Yoğun ve yorucu ve hasta bir gün. Pek koşturmacası olmasa da işleri yetiştirmeye çalışmanın stresiyle gergin. Birlikte yapılan bir ilk daha... Hasta gözler ve kırmızı bir burun... Erken gitmesi gerekti bir an önce iyileşebilsin diye. Koridorda onu beklerken ben, çalışma odasına gitti, eşyalarını toparladı, paltosunu giydi, yanıma geldi koridora. En uslu öpücüklerinden kondurup gitti yavaşça. Yalnız kalmanın değil ama onun hasta olmasının verdiği buruklukla geri dönünce çalışma masama, gördüğüm minicik bir not ve onun el yazısı... sabaha karşı yapraklarına çiğ düşen bir papatya gibi hissettim kendimi.
25 Aralık 2009 Cuma
.
Çok sinirlendiğim şeyler var. Ama kendimi istediğim gibi, karşımdakinin beni tam anlamıyla anlayacağı şekilde ifade edemeyeceğim için susmak zorunda kalıyorum. Bakıyorum da eskiden susmak daha kolaymış. Eskiden daha havadaydı burnum galiba, insanların beni anlamak için uğraşmaları gerektiğini düşünür, beni anlamamalarının onların sorunu oluğunu iddia ederdim. Sanırım zamanla çok fazla insan kaybettim ki artık "anlamıyorlarsa defolup gitsinler" deme lüksü göremiyorum kendimde.
Halbuki 40'ında ve hala yalnız kalabilmeyi başarmış insanlar ne kadar da imrenilesi geliyor bana. Sanki herkesin "daha fazla tek tabanca dolaşmamak gerek bu hayatta" diye düşünüp bir insanın yanına katılması, hayatına yeni birisini sokması çok aciz birşeymiş gibi, yalnızların hep daha güçlü olduğunu düşünürüm. Aslında her zamanki gibi bunda da kendimden yola çıkarak böyle düşünüyorum. Ne zaman ki yalnızsam, dünyanın en güçlü insanı gibi hissederim kendimi. Sırtımı kimseye dayamadıkça daha güçlü ve daha özgür hissederim. Aşk ne kadar mükemmel olsa da bir bağlılık var, o taparcasına sevdiğin insanın seni çok minik bir anda paramparça etmesi var, hassaslaşan bir ruhun, özleyen bir yüreğin var... Bence sanılanın aksine hiç de güçlü olmak demek değil yalnız olmamak. Aksine yalnız olmak; koca koca surlarla çevrili, en sağlam kaleye sahip olmak...
Gerekli Not: Eskilerden kalma, günümüzle hiçbir bir alıp vereceği olmayan bir yazı bu.
24 Aralık 2009 Perşembe
Duruşma, Destek, Süpriz, Elçilik
Yine aşırı yoğun bir döneme girdim. Yazmak istediğim, mutlaka not etmek istediğim ayrıntılar ve şaşkınlıklarım var ama fırsatım olmuyor. Vakit geçtikçe yazılamıyorlar. O yüzden bir kez daha kısa kısa...
Şurada bahsettiğim olay için mahkemeye gitmem gerekti. Beni arıyorlarmış fellik fellik. Fransa'da bile aramışlar ki hiç alakam yok Fransa ile. İlla ki Numune Hastanesi'ne gidip ruh ve beden sağlığım hakkında rapor alacakmışım. Geçen yaz Ankara'da Adli Tıp'a gittiğimde başıma gelenlerden sonra (ki bu ayrıca bir yazı konusu) bir daha hiçbi yere gidip muayene falan olmak istemediğimi belirten bir dilekçe vermiştim ama kimse oralı olmamış. Neyse işte ben de hazır Kayseri'deyken, yakın zamanda yurtdışına çıkmam gerekecekken ve mahkeme beni ararken gidip şu hakim bey amca ile görüşeyim dedim ama mümkün olmadı. İlla ki duruşmaya geleceksin diye tutturdular. Ben adamın yüzünü unutmadım ama o adamın da beni bilmesine gerek yok, neden yüzleşeyim ki adamla? Ama yoook, adamlar zaten geçen duruşmaya da gelmemişlermiş, bu duruşmaya da gelmezlermiş. Neyse yapcak başka bişiy yoktu, elimiz mahkum gittik Kayseri Adliyesi'ne. Önceden sırf hakimi görmek için gidişimizde bile epeyi kötü olmuştuk, hem ben hem de sevdicek. Bu defa bir de adamla karşılaşmak falan olunca tam takım düştük yola; Sevdicek, St.Ziza, Karakuş, JLP ve tabii ki Zerrincim! İşte o zaman çok iyi anladım, düğün vs gibi mutlu günlerde yanımızda olup göbek atan insanlara asıl adliye yollarında ihtiyaç duyuluyormuş ve ben gerçekten de çok şanslıymışım. Hayatımda ilk defa bir davada bulunmanın heycanı dışında çok kayda değer bişiy olmadı. Ankara'dakinin aksine Kayseri Adli Tıp'ında çok düzgün ve aklı başında bir doktor ile psikolojikimsi bir konuşmanın ardından başka bir yere sevkim vs. gerekmeden kurtuldum. Bundan sonra duruşmalara gitmem de gerekmiyor, sonucu adresime göndereceklermiş.
Perşembe:
Otel ve katılım masraflarının organizasyon tarafından karşılandığı ama yol masraflarının üstümüze kaldığı bir kış okulu var gündemimizde. İsrail'de gerçekleşecek. TÜBİTAK'a başvurmuştuk ki destekleyeceklerini açıkladılar! Bakalım gerçekten de destek çıkacaklar mı, dönüşte göreceğiz. Gerçi parayı harcadıktan sonra verilen destek ne kadar destek olur bilmiyorum ya...
1 aydır uğraştığımız süprüz parti oldu da bitti sonunda. Çoğu kimse güzel anılarla döndü evine sanırım. Sevdiceğe erken doğumgünü partisi düzenledik, gerçek doğumgününde İsrail'de olacağımız için! Ankara'dan trenle, İzmir'den otobüsle ve İstanbul'dan uçakla gelen süperötesi arkadaşlarla süper bir süpriz yaptık. Kafamızda "Heykeli dikilecek adam Onur" şapkalarımız, üzerinde sevdiceğin Scorpions'la aynı sahnede gitar çaldığı fotoğrafın(!) olduğu pastamız bile hazırdı.
Bugün:
İsrail Büyükelçiliği'ndeki macrea! En kısa zamanda readerınızda! =)
Labels:
neler yaşadık,
yaşadıkça,
yaşasın güzel arkadaşlar
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)