21 Şubat 2009 Cumartesi

Bekle!


Msn'de vs. iki satır bişiy yazıp 5 dk cevap vermeyen insanlara sinir oluyordum eskiden, artık "meşgul demek ki ama söylemeye çekiniyodur belki" diyip ben de kendi işime dönüyorum. Ama ben böyle yapınca birden bire, "haa gidiyo musun, iyi bari" diye sitem edenlere ve "aaaa yok canım burdayım, ne meşguliyeti" tepkilerine daha çok sinirleniyorum. Ulan hödük, madem meşgul değilsin beni niye bekletiyosun ekranın karşısında? Ben işimi gücümü bırakıp sana laf yetiştirmeye çalışıyorum ama sen bi meşguliyetin olmadığı halde beni öylece bekletiyosun, bu mudur yani? Bi aklınızı başınıza devşirin yaa! Bi sinirlendirmeyin beni!!! Sabahtan akşama pc karşısında sırayla herkesin uygun olduğu saatleri bekleyip sadece sohbet etmemi mi bekliyorlar yoksa tek işimin msn, gtalk muhabbeti olduğunu mu sanıyorlar, çözebilmiş değilim.

Psikolojik baskı uygulayan programlar


Skype: Take a deep breath!
Programı her açışımda karşıma çıkan bu salak uyarı yüzünden gerçekten derin bi nefes alıyorum, sonra da suni bir heyecanın içinde buluyorum kendimi. Alt tarafı bi program çalıştırdım niye kalbim öyle çarpıyo ki? Aptal aptal telkinlerde bulunmadan sessiz sakin açılsa olmaz sanki.

DC++ : Really exit?
Her defasında sanki o salak programı ebediyyen terk ediyormuşum da bana son bi kez soruyormuşcasına geriliyorum. O minik çarpıya bastımsa kapanmanı istiyorumdur işte, niye bi kez daha sorarak beni ikirciklendiriyorsun ki?

Firefox: Do you want to restore the previous session?
Sanki buna evet dersen geçmişten kopamayan, hep geçmişte yaşan birisi gibi hissediyorum kendimi, ama evet kapatmadan önce açık olan sayfaları görmek istiyorum yine, niye suçlu hissettiriyorsun ki beni?

Alışverişşş

Aslında sadece ayakkabı değil, kıyafet alışverişinde de öyle seksen saat harcamayı sevmiyorum, afakanlar basıyor. Hatta çoğu şeyi denemeden alıyorum. Her ne kadar giydiğim beden markasına göre değişse de tahmin edebiliyorum bana olacak olan şeyi az çok, zaten olmazsa da ertesi gün gidip değiştiriyorum, çok daha kolay oluyor o daracık kabinlerde eğilip bükülüp kan ter içinde kalmaktan. Ama ayakkabılar gibi sorunlu olduğum bir diğer şey de kotlar. Denemeden alınmıyor ve denemesi çok eziyetli, üstelik kendi başıma da anlayamıyorum iyi olup olmadığını, yani yanımda birisi daha olması gerekiyor, bense çoğunlukla alışverişe tek başıma çıkıp hızlıca alıp dönmeyi seviyorum. Bana fikir vermek için yanımda gelenlerse genellikle benim hiçbişiye doğru düzgün bakmadığımdan, o kadar hızlı geçersem asla ürünleri doğru düzgün göremeyeceğimden bahseder dururlar. Halbuki düzgün tasarlanmış bir dükkana kapısından kafamı uzatsam alıp almayacağım bişiy olduğunu şıp diye anlarım, büyük bir mağzaysa hızlıca bir tur atsam alacağım şey zaten göz kırpar bana. Ha bu söylediğim gece kıyafetleri için geçerli değil tabii ama zaten toplasam hayatımda en fazla 3 kere öyle bir alışverişe çıkmışımdır. Bak yazınca aklıma geldi yine, kot alışverişindeki sıkıntılar nedeniyle bi kota yapışıp günlerce üstümden çıkarmayıp, bi gün yıkayıp hemen ertesi gün yeniden üstüme geçirdiğim zavallı kotlarımdan iki tanesi hayata gözlerini yumdu, en kısa zamanda gidip onları terziye vermeliyim ki yeniden hortlasınlar, keza alışverişe falan gitmek İSTEMİYORUM!

Ayaklara özgürlük!

Alışverişin sadece kadınlara özgü bir tutku olmadığını görecek kadar alışveriş tutkunu erkek tanıdım, hatta özellikle ayakkabı konusunda tanıdığım birçok erkekğin tandığım birçok kadından daha tutkulu olduğunu söyleyebilirim. Ama yine de kadınların adı çıkmış ya dokuza, özellikle ayakkabı alışverişi konusunda, ünümüz çok vahim. Gel gör ki durum benim gibi bir cadı olunca iş değşiyor biraz, keza ben NEFRET ederim ayakkabı alışverişinden. Bi dolu ayakkabım olsun ister miyim onu bile bilmiyorum. Ayakkabılar konusunda tek istediğim, üç yazlık iki kışlık ayakkabım olsun, hepsi bu. Ama tabii ki daha fazla ayakkabım var çünkü acıttıma derecelerine göre giyilebilirlikeri değişiyor ve bu acıtma katsayılarının yüksekliğini ne yazık ki satın alırken hiç çaktırmıyor bu lanet şeyler. evet topamda 5 çift yeter bana ama mümkünse onları da ben gitmiyim almaya, ve mümkünse lütfen yara yapmasınlar, canımı acıtmasınlar, su toplatmasınlar. Ne zaman ayakkabı almak istesem bi kere sevdiğim modeli bulmam imkansız gibi olur. Neden kadınların ayaklarını küçük gösterme isteği vardır bilmiyorum ama zaten küçük ayaklı birisi olarak bir numara büyük ayakkabı almama rağmen hala acıtan yerler oluyorsa, normal boy alanlar kim bilir ne acılar çekiyor diye düşünmeden edemiyorum. Sevdiğim modeli bulunca da 36 numarasını bulmak işkence. Tamam 37'ye de razıyım, ama 39 vermeye kalkışmak tamamen saçmalık yani. Ha 35 numara bile giyebiliyorum kimi zaman ama bulabilmek için çocuk reyonuna inmek gerekiyor. İşin açığı, ben bakınca hiç de küçük görünmüyorlar, hatta kışlık ayakkabılarımı özellikle büyük alıyorum ki 2-3 kat giydiğim yün çoraplar başıma bela olmasın kış boyu. Ama yine de ayaklarıma bakıp, bunların üstünde yürümeyi başarabiliyor musun gerçekten, diye soran arkadaşlarımı anlamam mümkün değil. Vallahi o kadar küçük değiller yahu! Belki de bu ayak meselesi de benim ten rengim gibi, bana özgü bişiydir.. Nereme dokunulduğunu anında ifşa etme özelliği barındıran sevgili bembeyaz tenim, azıcık dokunsam bile kızarabiliyorsa; sevgili ayaklarım da belki azıcık bir basınca aşırı tepki veriyorlardır, bilemiyorum. Öneceleri "hepi topu ayağıma giyeceğim, çamurlara batıp çıkacağım ve yoldaki teneke kutulara tekme atacağım ayakkabılara neden tonlarca para veriyim ki" diyip aldığım ucuz ayakkabılara atıyordum suçu ama verdiğim paraya bakmaksızın istisnasız her yeni ayakkabının minik ayaklarımla girdiği savaşı görünce anladım ki sorun ucuzluğunda, markasında veya kalitesinde değil. Nerden mi aklıma geldi? S&C'de (evet rezil bir biliminsanı olarak bu diziyi de izliyorum) hatunların öylesine taptığı bişiy olarak gösteriliyor ki, onlar ayakkabı reyonlarına baktıkça bana afakanlar basıyor. Ne yalan söyliyim, yazın asfaltın sıcaklarından ayaklarım yanmadığı ve cam kırıkları olmadığı sürece çıplak ayak yürüyüp eve gelince seksen bin kere ayaklarımı yıkamak suretiyle dezenfekte etmeyi tercih ediyorum. Kimi insanlar çıplak dolaşmayı sever ya hani, benim de ayaklarım öyle, çıplak yaşamak istiyorlar. O denli ki, hep alıştığım terlikleri giyemezsem ikide bir biyerlere takılıp tökezliyorum. Boşuna teee Ankara'lardan getirmedim terliklerimi di mi? Boşuna yerden ısıtmalı ev hayali kurmuyorum di mi? Terlik giymeye gerek yok, üşütme ihtimali de yok, süper işte!

20 Şubat 2009 Cuma

+18 Anlamadığım itiraflar

Bir zamanların eski bir itirafçısı olarak hala da zaman zaman girip okuyorum itiraf.com'daki itirafları. "Ulan o kadar samimi itiraf yazdım ama yayınlamadı gıcık sitesahibi, biraz da atmasyon yapalım hele" dediğim itirafların büyük çoğunluğu yayınlandığı için ve yıllarca okumuşluğum, ordan insanlar tanımışlığım olduğu için, çok iyi biliyorum hangi itiraflara inanılıp inanılmayacağını. Ama bir kategori var ki anlamam mümkün değil. O da evliliğinde kocası ile sevişmek zorunda(!) kalan kadınların ve karısı ile sevişmek istemeyen(!) erkeklerin itirafları. Evet, son 3 gündür yine dadandım bu siteye ve ha bire itiraf okuyorum. Şimdi de HIMYM izlerken, 2. Sezon 19.Bölüm'deyim henüz, evlilik ile ilgili yapılan espiriler arasında da bu tür durumlar var. Ve benim anlamadığım şu ki; neden hala evli kalıyor bu insanlar? Tamam evlilik tabii ki sadece cinsellik değildir, ve hatta belki de cinsellikle hiç alakası yoktur evliliğin ama,taraflardan birisi bunu zorunluluk olarak görüyorsa, bundan kaçacak delik arıyorsa, veya ceza ödül sisteminin bir parçası haline gelmişse... yani bir ilişkideki en içsel şeylerden birisi bu kadar ayakaltı edilmişse daha ne demeye yanyana durur ki bu insanlar? Bu zorunluluk meselesi kafamı kurcalıyor. İnsan eşiyle bir yatağı paylaşmaya zorunlu olabilir mi yahu? Tam aksine evlilikteki en güzel paylaşımlardan biri değil midir bu? Yanyana uyumak ne kadar huzur verici ise yanyanayken uyuyamamak da o kadar güzel değil midir, ve sen bunlardan herhangi ikisini bile yapamayacak kadar azap olarak görüyorsan neden hala yanında durursun ki o insanın, benim aklım almıyor. Sanırım insanlar gerçekten evlenmenin ne demek olduğunu düşünmeden kalkışıyorlar bu işe de onun için böyle oluyor...

Yanaklarımın mevsimleri ve contalar

Buralarda pek çaktırmamaya çalışsam da geçen ay bolca sulu bir mevsim yaşadı yanaklarım. Bunun nedenini gözlerimdeki contaların bozulmasına bağlayan Zerrin'cim bana 3 adet, cillop gibi, kullanılmamış, taptaze conta göndermiş*. Zaten söylüyodu yolladım diye, gerçekten de yollamış, buyrun işte aha da ispatı!
Aslında yanaklarımın mevsimi çoktan pembe baharlara dönmüş ve 1 aydan az bir zamanda da yaz çiçekleri açacak olduğu için pek gerek kalmadı şimdi bu contalara. Yine de tabii ki, bunları da acil yardım çantamıza koyuyoruz, keza bu sonbaharlar öyle edepsiz ki, en istenmeyen zamanlarda gelip bir anda heryerin sular altında kalmasına neden olabiliyorlar.

* Yılbaşından bu yana 11 farklı kişiye gönderdiğim onca postaya rağmen benim postakutuma gele gele bu contalar geldi ya, ne diyim... Ben yine de devam edicem sizi hatırlamaya, postakutunuza zaman zaman uğramaya; varın siz bi postaneye gitmeye üşenin; ben yine de seviyorum sizi, tembel arkadaşlarım benim.

Ruya

Garip garip rüyalar gördüm yine ama huzurlu mutlu uyandım bu sabah. Geçen seferkinin aksine anlamlandıramadığım bi huzur var. Aslında şu sıralara huzursuz olmam zaten çok saçma olurdu, herşey o kadar yolunda gidiyor ki. İnşallah bi aksilik çıkmazsa çok daha da güzel olucak.

Rüyamda bi dolu pencere açıyordum, bir evin nerdeyse 20-25 tane penceresi vardı ve ben gidip 10-15 tanesini açıyordum sonuna kadar, temiz havayı çekiyordum içime. Pencerelerden birinin önünde bi akvaryum vardı. Sonra Tandoğan metrosuna benzer bir yerde koşa koşa aşağı iniyordum metroyu yakalamak için ama yakalayamayacağımı fark edince "aman neyse" diyordum ve o anda orası bir evin geniş kocaman girişine dönüşüyordu. Sonra birdenbire kendimi bizim sitedeki apartmanlardan birinin en üst katında buluyordum çünkü pencereden görülen manzara öyleydi ama evler farklıydı. OnurCUM beni Ziza'nın annesiyle tanıştırıyordu, elini öpsem mi öpmesem mi bilemiyordum çünkü yaşının ileri olduğumu bilmeme rağmen çok genç görünüyordu, bunu bir jest olarak mı yoksa yol yordam bilmemezlik olarak mı algılar karar veremiyordum.

Garip bi rüya. Gerçi rüyanın garip olmayanı yoktur heralde. Bi kere merdivenlerden aşağı inmek hiç de hayra yorulmaz ama azcık indim, çok değil, zaten sonunda yetişemeyince kendimi en üst katta buldum :P Sonra mesela ben Ziza'nın annesini de hiç görmedim. Sanırım blog da bir fotoğrafı vardı, ordan mı aklımda kalmış artık nedir bilmiyorum. Amanın saat kaç olmuş ben burda size rüya anlatıyorum! Gitmem gerek acilen, detayları ve güzel haberleri yakında anlatacağım, sıkı durun!

Canımın çiçekleri!


Perişte'cim ve LoLLa'cım da seviyo beni! :) Ödülleri için kocaman bi kucak dolusu teşekkür çiçeği toplamak isterdim onlara ama sanırım bunun yerine bu bahar görecekleri ilk tomurcuğun büyüsünü hediye etsem daha yerinde olacak... İçiniz hep o anki kadar taze ve huzur dolu kalsın diye... Bir daha kimsenin içinizi karartmasına izin vermeyin diye...

19 Şubat 2009 Perşembe

uyku perileri


uyurken aldığın nefeslere kondursunlar diye
minik perilerle gönderiyorum öpücüklerimi
ve uyurken verdiğin nefesleri
acil anlarda diri kalabileyim diye
minik yıldız keselerine doldurtuyorum

her gece yarısı
önceki gece yarısından itibaren
verdiğin tüm uyku nefeslerini
getiriyor perilerim
bir de güldüğünde pembeleşen
yanaklarına kondurdukları
kaçamak öpücüklerin tadını

ALAAF!




Wenn nicht jetzt, wann dann?
Wenn nicht hier, sag mir wo und wann?
Wenn nicht du, wer sonst?
Es wird Zeit, nimm dein Glück selbst in die Hand.





Efenüm zebahın köründe sınavım olduğu içündür kü bugün başlayan süper karnavala yetişemedim. En sevdüğüm karnaval şarkılarını ahanda tepeye koydum, umarım siz de seversünüz. Bu gördüklerünüz ise geçen seneden kalma fotoğraflar olmakla berabeeeer, umuyorum ki en kısa zamandaaaa, misal bu geceeee, partilere akalıııım, diyerekten süslenüp süslenüüüüp, zıppır zıppır oynayıııııp, bol bol da fotoğraf çekeceğizdir!

Cadınız karnavalın tüüüm detaylarını Bonn'dan ve bir ihtimal de Köln'den bildirecek efenüm, bizden ayrılmayınız!

18 Şubat 2009 Çarşamba

Twinkle twinkle little star...



inanılır gibi değil
çünkü
inanılmayacak kadar güzel

ben bir masal anlattım
ve sen uyudun
ve biliyorum aslında
anlatmasaydım da uyurdun
ama anlattım
ve uyudun

ve daha geçenlerde bahsettiğim o uyku huzuru
şimdi tam karşımda işte
hal böyle olunca
nasıl dursun o hayaller rafta?




Twinkle Twinkle little star,
I don't wonder what you are;
For by spectroscopic ken,
I know that you're hydrogen;
Twinkle Twinkle little star,
I don't wonder what you are.


Can! Dost! Herşey!



Sen sen olmasan...
... ben olmazdım
... ben böyle olmazdım
... ben böyle cadı olmazdım
... ben böyle dediği dedik bir cadı olmazdım
... ben böyle inadına; sadece ancak aklıyla kalbinin birlikte gösterdiği yolda giden biri olmazdım
... haksızları, saygısızlıkları ve ikiyüzlülükleri gördükçe böylesi tepkiler vermezdim
ve
... sevmenin ne demek olduğunu
... aşkın acı değil mutluluk getirmek için hayatımıza girmesi gerektiğini
... bilimin paradan üstün olduğunu
... ne yaparsan yap, önemli olanın sevdiğin işi yapmak olduğunu
... yaptığın işi sevmenin güzelliğini

... altına imzamı atmayacağım kalitede hiçbir işi yapmamam gerektiğini
... tilki gölgesinde yatmaktansa aslanlara yem olmayı tercih etmenin özgürlüğünü
... namert köprüsünden geçmektense sellere kapılmayı göze almanın cesaretini
... sessiz insan olmamayı
... saygı ile samimiyet arasındaki ince çizgiyi
... herkesin en temelde, sade ve sadece, insan olduğu için bile saygıyı hak ettiğini
... gökyüzünü sevmeyi
... almadan vermenin güzelliğini
... beklentisiz sevmenin rahatlığını
... gizleyecek hiçbir şeyim olmadan gözlerinin taa içine bakabilmenin mutluluğunu
... doğruları söylemenin getirdiği özgürlüğü
... ne yaparsam yapayım, göremediğim bi yerlerde arkamda görünmez destekçi değil, gözümün içine baka baka yanımda elimden tutan olacağını bilmenin verdiği eşsiz huzuru
...direnmeyi
bilemezdim.

ama çok özlüyorum şimdi...
... elele paten kaymayı
... bürodaki çiçekleri sulamayı
... beyanname telaşımızı
... beni okulda unutuşlarını
... heycandan kameraya çekemediğin sahnelerde, senin karşına çıkıyor olmanın heycanını
... kilometrelerce yol katetip de sonunda dinlemeye girmediğin seminerlerim sonrası sana sımsıkı sarılmayı
... "büyüdüğümde şarkıcı olmak değil ama iyi ki'lerimin keşke'lerimden çok olmasını istiyorum" dediğimdeki surat ifadeni :)
... sana yıldızları anlatmayı
... pazar sabahları seninle kahvaltı yapmayı
... birlikte kuaföre gitmeyi
... imge'de seninle bir bardak çay içmeyi
... kahve dünyası'ndaki kahveli çikolataları senin için aşırmayı ve çikolata kaşıkları sana zorla kullandırtmayı
... alışverişlerdeki krizlerini bile!
... bayramlarda gelen misafirlerden seninle birlikte kaçmayı
... sen beyaz'ı kullanırken sana en sevdiğin şarkıları söylemeyi
... seninle televizyon karşısında uyuya kalmayı
... evde başbaşa kaldığımız yaz geceleri yazdığımız süperötesi hikayelerle birbirimizi korkutmalarımızı
... "yapılır, yaparız, yaparsın, yapsanaaa"larını
... en çok da seninle yanyana, kokunu duyarak uyumayı...


İyi ki varsın bitanem!

Lütfen kendine iyi bak ve hep benimle ol!
Çünkü sen çok özelsin!
Çünkü sen benim herşeyimsin!
Çünkü seni herşeyden çok seviyorum!


Doğum günün kutlu olsun Zerrin'cim!

17 Şubat 2009 Salı

kelebekler

gözbebeklerime larvalarını bırakmış da sanki
minik kelebekler ordan
veya belki de
tüm o gözyaşlarımın çıktığı delikten
girmiş içime bi şekilde
ve tam karnımda başlamış ilk uçuşlarına
midemin duvarlarına çarpa çarpa

sonra günler olmuş
ben ağzımı açıp nefes alamamışım senden
ve kararmış içim
duvarları göremez olmuş kelebeklerim

karanlığın kötülüğü sarmış kanatlarını
yeşil ve yapışkan bir sıvıya bulanmışlar
uçamamışlar
nefes alamamışlar
ölmüşler içimde

midem ölü kelebekler mezarlığı olmuş

ve sen farketmemişsin mesela
ve mesela çok sonra farkettiğinde
ve onları diriltmek için dile geldiğide
artık o kadar geç olmuş ki
mezarlık bulunamamış bile

Menekşe misin sen?

Bu aralar bende bişiy var sanırım, herkes ilişkilerden bahsediyo bana. Yazmadığım bi dolusunun yanı sıra bugün konuştuğum, canım ciğerim "hemşow"cum şöyle dedi yeni kız arkadaşı ile ilgili olaraktan, bittim olaya;

hemşow: ya ben itaat etsin istiyom
süzgeci ben olam
herşey geçer benden
ama biliyim

witchie: anladım :)
hemşow: kabul ediyodu
ama ilgi, istiyo çok
menekşe misin sen dedim

Şu karadeniz adamlarının dobralığını çok seviyorum ya! Adam resmen açık açık diyo işte, 'bana herşeyini anlat ben seni zaten kısıtlamam' diyo daha ne desin? Menekşe benzetmesine bayıldım zaten. Bi de kıza "zayıfla azcık" demiş ama kız sormuş tabii "sen beni böyle sevmiyo musun?" diye

hemşow: evet seviyorum diyorum
ama insan elindekininin
en iyisini olmasını istemez mi

evini en güzel yaparsın

arabana modifiye yaparsın

kız arkına niye yapmayasın
witchie: manyak yaa böyle denir mi kıza
hemşow: dedim valla
dedim sana batan biyerim varsa söyle bana da

Böyle de bişiy işte. Sevdiği için herşeyi de yapar bi an bile düşünmeden. Hani ayrımcılık yapmak gibi olmasın, hemşerim diye demiyorum ama, Karadeniz'li adamların hali bi başka oluyor yahu =)

b.s.s.d.b.!

"saçları uzun ama burundan bizim ordakilere benzei"
:)



Ben bu şarkıyı dinledikçe hep bi hüzünlenirdim, yarı beline kadar suya batardı göz bebeklerim. Ama dün gece Zerrin'cimin gönderdiği bu videoyu izlediğimden beri salak bi tebessüm var. E tabii Şevval Sam'ın katkısı büyük bunda. Hatunun gözlerine yıldız kaçmış sanki ya ne güzeller! Sevebileceğim yegane renkli gözler bunlar sanırım.

16 Şubat 2009 Pazartesi

Tell him!

You gotta show your love and make him see that moon up above, reach out and get it!



If you want him to be the very part of you that makes you want to breathe,
Take his hand tonight, swallow your foolish pride and here's the thing to do;
Tell him that you're never gonna leave him!
Tell him that you're always gonna love him!
Tell him, tell him, tell him, tell him right now!


* Sözler tam olarak böyle değil, azcık modifiye ettim. Doğrusunu okumak isterseniz şurada.

Ayh! Daraldım!

-Kuasarlar dersimi çok seviyorum, ona çalışmayı da çok seviyorum, hatta karar verdim ki kredisine ihtiyacım olmadığı halde sınavına da giricem sırf zevkine :) Hem ortalamam da yükselir bi zahmet.

- Kendi kendime yemek yapmayı hiç sevmiyorum ama yemeğe bi misafirim olsa en süperinden döktürüyorum resmen.

- Zaten bi tabak yemeği bile bitiremez oldum. En gıcık olduğum kız tipidir öyle tabağındakini bitiremeyen mıymıymıy, allahım ben öyle olmıyım nooluuuuuur.

- Son 2 aydır sanırım, ya da işte geldiğimden beri ne kadar olduysa, mutfağın kabusu oldum resmen. Eskiden temizlik yapan, bulaşık yıkayan eden hatun ben değilim sanki, geldiğimden beri 3 kere yemek yaktım, ama öyle böyle değil, tencere tavalar kullanılamaz hale geldi; elime ne alsam düşürüp etrafa saçar oldum; he bi de etrafa dökmeyi becerdiğim meyve pürelerim var ki temizlemesi tam bir kabus, zaten dökülenleri sildiğim bezde de kırmızı kırmızı leke kaldı.

- Bıraksalar aylarca odadan çıkmadan yaşayabileceğime inanıyorum. Hani sırf gıda alışverişi için çıkar mıyım acaba diyorum ama yok onu da yapmam, nasıl olsa hazır çorbalarım, pudinglerim ve tang'lerim bana aylarca yeter, zaten çok bişiy de yemiyorum.

- Yarın Ruxy'i karşılamak için havaalanına gidicem ama hiç canım istemiyor. Hayır kız benim gibi bi dolu eşya ile gelip giden bi tip olsa tamam diycem ama zaten eli boş gelecek neden gidip karşılıyorum anlamadım. Bi anda aşırı samimiyete gelemiyo muyum nedir, ben de bilmiyırum. Belki de yeni insanlar sokmak istemiyorumdur hayatıma, mevcutlar yeterince can sıkıyor zaten.

- Bloga da aklıma ne eserse yazmaya karar verdim, sansür falan yok artık, resti çekiyorum, yakıştıramayan okumasın, bu konuda eleştiriye de hiç açık değilim. Biz seninle ilgili bu kadar detay bilmek istemiyoruz deme hakkınız sonsuzdur, o nedenle uyarıyım dedim, bu andan itibaren bi daha "ay yayınlasam mı yayınlamasam mı" ukalalığı/şımarıklığı, her ne ise işte onu bi daha yapmıycam.

- Yediğim meyve püresinin içinden cam kırığı çıktı, bi saattir takır tukur çiğnediğim şeyler minik böğürtlen taneleri değil de cam kırıklarıysa artık içimde cam kırıkları var, ne güzel değil mi?!

- Nil'in evlenmek gerek şarkısı çok süper, az önce last fm çalınca bi kez daha taktir ettim.

- Facebook'ta tanımadığım biri eklemiş beni;
WOS: "isim çok tanıdık geliyo ama çıkartamadım... zaten tanışıyor olsak benim almanca bilmediğimi bilirdin gibi sanki bi de ?!!?"


El cevap: "yok tanışmıyoruz zaten arkadaş bulucudan ekledim sizi erciyes demi okuonuz?"


e bişiy yazmadım ben de, ignore ettim sevgili arkadaşlık talebini. ve fakat;

El mesaj: "kızdınız mı?"

WOS: "Hayır kızmadım, sadece ben facebook'u yeni insanlarla tanışmak için kullanmıyorum. Size iyi günler."


Mesaj: "kusura bakmayın lütfen bende onun için kullanmıyorum ama canım sıkıldı taradım şöyle bi ama rahatsız ettim ise özür dilerim tekrar kusura bakmayın"


WOS:"yok gerçekten önemli değil, iyi günler.."

Mesaj!!!: "size de iyi günler sizde bir gün sıkılırsanız yazın bana çünkü şu ara ben çok sıkılıorum iyi günler..."

Ya sabır allahım ya sabııırrrr! Eşşek kadar da yazıyo yani "asabiyim!" diye, hala daha ne dadanıyosun be adam!!



Asabiyim, var mı ulan itirazı olan! Heeeyyyttt!

Öznel

omuz başlarından öpmeye başlayan sevgiliyi özledi tenim
belki o ilk öpüşle ikincisi arasındaki zamanda oldu tüm o aşk dedikleri
kimisi hemen kondurdu ikinciyi
kimisi bir kez daha öpmeye kıyamadı bir süre
ve her seferinde farklı oldu o aşk
sırf o iki öpüş arası farklı oldu diye

gözlerime bakmaya çekinir ya kimi sevgili
kimileri alışamaz çok uzun zamanlarca
sonra bir gün kendisi, benden sonra farkeder
artık hiç duraksamadan taa dibine kadar bakabildiğini
gözlerimin aslında onu ona en iyi anlatan kahve tadı olduğunu

yudumlar belirler mesela aşkı bir de
dudağından dudağına
dokunduğunda oluşan çizginin inceliği
ve bir de
dudağının neresinden öptüğü belirler aşkı
    ben en çok, ağzının kenarını severim mesela
    tüm o masumane öpüşler ordan olsun isterim
    ama içime almak için kavrulduğum günlerde
    beni öpeceğin en yanlış yer olur ağzımın kenarı

15 Şubat 2009 Pazar

yazdım gitti

Yazdım yazdım sildim, Pucca'nın son yazdıkları ile ilgili bişiyler yazmıştım. Sabahki huysuzluğum biraz azaldı mı yoksa iyice içime mi işledi bilmiyorum, tüm sinirlerim halı saha maç yapıyorlar kafamda hala. Çok çene çaldım bugün Mr. Rude ile, arada 2,5 şiir yazdım, buçuk çünkü biri tam bitmedi. Şiirleri buraya koysam mı koymasam mı diye çok düşündüm. Sonra konuşurken arada kendimi çok iyi anlattığıma inandığım laflar ettim, bunları mutlaka yazmalıyım dedim, ama şimdi okuyunca olayın akışı içinde süper görünen o laflar o kadar da süper değillermiş.

Aslında Oruç Aruoba kitaplarından yanımda olmasını pek bi istedim ama tam da o sırada Mr. Rude, Küçük İskender'i önerdi, onun bi şiirini okuduk. Şunu yani;

menenjitli bir lunapark markası sanan çocukluğuma

gözlerindeki çocuklar misketlerini kaybetti mi
bana gelirdin uçurumlardan uzağa
güven verirdi kim bilir, sevdam sana
seni nasıl ısıttığımın şiirlerini bilirdin!

bayrakları yarıya inerdi karanlığın
acılar müebbet güzellik yerdi meze tabaklarında
sen, bir başka sevgiliydin
susuz içilen rakı sohbetlerinde gizlice!

bana gelirdin kendinden habersiz
saygı uyandırırdı kim bilir, hüznüm sende
seni nasıl özlediğimin kapıyı çalışlarını bilirdin
şarkılarını zekice!

zaman kalırsa sevişirdik
odanın duvarları da sevişirdi sırtlarımızı onlara dönünce
hiç kromozom görmemiş insanlar gibi sarılırdık
binlerce sevap yerine geçecek bir günah sayılırdı kim bilir, tenim teninde
seni nasıl kuşandığımın tarihçesini bilirdin
zulmünü şehvetle!

Sonracığıma ben yazdım işte iki buçuk tene şiir, ama...bilemedim.. karar vermedim...bişiy dürtüyo böyle buraya koysana koysana diye; başka bşiy de "yok be kızım manyak mısın, ne gerek var ki şimdi" diyo.. bilemedim işte. Acaba paylaşmak istemiyo muyum, paylaşırsam neyden korkuyorum? Ben beni tanıyan insanlara bu kadar içimi göstermek istemiyorum sanırım geçen günki yazıyı da, hani şu Sincap'la yaptığmız konuşmaları, yazdım sildim sonradan, ama hatırladım ki reader'dan silinmiyo, gıcık oldum duruma..

O zaman sadece istediğim insanlara göstereyim içimi? Aslında sanırım daha dündü, veya bu sabah, emin değilim, bunu konuştum asında ama, ne yapıcam şimdi; yeni bi bloga taşınıp sonra üstelik tam da tanıdığım insanlara, hayır siz giremezsiniz, mi diycem? Yok yani böyle bişiy. Kimliğimi gizleyerek yazma kaygısına da giremem hiç. Öyle paranoyalar hiç bana göre değil. Aslında böyle diyince de işte isyanlar çıkıyo içimde, neden herkes herşeyi bilmemeli, kendi içimde yaşadığım onca karmaşayı en yoğun haliyle ben yaşıyorum, YAŞIYORUM yani daha ötesi yok ki! İnsanlara bunun yansıması gitse neee gitmese ne?! İşte böyle böyle kendimi gaza getirip herşeyi yayınlıyorum blogda sonra da aptallaşıyorum zaman zaman. Ha, tabii ki herkese aynı yanısmaz ama yansımazsa da bu onların anlayışsızlığıdır zaten. Beni yanlış anlamak veya yargılamak isteyen insan bunu her şekilde yapar. Yok eğer anladığından emin olamazsa, soru işaretleri oluşursa aklında ve adam gibi bunu bana sormazsa, bu da o kişinin hak ettiğidir, derim. Tüm hal ve hareketlerimde insanları yanlış anlamamak ve haksız yargılara varmamak en dikkat ettiğim şey olmuştur benim. Arada saçmaladığım da oluyor tabii ama nadiren. Ve ben bu kadar hassisyet gösterirken birileri beni kolaylıkla yanlış anlıyor ve bunu bana yakıştırıyorlarsa. Yani "Ulen bu da hiç bu cadının diyeceği laf değil ama demiş işte kaltağa bak" diyebiliyorlarsa, hiç umrumda olmaz valla; adam olan "Şşşt cadı, sen böyle bişiy yazmışsın ama ne demek lan bu" diye sorandır.


Sonra burdan konu sevgililere kaydı. Benim ütopik olmadığını bildiğim ve şu sıralar çok da dibinde mi duruyorum acaba dediğim sevgili tanımına. Bunu tanımlamak yanlış bişiy mi diye de sorguladım durdum bi yandan ama, sonunda kendi tanımımdan o kadar hoşnut olduğumu ve bunun beni o kadar huzurlu kıldığını farkettim ki, elimden geldiğince kalıplar içine sokmaktan çekinsem de herşeyi, bu defa bunun, yani böyle bir kalbın varlığını kabul ettim.

Mesela herşeyi paylaşmaz mısın sevgilinle? Ben herşeyimi paylaşacak kadar yakınım görmüyorsam birisini ona sevgilim demem. Peki sen paylaşıyorsun diye illa ki onun da paylaşmasını beklememeli misin? Şöyle beklerim, eğer ben o kadar samimi görülmüyorsam demek ki tek taraflı bir durum bu derim, bu beni kırar ve çeker giderim zaten. Benim sevgilim dediğim insan, içimdeki herşeyi bilmesinden çekinmeyeceğim, ve kafasını karıştıran bişiy gördüğü zaman da yargılamak yerine beni anlamaya çalışarak sorgulayacak olan insandır. Durum böyleyse eğer, ben neden ondan bişiyler saklıyım ki? Ve durum onun için de aynı değilse ben neden var olayım ki onun hayatında? Onun içini ısıtmıyorsam, onun hayatını kolaylaştırmıyorsam, ben olmasam "kimse yok" diyeceği yerden hayatında ben olduğum için "kimse yok ama o var" demiyorsa benim için, benim anlamım ne olabilir ki farklılığım ne olsun onun hayatındaki diğer insanlardan? Sevgili olarak tek farkım bacaklarımın arasındaysa benden öyle sevgili olmaz, hiç işe yaramaz hem de.

Kafamda bi sevgili modeli mi var? Bir kalıp mı oluşturmuşum? Evet, bu insanların varlığını bildiğim sürece ve bu kalıbın bir ütopya olmadığını bildiğim için bir sakınca görmüyorum bunda. Tabii ki farklı ilişkiler söz konusu olduğunda "oha lan önceki de mükemmel miymiş şuna baaaak kızıııııııım" dedirtebilir belki çok farklı normlardaki bi ilişki ama yine de benim için temelde sağlanması gereken, karşılıklı kurulması gerekn bir içselleştirme söz konusu. Bundan kaçındığım anda benim için bir buz kütlesi oluyor karşımdaki. Temel beklentiler değişmez, arkadaşlıklarda da özel ilişkilerde de. Mutlaka istisnaları, kendine has durumları olur her ilişkinin, bu durumlar kimi zaman daha güzelleştirir olayı kimi zaman tam tersi; ama temel hep aynıdır. Bir de mesela ben bu konuda normlarımın doğruluğuna çok inanıyorum, çünkü o normlar sağlandığında kendimi çok güvende ve çok huzurlu hissediyorum ve ilişkide bunu hissetmeyeceksem zaten ne anlamı kalır ki diye düşünüyorum? Aklımdaki o şeyleri sağlamayışını umursamadan sevgiye odaklanıp devam ettirdiğim ilişkilerim de oldu ama sonunda öyle yürütemeyeceğimi, çünkü benim aklımdaki şekliyle o güven yerine gelmiyorsa ben öyle bir sevgi istemediğimi, o sevgiye inanmadığımı farkettim. Ancak bana yeterince güvenildiğini hissedersem daha da artıyor benim de güvenim ve böyle tamamen korunmasız bırakabiliyorsam kendimi birisine, ve tamamen güçsüz düştüğümde bir maske takmam gerekmiyorsa, ve fakat onun da böyle güçsüz anlarında geleceği ilk kişi bensem ve o zamanlarda kocaman olup kanatlarımı açabiliyorsam ona ve o da bana sığınmaktan çekinmiyorsa, o zaman işte "doğrudur" diyorum. Evet erkekler güçlü görünmek ister, ama ben o erkeğin güçsüzlüğünü bile gösterebileceği kadar içinde olmak istiyorum. O kadar içselleştirilmiş olmam gerektiğini düşünüyorum. Sonuçta karşımdaki erkek de olsa onun da insan olduğunu bilirim, ve güçsüzlüğünü bana göstermeye utanmayacak, bundan sıkılmayacak kadar beni kendisi yapmışsa o zaman ben "tamam" derim. O kadar açık olmalı ki ben sormadan anlatmalı aklındakini, gerçi ben daha o farkettirmeden farkedemiyorsam onun aklındaki bir sıkıntıyı o zaman kendime kızarım ama bu ayrı. O kadar güvenmeli ki ben çok alakasız bişiye canım sıkıldığında bunu anlatırsam altında başka bi anlam aramamalı.

İlişkide hep dert, tasa, sıkıntı, üzüntü mü var peki eğlence nerde? Şöyle ki, bence eğlence herkesle yapılabilecek bişiy, ama içini herkese göstermezsin, üzüntünü ve güçsüzlüğünü değil herkese, kiçkimseye göstermezsin. O yüzden bu kadar genel yapabildiğim bişiyi, eğlenmeyi, ilişkiye temel almıyorum ben; kötüyü bile rahatça paylaşıyorsam zaten iyiyi süper güzel yaşarım ben o insanla. Yanımda sürekli şakalaşan, gülen oynayan, hep mutlu ve hep huzurlu birisi varsa onu ne kadar samimi bulurum veya sıkıntılarımla onun o halini bozmaya ne kadar cesaret ederim bilmiyorum. Kızlar yanında güldüğü erkekleri sever derler ama ben onlarla sadece gülerim, daha ötesi olmaz. Peki benim niye sıkıntım oluyo? Her seferinde farlı bir sebebi olabilir bunun. Çoğu insanın hayatı gerçekten çok iyidir belki de. Ve belki de ben hayatın ve dünyanın gerçekten kötülüklerini gören birisiyim. Sevgililer gününe mesela, insanlar mutlu olurken ben tek taş yüzük alanlara küfretmekle geçiriyorum. Hayat görüşüyle alakalı bişiy bu. Yani aşkla sevgiyle doğrudan bir ilgisi yok ama ilişkideki taraflardan birisinin mutsuzluğna neden olan herşey de bir bakıma ilişki ile ilgilidir. O pırlantalar çıksın da iki tane kendini bilmez alsın, bir mutlu ettiğini sansın diğeri de mutlu olsun böyle gerzekçe bişiyden diye çalıştırılan zenci köleler beni rahatsız ediyor. Ve yemin ederim ki bu suni bir rahatsızlık değil!

Yani işte ben öyle çok eğlenmeyi, işi gücü olmayan, hayat görüşü olmayan, boş arkadaşlarımla yapıyorum daha çok. Ha sevgilmle çok eğlendiğim zamanlar da olur tabii bu demek değil ki psikopatın önde gideniyim, gülmeye eğlenmeye mutlu olmaya gıcığım var. Yok tabii ki böyle bişiy ama ilişkide eğlenmekten ziyade düşünsel ve hissel anlamda bişiyler paylaşabiliyorsam o zaman bir anlamı oluyor ki burada işin içine hayat görüşleri, sosyalizm falan da giriyor işte köle zenciler, tek taş yüzükler vs... Komünist kızlar hep mutsuz değil midir zaten :)

Neden uyanıyorduk?

Hani uyandığın anda gözlerinin içinin parladığı, süper mutlu ve keyifli uyandığın günler vardır ya, işte bugün onun tam tersi. Uyandım ama sanki "Ne var lan yine niye uyandık, noolcak yani" hali var gözlerimde.

Uyanalı 20 dk kadar oldu. Parça parça aklıma geliyor gördüğüm rüya; kocaman bir gemi, deniz, bilmediğim bir şekilde Anıtkabir, bir haber ajansı, parçalanmış bir bayrak direği, yaramaz çocuklar, deniz, turistler, ODTÜ'nün içinde kaybolduğumda tırmandığım yeşil ve dolambaçlı yollara benzer beyaz tepeler...

Uyanamadım mı ben daha yoksa nedir? Uyandımsa da.. Neden uyandım ben? Niye uyanıyorduk, birisi söyleyebilir mi bi zahmet lütfen...