenim, geçenlerde bir iPodTouch alma şerefine nail oldum. Düşe kalka öğreniyoruz aletin üstün özelliklerini, bişiyleri silerek ayarlarını bozarak falan keşfediyoruz inceliklerini. Üstelik garanti korkusundan kırdırmak dedikleri haltı da yapmadık. Ama beni deli eden bir şey var ki, saçımdaki örgülerin altında sıkışıp kalmış kafaderimi kaşıyamamaktan bile daha fazla sinir ediyor beni: iTunes Univ! Bayıla bayıla bilgisayardan izleyebildiğim harikulade dersleri iPod'a aktaramıyorum bi türlü. Önce hesabım TR adresli olduğu için olmuyor diye düşündüm ve Almanya veya ABD adresli bir hesap açmayı düşündüm. Bu süreç biraz sıkıntıya soktuğu için beni vazgeçtim sonunda ve bu arada iPhone kullanan bir arkadaşıma mesaj attım durumu: itunes univ'de bir kisitlama yok. itunes hesabim da turkiye adresli ayrica. dedi. İyi ki de adres değiştirmekle falan uğraşmamışım. Ama böyle olunca daha da gıcık oldum. Aldığım hata da işte tam da böyle:




Yok mu yardım edecek kimse?

The Blind Side vs. The Pursuit of Happyness

The Blind Side izledik geçen gece. Başarı hikayesi diyor ama başarı hikayesi falan değil bence şans hikayesi. Çalışırsan kazanırsın, azmetmeye devam et falan demiyor. Sen şansını fazla zorlamasan, pek kasmasan da kendini eğer hayat sana yardım etmek istiyorsa ediyor, yeter ki sabırlı olmasını bil! diyor bence.

/spoiler
Çocuk kendine göre gayet über bir okula gitme şansı buluyor ama çaba sarfetmiyor (tabii ki çeşitli nedenleri var ama sonuçta ders çalışmıyor.). İyiliksever bir hatun onu evine alıyor, dahası evlat ediniyor, dersleri iyi değil diye özel hoca tutuyor. Şansa bakın ki özel hoca da süper biri. Ha hocayı bulanlar zaten ancak süper birini işe alacak kimseler oldukları için pek de şaşmamak gerek ama o çocuğun yerinde ben olsam kesin abidik gubidik hocalar çıkardı karşıma, sonra da beni evlat edinenler "ne hocalar tuttuk ama yine de başarılı olamıyor bu çocuk, embesil midir nedir" derlerdi kesin. Çocuk amerikan futbolu oynayamıyor ama valide çıkıp iki laf edince birden işler değişiyor. Ben olsam o çocuğun yerinde, kadına aşık olur hayal dünyasına dalar daha da oyanayamaz hale gelirdim heralde. Tamam belki bu kadar değil ama hayat başarı filmlerindeki kadar şanslarla dolu değil ne yazık ki. Öyle olsa ben şimdi doktoramı bitirmiş olurdum. 
spoiler/

Gerçek bir başarı hikayesi için The Pursuit of Happyness izlenmeli bence, tekrar tekrar. Çünkü ancak gerçek hayatta 14 doların kıymeti o denli iyi bilinir.