22 Şubat 2015 Pazar

Bir uzak ülke...

“Herkesin istediği gibi yaşadığı uzak bir ülkenin özlemini duyuyorum.”

Oğuz Atay

Hedefim hep işe yarar olmaktı. Çocukken de işe yarar olmak için uğraştım, büyüyünce de. Bir işe yaradığımı hissettikçe tattım mutluluğu. En işe yarar şey de sana verilmiş emekleri boşa çıkarmamak, öğrendiklerini başkalarına öğretmek, sevgiyi, bilgiyi ve ekmeği bölüşmek oldu benim için. Astronomi okumaya başladığım zaman; lisans boyunca çift yıldızların optik bölge çalışmalarını öğreniyorum madem, yüksek lisansta da radyo özelliklerini öğreneyim, doktoramı yüksek enerjide yaparsam, yetkin bir araştırmacı olduğum zaman tüm spektrumu birleştirip tüm öğrendiklerimi harmanlayabilirim diye düşünüyordum. Öyle olmadı, hayat pek izin vermedi böyle olmasına. İnsanlar, ön yargıları, güvensizlikleri ve egoları izin vermedi, biraz da benim şaşkınlığım ve toyluğum. Bir diğer düşüncem de büyüyüp usta bir astronom olduğum zaman doğuya gitmek idi. Herkes ister Ankara, İstanbul, İzmir'de akademisyen olmayı. Ama biliyorum ki herkes bu şehirlere gidemez okumak için. Doğudaki üniversitelerden birinde bir astronomi bölümü olsa ve ben de ordaki öğrencilere anlatsam yıldızların bilimini diye umut ederdim. Kim bilir belki ben de Van Üniversitesi'nin Ethem hocası olurdum bir gün, kim bilir? Belki bir yerlerde öğrenciler WOS hocadan astrofizik dersi almak için Van Üniversitesi'ni seçerdi? Van değilse bile doğuda bir yerlerde akademisyen olma hayalim gerçekleşebileceğinin sinyallerini vermeye başladı geçtiğimiz Ekim ayından itibaren. 

Peki ben hala aynı şeyleri istiyor muyum? İnsanlarla uğraşmaktansa yıldızlarla uğraşayım derken boyundan büyük koltukları dolduran insanların kocaman egoları arasında sıkıştığımı fark ettim, hangi ülkeye gidersem gideyim. Fazla açık sözlü olunca insanların kafasını karıştırdığımı ve anlamadıkları için benden korktuklarını gördüm. Basit sandığım şeylerin o kadar da basit olmadıklarını, işin içine çıkarlar ve ego girince aslında hiçbir şeyin basit olamayacağını anladım. 

Her şey bir yana, bir de adaletsiz ve mutsuz insanlarla dolu olduğu görüyorum artık ülkemin. Eskisi gibi çiçek yok mesela evlerde. Neden? 2 hafta yazlığa gidince "iki günde bir, tabağından su veriverirsin, he mi?" diyebileceğimiz, evimizin anahtarını teslim edebileceğimiz komşularımız olmadığından olabilir mi? Eskisi gibi sokakta oynamanın tek sorunu çok terleyip üşütmek değil de, kaçırılıp organlarının çalınması veya tecavüze uğramak da var artık günümüzde. Sürekli televizyona bakarsan aptal olursun değil de, psikopat olursun diye tedirgin oluyor ebeveynler artık. Öğrenci dersten kalınca tembelliğinden değil de öğretmenin haksızlığından olabiliyor bu, işin kötüsü, bu gerçekten de bu nedenle olabiliyor. Dün gece itibariyle sokakta bere ve kaşkolla bir yerden bir yere gidiyorken sen, aynı sokakta eylem yapılıyorsa, polis de senin tipinden huylanmışsa, başına gelmedik şey kalmayabiliyor mesela artık. 1970'lerin Türkiye'sinde sendika mensupları aydın, bilge ve saygın kişilerken artık sendika üyesi olanlar sürgüne gönderiliyor mesela. Meselalar çok... ve ben korkuyorum. Bunca haktan, adaletten, sevgiden ve huzurdan mahrum olacağımı bile bile, hatta bu mahrumiyet neredeyse artık yasal olarak garantilenmişken, gerçekten istiyor muyum yeniden Türkiye'de yaşamayı?

Herkese her fırsatta dediğim gibi: haksızlıklar sadece Türkiye'de yok. Seri katiller, tecavüzcüler, esrarkeşler, hırsızlar sadece Türkiye'nin derdi değil, her ülkede var; en medeni denilen Avrupa ülkesinden, özgürlükler diyarı ABD'ye kadar her yerde var bu sorunlar; insanoğlunun olduğu her yerde. Ama aynı miktarda değil ve aynı tepkilerle karşılanmıyorlar. 

Ben, 31 yaşımı bitirmeme haftalar kalmışken, hala 13 yaşımın umudu ve idealizmiyle, hala istiyor muyum bir doğu üniversitesinin hocası olmayı? Ramazanda oruç tutmadığım için evimi basarlar mı acaba? Notunu kırdığım çocuk belinde silahla kapıma dayanır mı? Kırkıncı yaş günümü kutlamak için güzel bir şarap alabileceğim ve o şarabı gazete kağıdına sararak saklamadan eve götürebileceğim bir yer var mı acaba orda? Olur da Türk olmaktan bahsedersem, her ne kadar kendimi hiçbir milliyete yakın veya ait hissetmesem de alınır mı acaba birileri? Korkular, sorular, endişeler, ön yargılar ve cesaret!

Bir şeyi yapabilme şansınız olduğu zaman o şeyi gerçekten yapmak isteyip istemediğinizi asıl sorguladığınız zamandır sanırım. Bu sabah tutup da, Erdoğan'ın rejiminden kaçan bir sığınmacı olarak bir Avrupa ülkesine yerleşme başvurusunda bulunmayı ciddi ciddi düşünmüşsem...

Hayallerimden ve ideallerimden vaz geçmek istemiyorum. Hele ki bir baskı ve korku rejimi, ve bunun yarattığı insanlar nedeniyle vaz geçmeyi hiç ama hiç istemiyorum. Fakat şu da var ki Allah'ın bize en büyük emaneti olan bu beden ve ruh ise, ona layığıyla bakmak Türkiye'de pek de kolay değil ne yazık ki. 

Allah yardımcımız olsun.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İki kelam etmeden gittiğinde üzülüyorum ben.