2 Ocak 2010 Cumartesi

Şahadaroba



Şahadaroba!
Geçmişten daha güzel bir yıla!
Herkese mutlu yıllar!

31 Aralık 2009 Perşembe

Mission seems possible Vol I



Sonunda otele varabildik. Yol boyu gördüğümüz eli silahlı adamlar ve amiş amcalardan başka pek de ilginç bir şey yoktu. Tabii bunun nedeni hala uyukluyor olmamız da olabilir.

Otele gider gitmez valizleri yerleştirdik demek isterdim ne var ki valizimin olmadığı gerçeğini  en iyi kavradığım an oldu odamıza yerleşme vakti. Yerleştirecek pek bişey olmayınca, üstümü bile değiştiremeyince ve grip hala tüm vücudumu ele geçirmişken yapılacak en iyi şey biraz uyumaktı.

Uyandığımızda ikimiz de acıkmıştık. Hem civarı keşfetmek hem fiyatlar hakkında fikir edinmek hem de karnımızı doyurmak için en iyi şey tabii ki öncelikle dışarı çıkmak, bir market veya alışveriş merkezi bulmaktı.

Epeyi zorlansak da orta halli bir süpermarket bulabildik sonunda. Biraz kaşar, ekmek, kek, su, gazoz ve  ıslak mendil alışverişimizin ardından yorgun argın otele döndük. Azıcık yemek yedik derken resepsiyondan gelen telefon üzerine koşa koşa indim aşağı, valizim gelmişti! Gariptir ki pek şaşırdığımı söyleyemeyeceğim. Sanki bu kadar hızlı ve zarar almadan geleceğini bilirmişcesine sakindim başından beri.

Tabii bunca zaman boyunca bir de "biz sağ salim vardık, merak etmeyin." demek için vs. telefon etmek istedik Türkiye'ye ama o da ayrı bir sıkıntı oldu. Yola çıkmadan önce telefon etmişti sevdicek Turkcell'e, ve arama/aranma ücretlerini sormuştu: arandığınız taktirde sizden kontor düşmeyecek demişlerdi. Halbuki havaalanında telefonları açtığımızda gelen ilk mesaj İsrail'deki Türk Büyükelçiliğinin telefonu, ikinci mesaj ise Turkcell ücretlendirmeleri oldu. Şöyle ki:
"Değerli müşterimiz, bulunduğunuz ülkeden, numaranın başına 00 koyarak arama yapınız. Örn:009053XXXXXXXX. Turkcell Dunya tarifesi ile İsrail'de arama 70 kontor(dk) aranma 24 kontor(dk) SMS gonderimi 10kontor ve 50KB GPRS kullanımı 6 kontordur (KDV ve  OIV dahildir). Yurtiçi paketiniz yurtdışında geçerli değildir."
Aman ne güzel, ne güzel!

Hal böyle olunca yapılabilecek en mantıklı şey maile sarılmak oldu tabii ki. Ne var ki maillerin etkin olabilmesi için maili gönderdiğiniz kişinin de buna uyum gösterebilmesi gerekir ki pek de öyle olmadı. Sonuç? Kalan kontor miktarı şimdilik -13.

30 Aralık 2009 Çarşamba

Mission Impossible - Vol IV

İstanbul-Atatürk Havaalanı'ndan yola çıkıp Tel Aviv-Ben Gurion Havaalanı'na gelmek hoş bir tesadüftü bence. Çünkü Atatürk bizim için ne ise, Ben Gurion'da İsrail için o. Tel Aviv uçağına giderken havaalanı içinde bindiğimiz minik araçta ve sonrasında da birkaç kere gözgöze geldiğim kişinin Ege'deki hoca olduğu, valizlerin geldiği yerde beklerken yanımıza gelip bizimle konuşması sonunda kesinleşti. Sevdiceğin valizi gelmişti ama benim valiz muamması sürüyordu. Epeyce bekledikten sonra valizlerin başında beklemeye devam eden azmimize rağmen daha fazla valiz gelmiyordu. Sonunda acı gerçeği kabullendim ve kayıp bankosuna gittim, formu doldurdum. Neyse ki ordaki kız da "İstanbul'dan gün içinde bir çok sefer var, eğer valiziniz orada kalmışsa gün içinde gelecektir. Bize adresinizi yazın, biz otelinize göndeririz." gibi iyimser bir yaklaşım sergiledi de ben de fazla gerilmedim. Sonuçta içinde çoook kıymetli şeyler yoktu ama en sevdiğim takılarımı almıştım yanıma ve onları kaybedersem gerçekten çok üzülürdüm. İsrail'de kıyafetsiz kalma kısmı beni çok da üzmemişti, farklı bir ülkeden yeni kıyafetler almak için bundan daha güzel bahane mi olur? :)

Valizimin gelip beni bulacağına inanarak taksi durağının bulunduğunu tahmin ettiğimz yöne doğru ilerlerken bana çok garip gelen bir şey gördüm. Buket çiçek makinesi! Kola makinesi gibi, içinde buket buket çiçekler var, sevdiğiniz istediğiniz çiçeğin numarasını tuşluyorsunuz, karşılığı parayı hazneye atıyorsunuz ve çiçek önünüze düşüyor! Tabii ki fotoğrafını çekmek istedim hemen ama kızın biri gelip tam da önünde durdu. Söylene söylene makinayı daha rahat görebileceğim başka bir açı bulmaya çalışırken adamın biri geldi:
Adamın Biri: Ne yapıyorsun
WOS: Fotoğraf çekiyorum.
AB: Neyin fotoğrafını çekiyorsun?
WOS: Makinenin
AB: Makinenin mi arkadaşının mı?
WOS: Makinenin
AB: Neden?
WOS: Çünkü daha önce böyle bir şey görmemiştim de ondan.
AB: Makinenin fotoğrafını çekemezsin. Arkadaşının fotoğrafını çekebilirsin.
WOS: Makinenin fotoğrafını çekemez miyim? Neden?
AB: Bölgenin fotoğrafını çekemezsin. Neden geldin sen buraya?
WOS: Nasıl yani?
AB: Neden burdasın?
WOS: Uçağım az önce buraya iniş yaptı da o yüzden.
AB: Valizin nerde?
WOS: Kayboldu.
AB: Valizin kayboldu ve sen böyle gidiyorsun yani, öyle mi?
WOS: O_o ?! (Tepinerek ağlasam sakladıkları yerden çıkarıp vereceklerini bilsem hiç vakit kaybetmezdim! Manyağa bak!)
Sevdicek geldi bu sırada, ben de az önce doldurmuş olduğum kayıp formunu çıkarmak üzere çantama davrandım. Adam bir de pasaport istedi bu sırada. Gösterim ikisini de.
AB: Teşekkür ederim ama bu bölgede fotoğraf çekemezsiniz.
WOS: Ne demek bu bölge? Nedir yani sınırı? Bu ülkede fotoğraf çekemez miyim yani? (Ya salak ayağına yatıp adamı deli ederek kendimi sakinleştirecektim ya da manyak mısın be herif diyip dönüp gidecektim ki ben ilkini seçtim :) )
AB: Hayır hayır sadece buranın içinde çekemezsin.
WOS: İyi tamam.

Dışarı çıktık, taksilerin olduğu yere. Taksi sandığımız şeyin aslında dolmuş olduğunu anladık, neyse ki gideceğimiz yerin kapısına bırakan bir dolmuş! :) (Merak edenler için: Havaalanındaki Dolar-Şekel kuru 3.53 ancak ülke içinde farklı kurlarla karşılaşacağız tabii ki.)

Dolmuşun dolmasını beklerken yine elim birçok defa fotoğraf makineme gitti ama burası da yasak bölgeye dahil mi değil mi, ikinci hatamda çekip vururlar mı emin olamadım. Yola çıkmadan önce okuduklarımıza ve Zerrincim'in de deneyimlerine dayanarak havaalanında çok sıkı aramalarla canımızın sıkılacağını tahmin ediyor ve olabildiğince kendimizi buna hazırlıyorduk ancak hiç böyle bir şey olmadı. Hatta havaalanı çıkışında çantalar taramadan bile geçmedi. Hal böyle olunca mutlaka başka gariplikler olacaktı, mesela elinde kalaşnikof, M3 benzeri aletlerle gezen genç insanlar gibi! Az önce çiçek makinesinin fotoğrafını çektiğin için azarı işit, önünden makineli insanlar gelip geçsin, sen de dolmuş dolsun diye beklerken tavana yapışmış Sünger Bob balonunun fotoğrafını çekmeye kalkış! Yok valla bu defa cesaret edemedim.

Mission Impossible Vol III



Valizin kayıp olup olmadığı belli bile değilken ve bunu öğrenmenin bir yolu olmadığı iddia edilirken ne yapabilirdim ki? Sevdicek, çok sevgili bankalarımızın bize bir kıyak geçip havaalanlarında bize özel Lounge'lar bulundurduklarını ve hatta St.Ziza ile daha önceki deneyimlerini de anlatmıştı ama yine de pek inandırıcı gelmemişti. Madem bolca vaktimiz var, deneyelim bakalım dedik ve Maximum'un VIP Lounge'una gittik. Sadece Maximum'un değil, World'ün, HSBC'nin ve sanırım diğer birçok bankanın da bu şekilde işleyen Lounge'ları var orada. 0.02 TL (benim gibi inanamayacaklar için: iki kuruş) kredi kartımdan çekildi veeee... sevimli koltuklar, açık büfe bir pastane ve hem alkollü hem alkolsüz bir yığın içki! Hepsi sadece 2 kuruşa! Gazeteniz, kahveniz ve hatta televizyonunuz ama daha da önemlisi rahat mı rahat koltuk ve kanepeler! Burda geçen 1 saatin ardından Tel-Aviv uçağına doğru yol adık. Gariptir, her geleni bekleme salonu yerine doğrudan aktarma aracına aldılar. Uçağın kalmasına 1 saate yakın zaman olmasına rağmen hemen uçağa alındık. Daha uçak kalmadan sevdicek tuvalete gitti ben de rüyalar alemine. Ama bu tatlılık pek uzun sürmedi ne yazık ki... Sevdiceğin "Kulaklarım acıyor" demesinin üzerinden 10dakika ya geçti ya geçmedi, çok şiddetli bir acı başladı burnumun içinde. Sanırım grip olmam nedeniyle sinüslerim dolu ve belki de o minik damarlarda sıkışmış bir miktar hava nedeniyle oldu bu, bilmiyorum ama çok korkutucuydu. Sanki minik bir telle damarlarımın içinde ilerliyorlardı, veya The Island'da adamın gözlerinden içeri giren minik şeyler gibi bişiyler yürüyor ve ilerledikçe canımı acıtıyorlardı. Burnumun sağ tarafından yola çıkan acı, gözümün altından sağa saptı ve göz altım boyunca acıtarak devam etti yoluna. Daha fazla devam etmez diye umarken bu defa gözümün içine doğru ilerledi. O kadar korkunçtu ki sanki gözümden kanlar akmaya başlayacak veya bir kanama geçireceğim, beyin kanaması olacak ve felç kalacağım ama hepsinden de öte bu acı ömrümün sonuna kadar asla beni terk etmeyecek sandım... Sevdicek kulaklarındaki acıyı tüm bu olanlardan önce değil de sonra söylemiş olsa beni sakinleştirmek için söylüyor diye düşünebilirdim ama erkenden söylemiş olması beni sakinleştirdi, grip oluşumuzla ilgili bir durumdur diye düşünmeme neden oldu.

Mission Impossible Vol II

UÇAK 1
Cumartesi gecesi 04:35'deki uçağa binmek üzere 01:45de evden çıktık. Zerrincim ve Ü bıraktı bizi havalimanına ama yollar o kadar sisliydi ki acaba İstanbul uçağı rötar yapar mı diye düşünüp ya Tel-Aviv uçağına yetişemezsek diye de dertlendik. Ne var ki hem 2 gündür grip olmanın verdiği aşırı yorgunluk hem vize stresi hem de ömrümden ömür götüren poster hazırlama telaşı nedeniyle uykuya yenik düştüm yolda. Ü ve Zerrincim, planları uçağımız kalkana kadar bizimle beklemek olmasına rağmen dönüş yolundan tedirgin olup gittiler, biz de biraz etrafta dolanıp, erkenden check-in yapıp uçağa biniş kapımıza gittik ve uykumuza orda devam ettik. Uçağa binmemize az kala telefon geldi Zerrincimden, meğer dönüş yolunda o yoğun sisin üzerine bir de sokak lambaları sönmesin mi?! Neyse ki uzun sürmeden düzelmiş ve sağ salim gitmişler eve.

UÇAK 2
İstanbul uçağına bindiğimizde hayatımın bir ilkini yaşadım: ilk defa uçakta adım anons edildi "Sayın Cadaloz, lütfen uçağın ön kısmına geliniz, sayın Cadaloz lütfen uçağın ön kısmına geliniz." Önce kendim olduğuma pek ihtimal vermedim ama sonra baktım ki giden gelen yok,  amanın! Pasaportumu elime alıp gittim hemen. Uçağa binilen yerde bir görevli, yerde duran bir valizi göstererek "Sayın Cadaloz, bu valiz sizin mi?" diye sordu. Seksen bin defa uyuyup uyanmanın verdiği sersemlikle uzun uzun baktım valize, sonra benim olmadığını söyleyip neden sorduklarını sordum.
"Valizinizin üzerindeki etiket düşmüş de o yüzden sorduk."
... ?!? ...
"E bu değil tamam ama benim valizim nerde peki?"
"İndiğiniz zaman valizinizin gelip gelmediğini öğrenebilirsiniz, şimdi yapabileceğimiz birşey yok."
Hım.. E peki madem, naapalım...
Salak Witchie! Ne demek peki? Ne demek?!!! Sanki İstanbul'a gidiyorsun da orada kalacakmışsın gibi, "peki". İner inmez hemen havaalanı görevlilerine anlattım durumu. Ne deseler beğenirsiniz? "Aktarmalı uçuş olduğu için şimdi göremeyiz bunu, ancak Tel Aviv'e indiğiniz zaman belli olur. Eğer valiziniz çıkmazsa kaıp formu doldurabilirsiniz" Of Allah'ım of!

+18 ŞEREFSİZ

Blog meselesi en sığ anlamları içinde kendi günlüğünü gözler önüne sermek, yapamayanlara bakın ben neler yapıyorum, nereleri geziyorum, benim nelerim var demekten de öte bir hal aldı artık. Belki, belki değil mutlaka, başından beri böyleydi ama ben yeni yeni fark ediyorum. Kız nasıl tavlanırdan başlayıp, yatakta ne yapmalısın ile devam eden, yatakta ne ayıptır ne değildir yargılarını çaktırmadan okuyana empoze edip "erkeksin sen yürrü be koçum" diyenlerin yanı sıra, "aldatmak normaldir" diye ahkam kesip yol gösteren hayvanların da tutunduğu bir yermiş aynı zamanda. "Yatakta A pozisyonunu yapamayan karıya karı demem ben", "B pozisyonunu yaparken çirkin görünmek normaldir canınızı sıkmayın", "C pozisyonunu sevmiyorsa siktir edin gitsin" önermeleri ise apayrı zaten. Bir de "Türkiye'de seks..." diye ahkam kesenler var ki, Avrupadaki ahlaksızlığı matah bir şeymiş gibi gösterme kaygılarının altındaki Feudiyen açıklamaları gerçekten merak ediyorum.

Seks, hayatın en doğal ve belki de su içmekten sonra en mutluluk verici ve tatmin edici şeyi olabilir ama her şey gibi tarz meselesi önemli.

Hiçkimseye aşkın/sevginin kutsallığını ve seksin aşk için önemini anlatacak değilim, buna yeltenmem bile. Aşka beş para paha biçmeyene de diyecek tek bir sözüm olmaz. Ama bu demek değil ki git evlen birisiyle, sonra da binbir bahane içinden en sevdiğini seçip, sırtını buna dayayıp içine et!

Evlilik, aşk, sevgi, ilişki... bunlar iki kişinin içinde olduğu şeylerse, ve karşındaki sana bir duygu ile bağlı ve cinselliğini de bu duygu temelinde yaşıyorsa onu aldatmaya hakkın yoktur(Ne zaman aldatmaya hakkın vardır: hayatına yeniden tek kişi olarak devam etmek istediğini söyledikten sonra seni bir şekilde özgür bırakmayanı aldatma hakkın vardır ki bu da aldatmak değildir bence ama bu ayrı bir konu). Hele ki bunu çeşit çeşit eskortlarla, tek gecelik ilişkilerle veya "sarhoştum ne yaptığımı bilmiyorum, kafam yerinde olsa asla yapmazdım"larla geçiştirip legalleştirmeye çalışmaya, hiç mi hiç hakkın yoktur!

19'undasın, aşık oldun, evlenmezsen öleceğini sandın, evlendin, 30una geldiğinde hayat cennet değil tahammül edilmez bir hücre hapsine döndü... Yapacağın şey bulduğun fırsatlarda sikini sokabileceğin yeni deliklere gitmek; deliğini doldurabilecek farklı sikler bulmaya çalışmak değil, öncelikle, ilk iş olarak boşanmaktır. Bunu kafana sok ey insan denilen mahlukat!

40'ına geldin ve yalnız hayat canına tak etti, "birisi olsa sabah kahvaltılarımı paylaşabileceğim" diye dertlendin, anlaştın o birisi ile, evlendin ama 2 sene sonra gördün ki işin aslı öyle değil... Yapacağın şey bulduğun fırsatlarda sikini sokabileceğin yeni deliklere gitmek; deliğini doldurabilecek farklı sikler bulmaya çalışmak değil, öncelikle, ilk iş olarak boşanmaktır. Bunu kafana sok ey insan denilen mahlukat!

Ha, yaşın ister 25 olsun ister 45, yoksa hayatını sana adamış biri, güneşi senin gözlerinde gördüğünü sanan bir gerizekalı aşık bulamamışsan, ve seks ise tek derdin, işte o zaman ister tek gecelik yaşa ilişkilerini, ister pezevenklerle ahbaplık et, ister mama'larla. Hepsinde de bol bol eğlen, bulutların 7 kat üstüne çık, ne ala.

Ama biri varsa hayatında sevişmek ile sikişmek arasındaki ayrımı önemseyen, senin için önemli olmasa bile bu ayrım, göstermek zorunda olduğun bir saygı vardır. Ne yazık ki, ey insan denen mahlukat, sevilmenin getirdiği bir sorumluluk vardır! Bu sorumluluk eve ekmek getirip, karını koluna takıp ailenin yanına akşam yemeklerine ve bayram gezmelerine gitmek, veli toplantılarında bulunmak ve apartman aidatını zamanında ödemekten öte birşeydir. Sevgiye layık olmak, sabah 8 akşam 5 saatleri arasında kazanılabilen bir birim değildir, ve zaten böyle olmadığı için herkes kolay kolay hak etmez sevilmeyi.

Sözün özünü anlamamış olanlar varsa daha açık söylemeye çalışayım: "tek gecelik ilişkilerim var ama aldatmak beyinde/kalpte olan birşeydir, ben sevgilimi o şekilde hiç aldatmadım, ara sıra olan bu kaçamaklar ilişkiyi sağlamlaştırır" diyenlere ŞEREFSİZ derim de başka bir şey demem, hepsi bu kadar!

28 Aralık 2009 Pazartesi

Mission Impossible Vol I

Ayrıntılarını anlatma işini bir kez daha sevdiceğe bırakarak kısaca pasaport uzatma sürecini bir şekilde hallettiğimizi belirterek bir an önce bu hikayeyi yazmalıyım artık. Yoksa asla yazamayacağım gibi, gündelik gelişmeleri de atlayacağım.

ELÇİLİK 1-Çarşamba
Her telefon ettiğimde telefonun açılması pek de alışıldık bir durum değildi Alman büyükelçiliği ile olan deneyimleri düşündüğümde. Hele ki her seferinde tatlı bir ses ve tüm sorularıma sabırla cevap veren birisi... Aradık, önceden randevu almamız gerekmediğini öğrendik, Çarşamba sabahı düştük yola. Elçiliğin 10:30 açılacağını bildiğimizden biraz erkenden orda olalım da sıra kapalım dedik. İlahi biz! İsrail'e gitmek isteyen kaç kişi olur ki bi de sıra kapmamız gereksin? Elçiliğin olduğu sokağın başında kulağında telsizi olan bi adam kesti yolumuzu. Derdimizi anlattık hızlıca, yolun kenarına çekti bizi, bir yandan fısır fısır telsize laf anlattı bir yandan da evraklarımıza baktı. Bina zaten neredeyse kurşun geçirmez durumda parmaklıklarla çevrili, gayet ürkütücü bir görünüşe sahip, bir de sokakta böyle muamele görmek iyice gerdi bizi. Paltomuzu, çantamızı, cep telefonumuzu ve hatta cüzdanımızı bile kapı önündeki minik bekçi kulubesine bırakıp "teker teker" girdik içeri. Üst baş araması hadi tamam da, elimizdeki pasaportun her bir sayfasının minik minik incelenmesi biraz aşırı geldi ama "savaşta olan bi ülke ne de olsa" diyerek, ve telefondaki sevecenliklerini kendimize hatırlatarak çok da önemsemedik. İlk ben girdim içeri, ardımdan sevdicek geldi. Bekleme salonunda 45 dk'ya yakın bekledikten sonra görevli kadın bankoya geldi, gerekli evrakları koyduk, aldı, hepsini tek tek okudu! Görevlinin kendisine verilen evrakları tek tek okuması kadar doğal ama bir bu kadar da nadir bir şey daha yok sanırım. Üstelik güleryüzlülüğünden de hiç ödün vermedi bu sırada. Sonra sevdicek verdi evraklarını, yine aynı şekilde. Ertesi gün (Perşembe) günü 15:30 16:30 arası telefonla bilgi alabileceğimizi söylediler. Uçağın cumartesi günü olduğunu söylediğimizde, "garanti veremeyiz ama yetiştirmek için elimizden geleni yaparız" bile dediler, hatta bekleme masasına koydukları İsrail'i tanıcıtı dergilerden almamıza da izin verdiler. Ortamın garipliğine rağmen öyle keyifli ayrıldık ki ordan...

ELÇİLİK 2 - Perşembe
Posterlerimizi yetiştirme derdiyle Milli Kütüphane'de geçirdiğimiz günün öğleden sonrasında vakit geçmek bilmedi bir an önce 15:30 olsa da güzel haberi alsak diye. 15:30 olur olmaz telefona sarıldık, aradık ama kurul toplantıdaymış, biriken pasaportları inceliyorlarmış, saat 4'te tekrar arayalımmış. 4'te aradık ama bu defa bant kaydı elçiliğin kapandığını, acil durumda şu numarayı aramızı söyledi. Şu numarayı aradığımızda karşımıza çıkan kişinin elçilik sokağı başında bizimle görüşen güvenlik görevlisi olduğunu tahmin ettik, bizi başka birisine yönlendirdi, başka birisi de 16:30'da aramamızı söyledi. 16:30'da doğrudan o başka birisini aradık, ama kurulun hala toplantıda olduğunu, kendisinin de az sonra ordan çıkacağını, en iyisi yarın (Cuma) sabah 10:30'da aramamız olduğunu söyledi. Yüzümüzden düşen bin parçaya rağmen, "elimizden geleni yaparız" cümlelerini aklımıza getirip içimizi serin tuttuk.

ELÇİLİK 3 - Cuma
Sabah 10:30'da aradım tabii ki. Şimdiye kadar tatlılığından yenmeyen kadına nooldu bilmem ama cırlak bişiy çıktı bu defa telefona.
Wos: Pasaportlar çıktı mı diye sormak için aramıştım.
Cırlak: Evet çıkmış, Pazartesi sabah 10:30'da gelip alabilirsiniz.
Wos: Ama bizim uçağımız yarın akşam
Cırlak: Neden iki gün önce başvurdunuz o zaman? Böyle işlere en geç 1 hafta önce başvurulur.
Wos: Daha erken alamaz mıyız peki?
Cırlak: Hayır! Daha erken alamazsınız!
Wos: Peki sevdicek?
Cırlak: O da daha erken alamaz!
Wos: Ona da çıktı mı yani vize?
Cırlak: Evet, çıktı ama daha erken alamazsınız.
Wos: İyi peki!
ELÇİLİK 4-Cuma
Saat 11:30, sevdiceğin telefonu çalar, arayan İsrail Elçiliği!!!
Sözün özü: pasaportlarınız hazır, gelin alın!
Apar topar gittik tabii ki elçiliğe.

ELÇİLİK 5-Hala Cuma
Yine bir sokak başı sorgusunun ardından bu defa pasaportları dışarı getirdiler ve birkaç defa üst üste "iyice kontrol edin herşey doğru mu?" sorusunun ardından hataları bulduk. Çok da önemli hatalar değilmiş aslında, mesela adım yanlış yazılmış, sevdiceğin de doğum tarihi!!! Yine bıraktık çantaları, üst baş taramasının ardından yine aynı yere geçtim, bu defa gelen kadın tam da telefondaki cırlak kadındı! "Aslında çok bi sorun olmaz ama çok istiyosanız değiştireyim." "E bi zahmet!" Adım yanlış yazılmış ama sorun olmaz di mi? O zaman neden herkese üzerinde Abdülcambaz yazan pasaportlardan vermiyorlar acaba? Aynı laflar sevdiceğin yanlış yazılmış doğum tarihi için de sarfedildikten sonra yine bir miktar bekleyiş ve sonunda doğru vizelere kavuşma! Kendimizi çok kötü hissedebilirdik aslında geç gittiğimizi düşünerek ama tüm haftanın pasaportlarını perşembe akşamı değerlendiriliyorsa pazartesi gitmiş olsak ne farkederdi ki?

27 Aralık 2009 Pazar

Shalom!

İsrail için vize meselemizin ikinci kısmı da çok maceralı geçti ama asıl macera şimdi başlıyor.

Biz İsrail'e gidiyoruz, siz kendinize iyi bakın!