24 Ocak 2009 Cumartesi

Ugur'lar olsun...








vurulduk ey halkım, unutma bizi

dağ gibi karayağız birer delikanlıydık,
babamız sırtında yük taşıyarak getirirdi aşımızı, ekmeğimizi.
arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla caddelerden geçerken
bizler bir mumun ışığında bitirdik kitaplarımızı
kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun yüreğini,
yüreğimizde yaşayarak katıldık o büyük kavgaya.
ecelsiz öldürüldük
dövüldük, vurulduk, asıldık.
vurulduk ey halkım, unutma bizi...

yoksulluğun bükemediği bileklerimize, çelik kelepçeler takıldı.
işkence hücrelerinde sabahladık kaç kez,
isteseydik, diplomalarımızı mor binlikler getiren birer senet gibi kullanırdık.
mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık.
yazlık kışlık katlarımız, arabalarımız olurdu.
yüreğimiz işçiyle birlikte attı, köylüyle birlikte attı.
yaşamımızın en güzel yıllarını, birer taze çiçek gibi verdik topluma.
bizleri yok etmek istediler hep.
öldürüldük ey halkım, unutma bizi...

fidan gibi genç kızlardık; hayat, şakırdayan bir şelale gibi akardı göz bebeklerimizden.
yirmi yaşında, yirmi bir yaşında, yirmi iki yaşında işkencecilerin acımasız ellerine terkedildik.
direndik küçücük yüreğimizle, direndik genç kızlık gururumuzla.
tükürülesi suratlarına karşı bahar çiçekleri gibi,
taptaze inançlarımızı fırlattık boş birer eldiven gibi.
utanmadılar insanlıklarından, utanmadılar erkekliklerinden.
hücrelere atıldık ey halkım, unutma bizi...

ölümcül hastaydık.
bağırsaklarımız düğümlenmişti.
hipokrat yemini etmiş doktor kimlikli işkencecilerin elinde öldürüldük acımaksızın. gelinliklerimizin
ütüsü bozulmamıştı daha.
cezaevlerine kilitlenmiş kocalarımızın taptaze duygularına, birer mezar taşı gibi savrulduk.
vicdan sustu.
hukuk sustu.
insanlık sustu.
göz göre göre öldürüldük ey halkım, unutma bizi...

kanserdik; ölüm, her gün bir sinsi yılan gibi dolaşıyordu derilerimizde.
uydurma davalarla kapattılar hücrelere.
hastaydık.
yurtdışına gitseydik kurtulurduk belki.
bir buçuk yaşındaki kızlarımızı öksüz bırakmazdık.
önce kolumuzu, omuz başından keserek, yurtseverlik borcumuzun diyeti olarak fırlattık attık
önlerine.
sonra da otuz iki yaşında bırakıp gittik bu dünyayı, ecelsiz.
öldürüldük ey halkım, unutma bizi...

giresun'daki yoksul köylüler, sizin için öldük.
ege'deki tütün işçileri, sizin için öldük.
doğu'daki topraksız köylüler, sizin için öldük.
istanbul'daki, ankara'daki işçiler, sizin için öldük.
adana'da, paramparça elleriyle, ak pamuk toplayan işçiler, sizin için öldük.
vurulduk, asıldık, öldürüldük ey halkım, unutma bizi...

bağımsızlık, Mustafa Kemal'den armağandı bize.
emperyalizmin ahtapot kollarına teslim edilen ülkemizin bağımsızlığı için kan döktük sokaklara.
mezar taşlarımıza basa basa, devleri yönetenler gizli emellerle,
başlarımızı ezmek
kanlarımızı emmek istediler.
amerikan üsleri kaldırılsın dedik, sokak ortasında sorgusuz sualsiz vurdular.
yirmi iki yaşlarındaydık öldürüldüğümüzde ey halkım, unutma bizi...


yabancı petrol şirketlerine karşı devletimizi savunduk, komünist dediler.
ülkemiz bağımsız değil dedik, kelepçeyle geldiler üstümüze.
kurtuluş savaşı'nda emperyalizme karşı dalgalandırdığımız
bayrağımızı daha da dik tutabilmekti çabamız.
bir kez dinlemediler bizi.
bir kez anlamak istemediler.
vurulduk ey halkım, unutma bizi...

henüz çocukluğumuzu bile yaşamamıştık.
bir kadın eline değmemişti ellerimiz.
bir sevgiliden mektup bile almamıştık daha
bir gece sabaha karşı, pranga vurulmuş ellerimiz ve ayaklarımızla çıkarıldık idam sehpalarına.
herkes tanıktır ki korkmadık. içimiz titremedi hiç.
mezar toprağı gibi taptaze,
mezar taşı gibi dimdik boynumuzu uzattık yağlı kementlere.
asıldık ey halkım, unutma bizi...

bizi öldürenler, bizi asanlar, bizi sokak ortasında vuranlar,
ağabeyimiz, babamız yaşındaydılar.
ya bu düzenin kirli çarklarına ortak olmuşlardı, ya da susmuşlardı bütün olan bitenlere.
öfkelerini bir gün bile karşısındakilere
bağırmamış insanların gözleri önünde öldürüldük.
hukuk adına, özgürlük adına, demokrasi adına.
batı uygarlığı adına, bizleri bir şafak vakti ipe çektiler.
korkmadan öldük ey halkım, unutma bizi...


bir gün mezarlarımızda güller açacak
ey halkım, unutma bizi.
bir gün sesimiz, hepinizin kulaklarında yankılanacak
ey halkım unutma bizi...

özgürlüğe adanmış bir top çiçek gibiyiz
simdi hep birlikteyiz
ey halkım, unutma bizi...




uğur mumcu
cumhuriyet - sesleniş - 25 ağustos 1975




Fikret Kızılok'tan Dinleyiniz: http://rs119.rapidshare.com/files/117804585/_VURULDUK_EY_HALKIM_.rar

bu aralar

Hiçbir zaman başkalarından daha iyi olayım diye bir kaygım olmadı. Ali'den daha başarılı, Ayşe'den daha güzel, Murat'dan daha zengin olmak istemedim hiç. Ama neden bilmiyorum, benim adım geçti mi hep böyle düşünceler sarıyor insanları, bunu biliyorum ve o kadar çok kırılıyor ki içim... Mutlu olup güldüğümde dikkat çekmek için oluyor, yapmacık oluyor. Sinirlenip tepki gösterdiğimde, dikkat çekmek için oluyor, başkalarını çekemediğim için oluyor, herkesi salak bi kendimi akıllı sandığım için oluyor. Üzülüp ağladığımda, zavallı olduğum için oluyor, istediğimce dikkat çekemediğim için oluyor.. Oluyor da oluyor işte...
Böyle olduğu için ben ben gibi olamıyorum. Gönlümce sevinemiyorum, sinirlenemiyorum, üzülemiyorum bile... Gittiğim hiçbir yere ait hissedemiyorum kendimi. En son ne zamandı, evet işte ben buraya aidim, dediğim? Bilip de söyleyememenin sükuneti...

Sırf yüzünü gözünü boyamaktan hoşlandığı için makyaj yapan kaç hatun vardır bilmem (bu cümle bile "ben farklıyım" mesajı içeriyordur, o yüzden söyleyemem mesela insanların yanında). Siyahlara bürünmek istedim, koyu gri farımı sürdüm uzun zamandan beri ilk defa, kara kalem çektim gözlerime, rimeller sürdüm siyah ve şeffaf, en tatlı rujumu, en ışıltılı parlatıcımı sürdüm. Sobra baktım aynaya, ay ne güzel oldu yahu, dedim. Yıldızlı bişiyler buldum dolabımdan, onları giydim, yanıma bir arkadaş aldım, çıktım gittim.

İki bira içtim, arkadaşıma da bişiyler ısmarladım, çıktım gittim.



Sonra...


Anlatabilemiyorum hala "iç"in bu kadar içindeyken... yolda gelirken içime kaçanlar beni ikiye katladı sanki. Elleri ve ayakları üzerinde yürüyen bir cadı düşün, öyle işte, öyle yürüdüm geldim eve.

Çıktım terasa, ağladım ağladım ağladım, rüzgar üşüttü yanağımdan akıp giden damlaların dokunduğu yerleri, saçlarım birbirine girdi, kalın eldivenli ellerimle kapadım ağzımı, ağladım hıçkıra hıçkıra. Hem kiçkimse duymasın, ağlayarak damla damla yok olayım, koca bir kar topu gibi ardımda sadece bir su birikintisi kalsın istedim geriye; hem de istedim ki birisi duysun gelsin, görmiyim kim olduğunu ama sıcacık bir güven kokusu olsun, hiç sesi çıkmadan geçecek dercesine sarılan kolları olsun, burnumu saklıyım boynuna, ağlıyım ağlıyım ağlıyım, ama sonra ağlamaktan yorgun düşüp değil de kendimi güvende, sağlim ve "ait" hissedip vazgeçeyim ağlamaktan istedim.




Olmadı öyle.. Ağladım ağladım ağladım, rüzgar üşüttü yanağımdan akıp giden damlaların dokunduğu yerleri, saçlarım birbirine girdi, kalın eldivenli ellerimle kapadım ağzımı, ağladım hıçkıra hıçkıra. Hiç kimse duymadı, yoruldum ağlamaktan, üşüdü yanaklarım, içimdeki kırıklar o kadar çoktu ki azıcık kendimi öteleyecek gücüm yoktu.

İndim merdivenlerden, girdim odama, Sezen çalıyordu, geldiğimde Sezen karşılasın beni diye açık bırakmıştım müzikçaları, Sezen diyordu ki "her zaman böyle miydi bilmiyorum sanki dokunulmazdı çocukken ağlamak"...

Ağladım biraz daha... boyalarım aktı... mesaj geldi telefonuma.. at kuyruk yaptım saçlarımı...

Oysa ben en son ne zaman kendimi "ait" hissetmiştim? En son ne zaman dans etmiştim "Hey, I've looked all my life for you" derken Linda Ronstadt? En son ne zaman sevinçten zıplayıp havada ayaklarımı birbirine vuşmuştum?

22 Ocak 2009 Perşembe

Sıra sizde...



Geçen cuma akşamıydı, sanırım saat 5 suları. Tam 9 tane gitti. Şimdi sıra sizde.. bekliyorum.. Çünkü burda herşey çok ters gidiyo; çünkü ben iyice kararttım içimi son bikaç günde olan bi kaç b.ktan olaydan sonra, ve çünkü her sabah o boş kutuya bakmak çok fazla kimsesiz hissettiriyor beni...


19 Ocak 2009 Pazartesi

"bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz" mı acaba?



"Evet kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz.
Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler. Evet biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce."

nerdesin?

İçim sanki parça parça ayrılıyo, sanki damla damla kanlar akıyo yere ve insanlar üstüne basıp basıp geçiyor.. uyuyorsun şimdi... oysa o kadar ihtiyacım var ki şimdi birisine, birisi değil işte sevgiliyi istiyor gönül yanında acı çekerken en az sevindiği zamanlardaki kadar.

Sana saçma gelse de benim bu durumlarım, senden başka kimse olsun istemiyorum yanımda, sevgilim olmalı beni en iyi anlayan en iyi sakinleştiren. Başımı kucağına koyup senin beni tüm o yeldeğirmenlerinden koruyacağına inanmak istiyorum. Ellerin dokundukça tenime, tüm acılarım gitsin istiyorum. beni anlamanı istemiyorum sadece. istiyorum ki beni en iyi anlayan, tek anlayan sen olasın...

Seni sevgilinden daha iyi anlayan birisinin olmasının acısı o kadar büyük ki...sen olmalısın, mantığını bırakıp beni anlamalı, bunu benimle paylaşmalısın... bugün telefondaki sesin ne güzeldi..şimdi kıyabilsem arayıp uyandırmaya, ne derdin çok merak ediyorum..

Senin için ne kadar anlamsız geliyor halbuki bu krizler, bu acılar bu yaralar... Okul? İş? ev? Para? ne iste çözelim diyeceğin şeylerin hiçbiri değil bunlar. Bu sadece yürekte olan, yüreğin içini acıta acıta kesen cam parçaları... Nerdesin ki? Hanisin?

Uyanınca ara beni demesem de ara mıydın ki beni, bunları okuduktan sonra? Yoksa yine çok meşgül olup gece mi ancak fırsat bulurdun buralara bakmaya?

5 ay sonra yeniden 3 yarım Rivotril... hadi yüreğim ha gayret, HELE YÜREĞİM SIKI DUR SABRET, başını eğme dik tut, bu bir rüyaydı farz et...

18 Ocak 2009 Pazar

?

Kalbini bir mektup gibi buruşturulup fırlatılmış, kendini kimsesiz ve erken unutulmuş hissediyorsan, naapıyordun?










Kanatlarındaki beyaz tüyleri arasından kan sızan bişiy gibi hissediyorum kendimi, melek değil kesinlikle, güvercin de değil, ne olduğumu bilmiyorum..ama beyazın içinde yol yol ilerlediğini hissettikçe kanın, kanım çekiliyor..





Sil baştan başlamak istiyorum herşeye, herşeye değil belki ama herkese sil baştan başlamak istiyorum. Söyleyemediklerim içimde kalmasın bu defa istiyorum, söylemek istediklerim başıma bela olmasın, söylediklerim yüzünden kimse kalbimi kırmasın istiyorum. Söyleyemediklerim, söylemek istediklerim ve söylediklerim için sil baştan başlamak istiyorum, en çok da hissettiklerim için. Hissettiklerimin sorumlulusunun bana onları hissettirenler olduğunun anlaşılmasını istiyorum. Tıpkı hiçbir insanın durduk yere yalan söylemeyeceği gibi, hiçbir insan durduk yere sevmez birşeyi veya durduk yere uzaklaşmaz yakın olduğu birşeyden. Tepkilerin sebebinin etkiler olduğunu sadece fizik derslerinde hatırlamasın insanlar, olmaz mı?






Şu salak küre üzerinde, normalleri benim normallerimle aynı olan tek bir insan evladı bulmak istiyorum, bu kadar mı zor?

kitap kurdu


Haftalardır ertelediğim en sevdiğim 5 kitap mim'ini yazmaya kıyabiliyorum sonunda. Söz konusu kitaplar olunca benim için akan sular duruyor. Ankara'daki minicik odamıza zar zor sığarken bir duvarı yerden tavana, boydan boya kitaplık yaptırmıştı Zerrincim ama sonra o yetmedi, bir mini kitaplık daha aldık, o da yetmedi anneannemin odasındaki dolabın gözlerini doldurdum, sonra hiçbir şekilde kimselere vermeye kıyamadıklarımız evin deposuna indi ama hala ve hala yeterince yer yok kitaplar için...

Çocukken en büyük hayalim bi şekilde hapse girip orda bol bol kitap okuyabilmekti. E çocukken işte, adı üstünde hayal bu... Öyle sanıyordum o zamanlar, o zamanlar daha okumamıştım gözaltında tecavüz öykülerini ve işkence yöntemlerini, daha bilmiyordum betona su döküp çıplak ayak bastırdıkları yere elektrik verdiklerini, gözlerini bağlayıp hortumlarla dövdüklerini insanları... Hayran olduğum bir diğer şey de evimizin karşısındaki gazete büfesiydi. Ne kadar erken kalkarsam kalkayım o büfenin nasıl açıldığına şahit olamamıştım bi türlü, her sabah ben kalktığımda o büfeci amca gazetelerini dizmiş, minik kulübesinde oturuyor oluyordu. Ve benim bir diğer hayalim de o büfeci amcanın yanında çırak olmaktı. Düşünsene minicik bi yer bile olsa her yanın gazete dergi dolu, gün boyu bi dolu insan gelip senden gazete alıyor, sen veriyorsun onlara dünyanın haberlerini, bir süre sonra biliyorsun sabahları gelen kırmızı montlu kadın Milliyet alır, siyah ceketli adam Cumhuriyet, akşam üstü uğrayan tonton amca Hürriyet ve Sabah alır çünkü kupon biriktirir.. İnsanların özelini merak etmem, aksine fazla özeli bilmek istemem çoğu zaman. Ama bu sanki özellerinden öte, çok daha farklı ve çok daha güzel bişiydi benim için... Ve sonra, bu hayallerimden çok yıllar sonra ilk yazımın çıktığı gazeteyi o büfeden aldım, ilk yazımın çıktığı dergiyi, yayınlanan ilk makalemi... Sonra ahbap olduk o büfeciyle, artık her gördüğünde soruyor "çıktın mı uzaya" diye, e naapsın eskisi kadar sık göremeyince sonunda uzaya çıktım sanıyor heralde =)

Lafı fazla dolandırdım, gelelim listemize. Mim'e uygun şekilde ilk 5'i yazdım, dayanamadım 10'a tamamladım ama hala daha değinmem gerekenler vardı, aklıma geldiği kadar yazdım gitti...

1- İç kitabı, E. Temelkuran: O kadar iyi ve güzel anlatıyor ki... Sen geliştikçe; içini, içindeki, aklını ve düşünce şeklini değiştirkçe anlamı da seninle birlikte evrimleşen eşsiz bir kitap benim için. Bundan 4 yıl önce de en sevdiğim idi, hala da en sevdiğim. Ama o zamanlar aldığım tat ile şimdiki o kadar farklı ki.. O zamanki anlamı ile üstünden geçen yıllarla kendime kattığım tecrübeler, sevinçler, mutluluklar, hüzünler, üzüntüler, çılgınlıklar, çığlıklar, krizler ve heyecanlardan sonra, o kadar farklı ki şimdiki ben için... Yeni türkü'nün bir şarkısı vardır ya hani: "anlatır eski beni şimdiki bana" o geldi aklıma. Ama bu kitap öyle değil, her seferinde şimdiki beni anlatıyor bana, her seferinde okuduktan sonrak ile önceki daha farklı oluyor... Sen değiştikçe o da değişiyor, her okuduğunda daha da anlıyorsun, daha da, ve daha da...

2- Ütopya, T. More: İlk sırayı buna mı vermeliyim acaba diye düşündüm ama hayal kurmaktan öte düşünen ve hisseden birisi olduğum için hayallerimin kitabı olan Ütopya'yı ikinci sıraya bıraktım. OnurCUK'un deyişiyle, benim de fikriyatım çizginin hafiften soluna düştüğü için, birçokları gibi benim de ütopyam işte bu..

3- Portobello Cadısı, P.Coelho: Henüz hala okumakta olduğum için bu kadar etkilemiş de olabilir tabii ki, kitabın bir kısmının analizini daha önce şurada yapmıştım zaten. Birçok alıntılar, altını çizdiğim yerler ve bana hatırlattıkları ve düşündürdükleri ile birlikte, kısa zamanda kitabın ikinci yarısı için de birşeyler yazacağım..

4- Erguvan Kapısı, O.Baydar: İlk olarak Kedi Mektupları'nı okuyarak tanıdım Oya Baydar'ı, sonra Ece'nin bir yerde bahsetmesinin üzerine bunu da buldum okudum, içime işleyen, bitmesin diye okumaya kıyamadığım kitaplardan birisi oldu. Bitirdikten sonra 3-4 ay bir başka kitabı okumak istemedim. İstemedim aklımdaki hiçbir detayın silinmesini, o okuduklarımı unutup kendi dünyama dönmek, yeni kitaplar okuyup başka dünyalara geçmek istemedim. Okurken ve okuduktan sonra uzunca bir süre içinde yaşanması gereken, gözardı ettiğimiz bir dünya. Anlayamadığımız ve yargıladığımız insanları daha iyi anlayabilmek için okumamız gereken bir kitap bence.

5- Küçük Prens, A.de S.Exupery: Son sıraya bıraktığım için üzgünüm aslında, ama okuyan her yetişkinin anlayabilmesini beklemediğim için, birisi olur da benim listemdekileri okumak istersen bundan başlamasın diyedir belki... İç kitabı gibi, Küçük prens de dönüp dönüp okuduğum kitaplardan birisi. Keşke herkes okusa dediğim bir kitap...

6- Hayvan çiftliği, G. Orwell
7- Yıldız tozu, N.Gaiman
8- Kuvayı Milliye, N.H.Ran
9- Beşbindörtyüzotuzdört, Y.Yunak
(insan çocukken de olsa, beceriksizce de olsa, komik de yapmiş olsa yine de kapak tasarmını yaptığı kitabı ilk 10 a koymazsa ayıp olur sanırım =) )
10- If you could see me now, C.Ahern

ve diğerleri...
Mutluluk (Z.Livaneli), Benim adım kırımızı (O.Pamuk), Empati (A.Fawer), Simyacı (P.Coelho), Ana (M.Gorki), Fareler ve insanlar (J.Steinbeck), Sineklerin Tanrısı (W.Golding), İnce memed (Y.Kemal), Dönüşüm (F.Kafka), Contact (C.Sagan), Açlık (K.Hamsun), ...


Topu aslında eloy'a atcaktım ama kendisi ilk ve son mime bişiy yazmayı redettiği için onun neler okuduğunu merak etmeme rağmen onu katmıyorum işin içine. Voodoo girl'e, stZiza'ya ve SuperHero'ya gitsin sıradaki şarkı: haydi söööyyylleeeeee....