MSN'de çevrimdışı konumda, konuşmak isteyebileceğim birisinin online olduğunu görüp de online olmayı beklerken online olan insanlar nedeniyle çıkan sesten bile rahatsız oluyorum. Tam bir işkolik oldum son günlerde. İşimden alakasız olan herşey sinirlendiriyor beni. Şikayet eden insanlar sinirlendiriyor. Yanlışlıka ha bire kırdığım bardaklara sinirleniyorum ve iki de bir derince ve incecik kestiğim parmaklarımdaki yaralara da sinirleniyorum. Soğuğu severdim eskiden, çünkü sadece gökyüzünün altında olduğum gözlem gecelerine hastı, artık sevmiyorum. Bilmiyorum belki hala seviyorumdur ama en azından üşümekten yoruldum, bunu diyebilirim. Kırmızı kazağımı özledim, kırmızı ojelerimi de. "Beyaz ellerine en çok yakışan kırmızı ojeler" demişti bir dönem birden fazla insan, kimlerdi onlar bilmiyorum ama o dönemi hatırlayınca içim bi garip oluyor; çok aşk acısı çektiğim bir dönem olsa da kendimi çok güzel ve alımlı hissettiğim bir dönemdi aynı zamanda. Ben bir hatunum, ne garip... Sanırım son 1 yıldır bunu epeyi unuttum. Bakınca tokası makyajı falan yerinde, hatun olduğunun farkında gibi görünsem de...belki de abartıyorumdur, belki de sadece şu son bikaç günlük bişiydir. Böyle diyince de sanki hayatımda ters giden bişiyler varmış gibi oluyor. Hayır, hayatım gayet iyi. Çok daha iyi olabilirdi, ama değil, ama bu hali de gaaayet güzel, ama daha güzel olacağını biliyorum, çünkü bunun için çaba sarfediyorum. O zaman sorun yok demektir. Sağ elinin yüzük parmağının tırnağının hemen dibinde bir karton kesiği varsa, klavyede yazı yazarken tuşların kenarları oraya girip canını acıtabiliyor hatta yeniden kanamasına sebep olabiliyormuş, şimdi bunu tecrübe ettim. Canım acıyor, ve parmağım kanıyor. Kağıt kesiklerinden nefret ediyorum. Bi dolu işim var, üstelik de yapmaktan keyif aldığım, ve bitirince çok huzurlu hissedeceğim işler. Yapmaya kıyamıyorum sanki..tembellik değil ama sık sık gelen ve sık sık kovduğum b.ktan bir duygu var... yine geldi ve ben bu yazıyı bitirdikten sonra onu yine kovucam.
Eskiden facebook'ta çok fazla vakit geçirirdim, artık en fazla 3-5 dk duruyorum, sonra sıkılıyorum. Takip ettiğim blogları okurken de sıkılıyorum. Belli başlı birkaç on tane blog var günü gününe okuduğum ama onun dışındakilerden sıkılıyorum artık. İnternete neden o kadar bağımlıydım eskiden anlamıyorum bugünlerde. Sürekli ve hep kontrol etmek istediğim tek şey e-mailim çünkü başıma gelecek belalar da süprizler de ordan geliyor, gerisi boş. Peki ya internette eğlendiğim zamanlara nooldu? Yoksa bunlar büyümek mi oluyor? off... bu ne demek biliyo musun? Artık kuzenlerim için eskisi kadar ilgi çekici olmıycam demek... bu yılbaşı zamanı "witchie'cim, artık senin yanında da sıkılıyorum ben, büyüdün mü nedir" diyen kuzenimin haklı olması demek... ben nelerden zevk alırdım peki çalışmak dışında? gerçi çalışmaktan da süper zevk aldığım söylenemez, iş bitirmeyi seviyorum ben; "bu da bitti oh süper oldu" demeyi seviyorum. başka? bilmiyorum... insanın kendine gıcık olması çok sinir bozucu bişiy. içim içime sığmıyor ama iyi anlamda değil, daralıyorum gibi bişiy bu. Ama ben daralmıyorum, içim genişliyor sürekli, patlıycam sonunda sanki... dışarı çıkmalıyım belki de... ama dışarı çıkmak için giyinmek gerek, onu bile istemiyorum... buraya gelirken bir sinirle çıkınca evden, sevdiğim herşeyimi evde bırakmış olduğum için ve şimdi de giydiklerimi sevmediğim için, için için için için.... giyinmek de istemiyorum, dışarı çıkmak da istemiyorum... halbuki biliyorum, çıksam biraz, ne güzel olacak...
yarın gece eve doğru yola çıkıcam, cumartesi sabah Ankara'da olucam yeniden... Karakuş ve Zerrin'cimle güzel bir sabah kahvaltısının ardından teyzemler ve anneannem ve dedeme gidicem. güzel ev yemekleri yiycem, kesin anneannem sevdiğim bişiyler yapmıştır bana. hatta son zamanlarda teyzemle yarışıyorlar, hangisinin yaptığını daha çok sevicem diye, ben de şımarıyorum. sonra biraz birikmiş harçlıklarım varsa onlarla hemen euro alıp Bonn'daki birilerine göndericem ki banka hesabıma yatırsınlar, hesap yine eksiye geçti.... muhtemelen kuzenler falan da gelirler bizim eve cumartesi günü... akşam da kocaman sülale yemeği... pazar sabahı uyuşuk bi kahvaltı, akşam 5 gibi Başken oda orkestrasının konseri, konser sonrası gözlemevine gidiş. Sahi Ankara'da olup da gökyüzüne meraklı olan kimse varsa, bu Pazar günü Ankara Üniversitesi Gözlemevi halk günü adı verilen bi etkinlik yapıyor, herkesi davet ediyor, giriş ücretli mi bilmiyorum ama 2-3 TL olabilir, fazla olacağını sanmıyorum. Teleskoplarla Ay'a ve gezegenlere bakıyorsunuz. Gelirseniz haber edin mutlaka...gökyüzünü size bizzatihi ben anlatıcam! Aha bu da bu haftasonu için etkinlik bilgisi:
3 Mayıs 2009, HALK GÜNÜ ETKİNLİĞİ
Etkinlik Başlama saati: 19:30
Teleskoplarla İzlettirilecek Gök Cisimleri: Ay, Satürn, NGC2264, NGC2632, Mizar-Alcor, Albireo
Sunum: Astrofotoğrafçılık ve uygulaması (M57 Yüzük Nebulası + M27 Dumbbell Nebulası)
Belgesel: Deep Space (Derin Uzay)
Gökyüzü Tanıtımı: Mevsim itibariyle görülebilen takımyıldızların mitolojik hikayeleriyle birlikte tanıtımı
Neyse pazartesi sabahı da 8 otobüsüyle doooru Gayseri'ye...
Yazmak iyi oluyo, aklımın içinde dönüp duran düşünceler hem biraz şekillenmiş oluyo hem de aklımı terk ediyorlar ki yeni şeyler düşünebileyim, işime dönebileyim...
Bu yazıya resim falan yok, müzik de yok, içim genişliyo zaten...
Pffff....