26 Temmuz 2011 Salı

Güney Afrika'da ilk gün ve penguenler



Botanik bahçesinden çıkıp doğrudan Boulders Beach'e gittik. Arabayı makul bir yerde park edip, 1 km kadar bir yol yürüyerek vardık penguenler mekanına. Yol üzerinde minik hediyelikler satan birkaç tezgah gördümse de Güneş batmadan, bi an önce penguenlere yetişmek için dönüşe erteledim alışverişi. Yumurtasından yeni çıkmuş yavru penguenler, tüy değiştiren çocuk penguenler, avaz avaz bağıran penguenler, kayalıklara çıkıp atlayan penguenler, sevgilisyle sahilde yürüyen penguenler…









Penguenlerden ayrılmak pek kolay olmadı ama dönüş yolunu da hesaba katınca fazla da oyalanmak doğru değildi. Arabayı park ettiğimiz yere giderken önceden gördüğüm tezgahların çoğu kapanmıştı, bir iki tanesi de toparlanıyordu. Hemen gidip pazarlığa giriştim, ve tanesi 60 rand dedikleri minik penguen heykelciklerden ikisini 70 Rand'a aldım. Pazarlık kültürüne parseklerce uzak olan Murtaza ise benden 7-8 metre uzakta büyük bir hayranlıkla bana bakıyor, bir yandan da Pierre'e beni gösteriyordu. Alışverişimi bitirip yanlarına döndüğümde, yaptığım pazarlığı sordu Murtaza, ve şaşkınlığını atlatır atlatmaz ilk cümlesi "bundan sonra UK dışında alışverişlerimi sen yapacaksın" oldu. Zavallı adam ne bilsin pazarlık yapmayı, haklı tabii.



Civardaki bir restorantta, sahil manzarasına karşı biraz dinlendikten sonra, Cape Town'a gitmek için kıyı şeridini takip ettik. Bu yol normaldekinden biraz daha uzun sürse de, yol boyunca birçok minik gözlem yerinde durup bi dolu fotoğraf çektik. Harika manzaranın yanısıra, kocaman bir sahilde minik silüetini gördüğüm atlılar beni en çok etkileyen şey oldu sanırım. Yukarıdaki fotoğraftaki atlıyı seçebiliyor muunuz?

Cape Town'a döndüğümüzde Murtaza ben yoruldum diyerek biraz mızmızlansa da Pierre "Signal Hill'i mutlaka görmelisiniz" diyerek o yöne doğru sürdü arabayı. Gerçekten de harika bir şehir manzarası olan Signal Hill, yapacak fazla etkinliği olmayan yerlilerin yeni gözdesi olmuş; ellerinde fenerlerle tepeye tırmanmak son zamanların en popüler aktivitelerindenmiş. Gerçekten de yavaş yavaş ilerleyen minik ışıkları farketmemek mümkün değildi.



Günü logosunda bir kızılderili olan bir et restoranında, Spur'da, tamamladık ve benim de "creme soda" ile tanışmam böyle oldu. Ana yemeklerin gelmesini beklerken soğuk birşeyler içelim dedik; ilk başta Pierre'in ne içtiğine dikkat etmemiştim ama sonra parlak yeşil renkte bir şeyi büyük bir zevkle içtiğini görünce dayanamadım, sordum, azıcık tadına da baktım. Bir tür gazoz diyebilirim sanırım, tadı bildiğim birşeylere benzemiyor, belki BigBabol sakızına benzetilebilir. Pierre ise creme sodanın Türkiye'de veya UK'da bulunmadığına çok şaşırdı. Bu güzel yemeğin üstüne deliksiz bir uyku ile ilk günü tamamladık...

2 yorum:

  1. ayyyy bayıldım ben bu penguşlara yaaaa! hiçbir şey için olmasa bile sırf bu sevimliler için gidilir capetown'a.Bunların böyle ortalarda göründüğü belli bir mevsim var mı yoksa ne zaman gitsek hep milyonlarcasını birarada görebilir miyiz? Ayrıca hakketen o kadar tedirgin edici bir yer mi orası ya,gitsek kafayı yer miyiz paranoyak olup??

    YanıtlaSil
  2. sanırım her mevsim orda oluyor bunlar. aslında önceden bilsem bi mini tura katılırdım, evden/otelden alıp aldıkları yere bırakıyorlar ve hem penguenleri hem de minik bir bot turuyla fokları falan da görmenizi sağlıyorlarmış.

    bence tedirgin edici değil aslında ama insanlar çok fazla uyardılar bir de şöyle (http://witchieofstars.blogspot.com/2009/03/18-basarsz-tecavuz.html) bir geçmişim olduğu için huzursuzlandım ama şimdi gitsem kimseye kulak asmam valla.

    YanıtlaSil

İki kelam etmeden gittiğinde üzülüyorum ben.