İçimde bi karanlık var, neden böyle çözemedim... Çok kurcalıyorum kalbimi de, ondan oluyor sanırım... Aklım karışıyor kalbime, hoşlanmıyorum bundan. Cesaretim kırılıyor yapmak istediğim şeylere, şaşıyorum kendime. Ben değil miydim bi dolu insanın "saçmalık "dediği, "salaklık" dediği, "pişman olacaksın" dediği şeyleri sırf gönlüm istiyor diye gözümü kırpmadan yapan? Ne oldu bana bilmiyorum... Gerçekten cesaret edemiyorum... şaşıyorum kendime... Kimseyi üzmek istemiyorum, hayır demeyi bilmiyorum, hayal kurup yıkılmaktan korkuyorum, sonu olmayan hayaller için beni sevenleri üzmek ve güzel insanları kaybetmek istemiyorum...tüm bunlar kırıyor cesaretimi ama kalbim kararıyor alıştığı şeyi yapamadığı zaman, kalbim sıkışıyor aklıma hükmedemediği zaman, kalbim buruluyor istediği gibi pata küte çarpamadığı için... Üzgünüm kalbim, büyüyorum galiba, büyüdükçe korkaklaşıyorum, riski göze alamaz oluyorum, korktukça kaybediyorum, korktukça uzaklaşıyorum da galiba istediklerime ulaşmaktan... Üzgünüm kalbim... üzgünüm, ama bilirsin ki ben gözümü kırpmadan seni dinledim hep, sanma ki değişti bu, sadece şunu da bil, ne zaman ki emin olurum insanların hata dediği şeyleri yaptığımda senin daha mutlu olacağına, işte o zaman hiç düşünmeden yaparım ne gerekiyorsa. Şimdi sadece emin olamıyorum, önümü göremiyorum, ileriyi kestiremiyorum, riski göze alamıyorum bi şekilde... Yoksa çoktan senin çarpıntıların için yapmaya başlardım herşeyi, pıtır pıtır atardın, kelebekleri koştururdun midemde biliyorum, ama şimdi değil kalbim, henüz değil, üzgünüm...
1 Ocak 2009 Perşembe
eksik
Eksik kaldı bi çok şey... bu senin sonu öncekilerden farklı olarak eksik kaldı. Tamamlayamadığım şeylerle doldu bi anda senenin sonu, şaşakaldım. Ben hep alışmıştım son dikkada da olsa işleri yetiştirmeye. İş değil de aslında isteklerimi desem daha doğru olacak. Mesela her ne kadar bişiyler almayı planlamasam da, bu yıl da hediyelik eşya fuarına gidecektim kesinlikle, ama henüz hala gitmemiş olduğumu fark ettiğimde ayın 31'ydi, halbuki fuar 30'unda bitmişti... Mesela haftasonu İstanbul'da iken Elena'ya kart atacaktım ama postaneye uğramaya bile vaktim olmadı, hele ki en çok da Dali sergisine gidemeyişime üzüldüm ama o kadar garip bir koşturmaca ve telaş vardı ki üzerimde ve beynim öyle uyuşmuş gibiydi ki sürekli, Dali sergisine gitmediğimi ancak Ankara'ya dönüş otobüsüne bindiğimde farkettim. Aradaki tek istisna sanırı yılbaşı pastası oldu; dün akşam binbir telaş içinde eve gelip yeni yıl pastasını yaptım ya, bu bir istisna oldu nasıl olduysa.. Ama yetişemeyişime en çok üzüldüğüm detay, bloguma koymak istediğim yeniyıl yazısının eksikliği oldu. Aslında yazacaklarım aklımda bile değildi ama koyacağım resmi çok öncelerden hazırlamıştım, scan etmeye fırsatım olmadı, hatta fotoğrafını çekmeye bile vaktim olmadı, bu sabah bi şekilde vakit yarattığımda da bulamadım bi türlü nereye kaldırdığımı... zaten bundan sonra da eksik eksik hissettim hep... Kimseye yeni yıl mesajı da göndermedim bu sene, çok garip hissettim kendimi. Tek yeni yıl mesajı da Seval'den geldi ve ben neden bilmem hala cevap yazamadım ona... Yeniyıl neşesini hissetmeden bişiyler yazmak çok sahte geliyor bana, sanırım o yüzden ne bir cevap ne bir mesaj.. Eskiden bi dolu mesajlar yazar gönderirdim ama bu sene sadece cevap vermeye karar verdim, böyle kimilerinin "cool" olarak adlandırdığı şey bana çok zavallıca geliyor...
31 Aralık 2008 Çarşamba
iç kitabı
"Sen, içini çıkarıp vermek istiyorsun başkalarına. Başkaları da bilsin, sana baksınlar diye...değil. Sen gibi baksınlar dünyaya diye. Çünkü orda baktıkça, tanıdıkça, anlattıkça çoğalan, gerçekleşen bir acı var. ... Bilsin bakalım onlar da, nasıl oluyormuş hiç anlaşılmayacak bir dilde oluşan bir başka evreni..taşımak..içinde.."
Çıkarıp versem mesela ellerimi, birkaç satır yazı yazsanız.. kaçınız korkmadan devam eder yazmaya, kelimelere ortasından başlayıp sonra başını yazan bir eli olunca? benim ellerimle kavrasanız bir cam bardağı ve baksanız ki en olmadık anda itiraz etmiş o el o bardağı taşımaya, paramparça olmuş cam, ister miydiniz o eli? Ya da sevginin elini tutmaya korkan, bir tuttu mu da bıraksa kangren oplup öleceğini sanan bir eliniz olsa, kaç kere yeniden cesaret edebilirdiniz ki sevgiye?
Gözlerimi versem size.. Bulutlara baktığınızda aklınıza sel altında kalan çocuğunu kurtarmaya çalışan bir babanın görüntüsünü getiren; toprağa baktığınzıda insanların görmeden ezip geçtiği solucanları hatırlatan; bir bebek gördüğünüzde korunamayacağı binlerce sıkıntı ve kalbini kıracak haksızlıkları düşündüren, saate baktığınızda kendinizi zamansız bir uzayda hissettiren; anlamaya ve anlaşılmaya açılan kapınızın kilidi olan bir çift göz ister miydiniz?
Ya da kulaklarımı versem? Çığlıklar, sessizlikler, bombalar, damlalar, koşuşlar, uçuşlar, sesler, sesler, sesler... duymak ister miydiniz ben gibi?
Ben Zakkum olduğumu düşünürüm yaklaşık 8 senedir. "Hayır! Hayır, hiç de sanıldığı gibi değil; bir zakkum seçemez zakkum olmayı. Ağır ağır gerçekleşen bir zorunluluktur bu. Zaman alır bir zakkum olmak. Bir ömür sürer zakkum olmak, bir zakkum için. Zehrini yaratmak, sagılamak kendine ve en son alışmak zehrine, bir ömür alır. Zehri taşımak, zehirlenmekten daha çok acıtır canı."
Ya sen? En iyi ne anlatır seni?
29 Aralık 2008 Pazartesi
HB2U!
Benim içim kararınca, kendimi bi garip hissedince, ve sanırım hep bir uyumsuz kalınca dünyaya... hep böyle zamanlarda okuyorum "iç"i; git gide içe yöneliyor, gittikçe içi görüyor, daha iyi anladığımı sanıyorum içi her seferinde... Mutlu zamanları paylaşamasan da her zaman gönlünce, en sıkıntılısı kendini anlaşılmaz hissettiğin yalnız zamanlardır ya, işte o zamanlarda hep yetişir bana bu "iç". Umarım sen de seversin, umarım sen de iç'inden bişiyler bulursun, umarım kendimi en çok bulduğum bu iç'i anlar, seversin sen de... İç'indeki tüm güzelliklerle, tüm güzelliğinle; nice mutlu, huzurlu yıllar senin olsun Onur'cuk, doğum günün kutlu olsun!
İpucu1: Uğurevler her neresi ise, size çok uzaksa, yarın tüm gün evde otur uslu uslu, kar yağışı fazla olunca sihirlerde gecikme olabiliyor. Yok yakınsa o zaman kalk git sihire yardımcı ol biraz.
28 Aralık 2008 Pazar
kaaar, yokuuuuş ve atraksiyoooooon!
Dayanamadım sonunda evdeki psikopatlığa, "Zerrin'cim hadi sana bi kahve ısmarlıyım" dedim, bi bahane uydurduk evdekilere, attık kendimizi sokağa. Sitenin merdivenlerini çıkınce her zamanki kar manzarası ile karşılaştık, lapa lapa yağan kar sonucunda yokuşun dibinde birbirine girmiş bi dolu araba, sinirden gülen araç sahipleri, aracı çekmeye çalıştıkça daha fazla arabanın birbirine çarptığı bir kaos, ve benim kahkahalarım. Zerrin'cim kızdı tabii gülünmez diye ama ben bu sahneye gülüyorum, çünkü araçlarda ciddi bir hasar olmuyor, arabalar bir türlü laf dinlemiyor, kar tüm haylazlığıyla yağmaya devam ediyor ve gülmekten başka yapacak birşey olmuyor. Köşedeki taksi durağına doğru ilerledik, durakta taksi yoktu, yeni araba gelene kadar kazayı biraz daha izleyelim dedik. Amanın o da ne!!! Bizim arabalardan biri!!! Sülale kalabalık olunca ailedeki araba sayısı da fazla oluyor haliyle. "AaAAAaaAAA bizim arabaaa" çığlıkları eşliğinde arabanın yanına koşunca diğer araç sahipleri gülmeye başladı bu sefer, bu kar kaymaları her ne kadar maddi zarar veren türden kazalardan olsa da herkesi güldürüyor bir şekilde, arabalar söz dinlemeyen yaramaz ufaklıklar gibi oluyor çünkü. Hemen telefon ettik teyzeme, neyse ki onlar da bizim evdelerdi, hemen indi Şişko'cum; polis, diğer araçların sahipleri, etraftaki meraklı insanlar vs... Çok ciddi bişiy yok tabii bizim arabada ama atraksiyon oldu işte akşam akşam. Sonra da gittik kahve dünyasında birer kahve içtik, çene çaldık, deşarj olduk, geri geldik sevgili tımarhanemize..
bakalım bakalım
Dönüş biletim olmadan, nerede kalacağımı bilmeden, mantığımı bile yanıma almadan çıktım yola pazar gecesi 23:30'da. Sabah 5,5'da Esenler Otogarı'ndaydım. Biraz bekledim, Çiko'cum geldi, gittik bi güzel kahvaltı yaptık Bonn'daki arkadaşlarımıza hediyeler aldık, Taksim'e gittik dolandık, bana kestane aldı ve servise bindirdi.
Yola çıkarken aklımdaki şey Taksim'de makul mantıklı bir mekan bulup, "ben geldim, son bi kere görüşmek konuşmak istersen buyur beklerim" demekti Mr. Rude'a ama sonra farkettim ki orada görmek istediğim diğer insanlar da var, "yürü be kızım kim tutar seni" dedim kendime, düştüm yollara. Sonrasını ne sen sor ne ben anlatayım...Garipti diyebilirim ancak. Akşam peder beyi aradım, Kadıköy'de buluştuk, eve gittik, ona facebook'u öğrettim, saat 2 civarında da yattık uyuduk. Ctesi günü sabahtan düştük yollara, Özsüt'te hızlı bir kahvaltı yaptık sonra hayırsız kuzenimin iş yerine gittik, affettim tabii görünce, sarıldık koklaştık, viaport yollarına düştük, ben sinir krizleri geçirdim bir miktar, alışveriş yapmayı sevmeyen bir cadı olarak epeyi zorlandım ama geçti gitti bi şekilde işte. Ardından Mr.Rude'un yanına gittim yine. Akşam vakti de tuttum elinden getirdim Ankara'ya... Çok kolay söylediğimi sandığı ayrılma meselesinin aslında kolay olmadığını ama sandığından fazla üzüldüğümü anlatmaya çalıştım bi kez daha ama bunca zaman beceremediğim şeyi şimdi de becerebildiğimi hiç sanmıyorum. Bu hafta bakalım bakalım dedik...bakalım bakalım.. görücez tamam mı devam mı...
Evde durumlar o kadar boğucu ki bunu anlatmamın mümkünatı yok. Koşa koşa kaçıp gitmek istiyorum evden, herkese ve herkese sinir oluyorum. En çok da misafir adı altında gelip ailenin huzurunu bozan insanlara sinir oluyorum. Sözkonusu canlının benimle aynı tarihlerde Türkiye'ye gelip gitmesi ise ancak benim tatillerimi zehir etmekte. Adam psikopat diye tüm terbiyesizlik, küstahlık ve edepsizlik haklarını nasıl alabiliyor bilmiyorum ama bu şekilde devam ederse benim de o kötü yüzümün ortaya çıkması çok yakın.
Sinirliyim, gerginim, gitmek gitmek gitmek istiyorum. Ya da açılıp şöyle bi koca tokat yapıştırmak istiyorum suratına!
Kar yağıyor bu sabahtan beri, şehre indiğimde karla kaplıydı her yan, ama çıkıp kartopu oynayacak kimsem yoktu işte.. kendi kendime "kar yağıyooo" nidalarımı dinledim durdum. Kar hala yağıyor ama bende ne huzur var ne neşe... Tüm bencil insanlardan nefret ediyorum, beni seven herkesin bencil olmasından da nefret ediyorum. bi bahane bulup çıkıp gitmek istiyorum bu evden. hayal ettiğim tatilimin içine eden herkesin tek tek elini sıkıp teşekkür etmek istiyorum. Gerçekten sayenizde tam da ihtiyacım olan tatili yaşıyorum!
Yola çıkarken aklımdaki şey Taksim'de makul mantıklı bir mekan bulup, "ben geldim, son bi kere görüşmek konuşmak istersen buyur beklerim" demekti Mr. Rude'a ama sonra farkettim ki orada görmek istediğim diğer insanlar da var, "yürü be kızım kim tutar seni" dedim kendime, düştüm yollara. Sonrasını ne sen sor ne ben anlatayım...Garipti diyebilirim ancak. Akşam peder beyi aradım, Kadıköy'de buluştuk, eve gittik, ona facebook'u öğrettim, saat 2 civarında da yattık uyuduk. Ctesi günü sabahtan düştük yollara, Özsüt'te hızlı bir kahvaltı yaptık sonra hayırsız kuzenimin iş yerine gittik, affettim tabii görünce, sarıldık koklaştık, viaport yollarına düştük, ben sinir krizleri geçirdim bir miktar, alışveriş yapmayı sevmeyen bir cadı olarak epeyi zorlandım ama geçti gitti bi şekilde işte. Ardından Mr.Rude'un yanına gittim yine. Akşam vakti de tuttum elinden getirdim Ankara'ya... Çok kolay söylediğimi sandığı ayrılma meselesinin aslında kolay olmadığını ama sandığından fazla üzüldüğümü anlatmaya çalıştım bi kez daha ama bunca zaman beceremediğim şeyi şimdi de becerebildiğimi hiç sanmıyorum. Bu hafta bakalım bakalım dedik...bakalım bakalım.. görücez tamam mı devam mı...
Evde durumlar o kadar boğucu ki bunu anlatmamın mümkünatı yok. Koşa koşa kaçıp gitmek istiyorum evden, herkese ve herkese sinir oluyorum. En çok da misafir adı altında gelip ailenin huzurunu bozan insanlara sinir oluyorum. Sözkonusu canlının benimle aynı tarihlerde Türkiye'ye gelip gitmesi ise ancak benim tatillerimi zehir etmekte. Adam psikopat diye tüm terbiyesizlik, küstahlık ve edepsizlik haklarını nasıl alabiliyor bilmiyorum ama bu şekilde devam ederse benim de o kötü yüzümün ortaya çıkması çok yakın.
Sinirliyim, gerginim, gitmek gitmek gitmek istiyorum. Ya da açılıp şöyle bi koca tokat yapıştırmak istiyorum suratına!
Kar yağıyor bu sabahtan beri, şehre indiğimde karla kaplıydı her yan, ama çıkıp kartopu oynayacak kimsem yoktu işte.. kendi kendime "kar yağıyooo" nidalarımı dinledim durdum. Kar hala yağıyor ama bende ne huzur var ne neşe... Tüm bencil insanlardan nefret ediyorum, beni seven herkesin bencil olmasından da nefret ediyorum. bi bahane bulup çıkıp gitmek istiyorum bu evden. hayal ettiğim tatilimin içine eden herkesin tek tek elini sıkıp teşekkür etmek istiyorum. Gerçekten sayenizde tam da ihtiyacım olan tatili yaşıyorum!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)