1 Şubat 2011 Salı

durum bildirimi

Simdilik bu haftada bir ariza yok gibi. En azindan isler iyi ilerliyor. Scripti kolayca hallettim bugun. Sadece tek bir yerde sorun var, onun icin de kullandigim paket programin maillistine mail attim, umarim ise yarar bir cevap gelir ordan, gelmezse de o kismi elle yaparim cok vakit kaybettirecek birsey degil.

Bu sabah garip ve huysuz bir ruya ile uyandigimdan mutevellit suratim pek asik. Kocacim bana cok sevimli mor bir defter almis yuzum gulsun diye. Yuzum gulebildi mi bilmiyorum ama icim cok mutlu oldu. Bu mutlulukla bile bu aksamki spor seansina gidecek enerji bulamadim . Aslinda mutsuz olunca daha cok hareket etmek gerek biliyorum ama =\

Cadiniz ofisten bildirdi; o yuzden Turkce karakterler yok.

30 Ocak 2011 Pazar

zorlu hafta 2

Geçen hafta, pazartesi günü Belfast'ta "proje yönetimi" seminerine katılacak olmam sebebiyle sabah 6,5'da başladı. Belfast'taki bu seminerler iyi hoş ama 9,5'a yetişebilmek için sabahın köründe kalkmak, soğuk ve daha da beteri karanlık havada yollara koyulmak ve 1,5 saat yol gitmek çok feci. Neyse ki eve yakın durağı keşfettiğimizden beri sabah karanlığında çok fazla yürümek gerekmiyor. Ama burdaki en sıkıntılı şeylerden bir diğeri de otobüsler sanırım. Türkiye'de hiç başıma gelmezdi yol tutması durumu, burada ise tam bir kabus. Bir otobüsün amortisörü anca bu kadar kötü olabilir. Yolculuğun ilk 5 dakikasında uyumazsan mide bulantısı kaçınılmaz. Neyse ki sabahın köründe kalkınca uyumak sorun olmuyor. Ne var ki bu gün şöförün iyiliği tutmuş, ısıtıcıları açmış sonuna kadar. İnsan resmen eriyor. Belfast'a varıp da dışarı çıktığında ise tirtir titre! Bi de bu karanlık sabahlar beni acayip depresifleştiriyor, üstüne de üşüyünce sanırsın ki günlerdir sokakta kalmış zavallı bir köpek yavrusuyum. Hayat zindan, ben esir. Titreye koşa durağa gittim, üniversiteye giden otobüse binicem diye. Neyse ki durağın paravanı rüzgarı kesti biraz olsun. Kafamda kalın mı kalın berem, kaşkol burnumun üstünden boğazıma kadar her yeri kapatıyor, ve paltom zaten benim o anki tek kurtarıcım. Bunların arasından gözümü görebilene madalya vermek lazım ki gözlerimdeki ifadeye bakıp da beni sığınma evine götürmeyenler utansın. Ama daha fazla utanması gereken biri varsa o da durakta benimle birlikte otobüs bekleyen liseli kız. Güya okul forması var üzerinde ama ne bir bere ne bir palto, hatta ceketi bile giymemiş. İnce bir gömlek, boynunda kravatı, mini eteği, ayak bileklerine gelen soket çorabı ve babet ayakkabıları. Allahım kızı hatırladıkça üşüyorum hala! Neyse ki seminer gayet keyifli geçiyor da sabahki işkence boşa değilmiş diyorum.

Bu arada taa Aralık ayında bulaşık makinesi alacağımızı ve bunun için muslukçu gelmesi gerektiğini söylüyoruz ev sahiplerine. Bizimle hemfikirler, muslukçunun bir an önce gelmesi için ellerinden geleni yapacaklar ama Christmas zamanı buradaki don nedeniyle muslukçu aşırı yoğun olduğu için sıranın bize gelmesi vakit alabilir falan filan. Eyvallah. 7 Ocak'ta gidip makineyi seçiyoruz, 14 Ocak'ta alet evde. Gün itibariyle ev sahibine muslukçu gelmesi gerektiğini söyleyeli bir ayı aşmış ve ben son 2 haftadır bulaşık yıkamama grevi yapıyorum. Evde yemek işleri sevdicekten, bulaşık işleri benden soruluyor. Ben kendimi kurtarmak için bulaşık makinesi ile çözüm bulduğumu zannediyorum ama muslukçu bana engel! Ya bu makine çalışır ya da ben bulaşıklara dokunmam! diye viyaklarken ben, arada bir sıkıştırıyoruz ev sahibini. Geçen cumartesi günü muslukçu çıkageliyor bir anda (evet önceki yazıda bunu anlatmayı unutmuşum). Bakınıyor ne yapacağına, pazartesi veya salı geleceğini söylüyor. Ve geçen ğazar günü ev sahibine soruyorum muslukçu hangi gün saat kaçta gelecek diye, Pazartesi gelecek ama saatini hatırlamıyorum, öğrenip haber veririm diyor. İnanıyoruz. Bu yüzden de ben pazartesi günü Belfast'a gittiğimde sevdicek evde kalıyor muslukçuyu beklemek üzere. Ama ne gelen var ne giden... Sevdicek ev sahibine gidiyor, "Bak amca muslukçu gelecek diye evde bekledim tüm gün ama tık yok, yarın da Belfast'a gidicez. Bi hallet şunu da haber ver bize artık" diyor, amca her zamanki gibi tamam diyor. İşin kötüsü şu ki bizim kapının anahtarı aynı zamanda dış girişin anahtarı. Binaya giriyorsun, sonra bir kapı bizim eve bir kapı da ev sahiplerimizin evine açılıyor. Haliyle bizim evin anahtarı bu evde yaşayan herkeste mevcut ve amca sürekli "siz dert etmeyin, evde olmasınız da ben hallederim" modunda. İyi de biz bunu istemiyoruz ki!

Neyse, Salı oluyor, yine sabahın köründe yollara koyuluyorum ama neyse ki yalnız değilim bu defa, sevdicek de benimle birlikte. Belfast'a vardığımızda ben bu defa "Zaman Yönetimi" seminerine giriyorum, o beni dışarda bekliyor. Çıkışta üniversitenin kitap satışına gidiyoruz. Niyeti bir an evvel buralara gelmek olan ve TOEFL'a hazırlanan kankam için birkaç ingilizce kitap bakıyorum ama benim burdan alıp göndermemdense gidip kendisinin Olgunlar'dan alması çok daha mantıklı geliyor. Sonuçta o benim gibi orjinal kitap hastası biri değil, hele ki söz konusu ders kitabı ise. Ama bu arada kendim için bir kaç kitap buluyorum. Bunlardan bir tanesi Akademik İngilizce Metin Yazımı. TOEFL'dan 120 üzerinden 100 almışın da daha neyin derdindesin demeyin, insan çok kolay unutabiliyor. 4 aydır burda olmamız ise hiç bir anlam ifade etmiyor çünkü ha bire Türkçe konuşuyoruz sevdicekle. Bonn'da yaşadığım dönem günün %90'ı ingilizce geçiyordu, burda ise %5'i ancak. Farklı dilde düşünmek o dili konuşabilmek için en önemli faktörlerden. Ama etrafınızda anadili ingilizce olmayan insanlar olunca ister istemez onların hatalarından etkileniyorsunuz, hele ki hatalarından habersizce tekrarlıyorlarsa, sizin de kafanız karışabiliyor pekala. Ama bunca yıl ingilizce eğitim gördükten sonra hala daha ingilizce kitabı alıyor olmak da insana dokunuyor azıcık. Kendimi yabancı dil ders kitaplarının arasında buluyorum. İlk fırsatta yeni bir dil daha öğrenmek için yanıp tutuşuyorum ama önce şu yıllardır başıma bela olan Almanca'yı halletmem gerek. İki tane de almanca ders kitabı alarak çıkıyorum kitapçıdan.

Dolana dolana Apple Store'un yolunu tutuyoruz sevdicekle. Christmas vakti tesadüfen karşılaştığım kitapçıyı bulmaya çalışıyorum bu arada ama hatırlanacak gibi değil, hemen turist info'ya gidip bir Belfast haritası alıyoruz, bir de yakında nerde kitapçı var diye soruyoruz. Bu sayede benim bildiğim kitapçıya kırtasiye açısından bin basar nitelikte başka bir kitapçı öğreniyoruz. Tabii ki ilk işim mektup kağıtlarına saldırmak oluyor. Yarım saatten biraz fazla süren seçme sürecinin ardından ellerimde kağıtlarım ve iki dolap kilidi ile çıkıyoruz dükkandan.

Yılın başından beri spora gidiyoruz ama soyunma odaları konusunda biraz sıkıntılıyız. Çünkü üyelere özel olan soyunma odalarındaki dolapların kilitleri yok, her üye kendi kilidinden sorumlu. E bizim de kilidimiz olmadığı için üye olmayanların 1 pound atarak kullandıkları yerleri kullanıyoruz. Normalde bu da sorun değil ama havuzu kullanmak istediğimiz zaman üyelerin soyunma odası çok daha avantajlı oluyor havuza yakınlığı, saç kurutma makinesi, duşlar, vs. açısından. Biz de kilitsizliğimiz yüzünden havuzu kullanamıyoruz. Ama artık mor ve mavi kilitlerimiz ve dolayısıyla da havuz hayallerimiz var.

Kitapçıdan çıkıp Apple Store'a doğru koşuyoruz. İki derdimiz var. Birisi benim iPhone, birisi de sevdiceğin MacBook. Mac Book için bugüne randevu veremiyorlar ama iPhone için 1 saat sonrasında bir boşluk var, beni araya sıkıştırıyorlar. Biz de bu bir saatlik boşluğumuzda civarın en UCUZ kahvecilerinden biri olan Starbucks'a gidiyoruz. Bir saat kadar kafa dinliyoruz derken telefon çalıyor. Arayan ev sahibi. "Muslukçu ansızın çıkageldi. Biz hallettik sizin bulaşık makinesini. Ortalık biraz kirlendi ama elektrik süpürgesiyle aldık, fazla bişiy yok ama yine de azıcık temizlik gerekebilir. Siz de makineyi ilk çalıştırırken bi dikkat edin bakalım damlatıyor mu, biz birkaç dakikalığına test etmek için çalıştırdık" Evet, tam da korktuğum başıma gelmiş! Neyse diyoruz, en azından halledildi artık.

Apple Store'daki ablaya anlatıyorum derdimi, kitleniyor bu alet hiç söz dinlemiyor diye. Yazılımsal bir sorun olabilir diyor. Format atacağını tahmin ederken ben, "yenileyeceğiz bunu" diyor. Neyse ki böyle bir şey olabileceğini tahmin edip yedeklemiştim Cuma akşamı ofisteki bilgisayara. İyi madem diyoruz. 1 ay içinde ikinci yeni iPhone'umu alıyoruz, eve geliyoruz.

Evdeki manzarayı layığıyla anlatabilmemin imkanı yok. O an o kadar sinirli olmasaydım da fotoğrafını çekebilseydim keşke. Özetle, kilimler bir yana kaldırılmış, yerler çamur. Masa kenara çekilirken masanın üzerindeki kaplardan biri yere düşmüş ve içindekiler etrafa saçılmış. Su vanasına ulaşmak için yatak odamızdan geçerek banyoya girmişler. Banyodaki depomsu kısıma yerleştirdiğim her şeyin altı üstüne getirilmiş ve vanaya ulaşılmış! E be adam! Bu ev senin yüzyıllık evin! Bilmiyor musun su tesisastı nerde? Bu iş için benim yatak odama banyoma girmen gerekecekse ben yokken bunu yapma isteği nedir? Sadece ben değil sevdicek de çok sinirlendi bu sahneye haliyle. İkimizden birimizin sinirli olduğu zamanlar tamam da ikimiz birden sinirlenince işler pek kolay olmuyor haliyle. Neyse, durumu kabullendik, temizlik yaptık, sinirli sinirli oturduk kıçımızın üstüne. Zaten temizlik ve bir de hızlıca yemek faslı bittiğinde saat çoktan gece yarısı olmuştu.

Çarşamba sabahtan rutin toplantı vardı. Sonrasında da patrona gidip imzalatmam gereken birkaç evrak.. Bir de bu Güney Afrika seyahati nedeniyle sağlık ocağının bana bazı aşılar önerdiğini ve onlar için öğleden sonra sağlık ocağına gidip aşı olacağımı söyledim. Adam ben de olmalı mıyım acaba diyeceği yerde yüzünü astı, iyi peki dedi. Uyuz! Sanki ben işten kaçmak için yapıyorum bunu. Mal herif! Öğle arasında pek nadir yaptığımız bir şekilde yemek için dışarı çıktık sevdicekle. Yemeğimizin ortasında gözlemevinin en sevimli iki tipi de katıldı bize ama biz alelacele kalkmak zorunda kaldık aşılara geç kalmamak için. Neyse ki gecikmedik. Sol koluma Difteri/Tetanoz/Polio sağ koluma da Hepatit A ve Tifo karışımı. Soldaki hiç acımadı ama sağdaki hem yaparken hem de sonrasındaki 5 dk boyunca çok fena yaptı beni. Gün boyu iki kolum da sızladı ama çok da dayanılmaz bişiyler olmadı.

Aşıdan çıkınca eve gidip dinlensem mi yoksa ofise mi dönsem diye kararsızdım sabah evden çıkarken ama gündüz patronun suratsızlığı ile ofise dönüp orda aylaklık edeceğim kesinleşti. Biri benle inatlaşmaya görsün işte! Zaten akşama doğru da çıktık aylık ev alışverişi yaptık.

Perşembe gündüz nasıl geçti bilmiyorum. Önceki yazıda yine unutmuşum yazmayı, geçen cuma patronla bir görüşme yaptım. Mart sonunda vermem gereken bir rapor var üniversiteye, ve Mayıs-Haziran gibi de o raporun sunumunu yapmam gerek. Bununla ilgili Cuma'ya kadar benden bir "yol haritası" istedi. Yol haritası diyerek ne kastetti acaba diye düşünürken ben, bi baktım ki adam odamda duruyor. İşler nasıl gidiyor diye sormaya gelmiş, te allaam! Dedim işte senin istediğin "yol haritası"na bakınıyorum naapsam diye, meğer istediği şey raporun içindekiler kısmı imiş. Bi yandan raporu yazmamı bi yandan da indirgemelere devam etmemi ve analizlere başlayıp bitirmemi istiyor. Sanırım akşam yemeklerinde karısıyla sohbet etmek yerine bu kıza daha başka ne iş verebilirim diye düşünüyor. Ne yapmam gerektiğini anlayınca tabii ki yapmak yarım saatimi aldı ama süsleme kısmı bitmedi. Cuma günü rapora ek bir de zaman çizelgesi hazırladım. Götürdüm verdim, pek bi etkilendi tabii. Sonra bi de tatil planımı söyleyip raporun sunumunu Mayıs'ta yapmak istediğimi anlattım.
WOS: Haziran başı-ortası gibi Tr'ye gitmek istiyorum çünkü seçimler var ve oy kullanmam gerek.
P: Heheheee, posta ile oy kullanamıyor musunuz?
WOS: Hayır güvenli olmaz öyle. Gerçi şimdi de oyları saydıklarına inanmıyorum ama en azından ben üzerime düşeni yapayım istiyorum.
P: Tamam.
WOS: Bu durumda bu sunumu Mayıs'ta yapsam olur mu?
P: Benim için sakıncası yok ama komitedeki diğerlerinin tarihlerinin uyması da önemli. Ben bununla ilgili bir mail atayım.

Bu konuşmadan 15 dk sonra mail posta kutumdaydı. Adam iki dönem önermiş sunumlar için, ya 23 Mayıs haftası ya da 13 Haziran haftası. Benim adama verdiğim zaman çizelgesinde ise sunum Mayıs'ın son haftası görünüyor ve ben 10 Haziran'dan 20 Haziran'a kadar tatildeyim. Ya adama yazıp veriyorum da hala neyi anlamıyor, ne diyor da dediğinin farkında değil, bilmiyorum!

Salı günü gittiğimizde Apple Store, Mac Book için Cumartesi'ye randevu vermişti. Ve işin sinir bozucu yanı şu ki, yeni verdikleri iPhone da ha bire kitleniyor, fotoğraf çekmek çin işkencesi! Ben de iPhone için de bir randevu aldım Cumartesi'ye, böylece bir taşla iki kuş vuracağız ümidiyle. Cumartesi yine sabahın 6,5'unda kalktık, kahvaltı yaptık. Baktık ki cumartesi günü otobüs 7:15'te değil 7:30'daymış. Bizi aldı bir rehavet. "Zaten hava da çok soğuk" "Ya bugün cumartesi olduğu için iki kat bilet fiyatı ödiycez" "ya baksana daha güneş bile yok ortada" "ya akşama da misafirler gelicek, ya yetişemezsek" derken kendimizi yeniden sıcacık yatağımızda bulduk. Randevuları internetten iptal edip horrrr. Aslında gidebilseydik hem telefonu ve notebooku tamir ettirecektik hem de ben biraz hediye alışverişi yapacaktım, bi de sevdiceğe kitap alıcaktık. Ama gelecek haftaya ertelendi artık naapalım.
Evde kalmanın verdiği mahmurlukla uyanmamız 12'yi buldu. Evi temizledik, ortalığı toparladık derken akşam oldu. Geçen hafta spordayken televizyondan öğrendiğim çilekli rulo kek tarifini uygulamak için gayet iyi bir bahaneydi akşamki toplantı ama tarifin detaylarına bakınca sadece kek tarifini kullanıp gerisini yine doğaçlama yapmam gerektiğini farkettim. Neyse ki sonuç gayet güzel ve lezzetli oldu ve zaten bu arada da millet gelmeye başladı teker teker.

Biz AKP'ye içtik, siz ne yaptınız bilmiyorum. Beklediğimin onda biri kadar ses getirmedi bu etkinlik, ya son anda herkes vazgeçti ya da basın pek ilgi gösteremedi malum ödleklik faktörü nedeniyle. Bi de bugün facebook'ta izlediğim bir videoya bakınca biraz ayaktakımına kalmış aylak bir etkinlik olmuş gibime geldi. Belki de Mısır'daki olayların yanında böyle gelmiştir bana. Haksızlık etmemek lazım kimseye.

Dün gece iki Hintli bir İngiliz bir de Alman misafirimiz vardı. Aslında gelmesi beklenen daha fazla kişiydi ama son dakika aksilikleri işte. Yine de en keyifli ev partilerimizden biriydi. Jenga'yı bir "drinking game" haline dönüştürmüş bir oyun almıştık taa ne zaman, oynamak bugüne kısmetmiş, çok eğlendik hepimiz, çok çok da sohbet ettik. 4 misafirimizin 3ü ilk defa gördü evimizi, hepsi de çok sevdiler. Hemen herkesinki gibi bunların ilk cümlesi de "evin heryerini doldurmuşsun" oldu. İçimden siz bir de benim yurttaki odamı görseydiniz dedim =) O kadar çok ve hızlı içtik ki anlatamam. Ama hiç başım ağrımadı! Ertesi gün ağrır kesin diyordum ama şimdi de ağrımadı! Çook mutluyum!

Bugün için plan kahvaltının ardından havuza gitmekti aslında ama aşılar beni biraz tedirgin etti. Sevdiceğin de tembelliği had safhaya ulaşınca havuz yalan oldu. Zaten bu Difteri/Tetanoz/Polio aşısı yapılan sol kolum biraz kızardı ve şişti. Bi de her iki kolun ağrısı da geçmedi bi türlü. Böyle olunca vücudun bağışıklığı zaten zayıftır şu günlerde bi de gidip mantar falan enfeksiyonlarla karşılaşmayalım diye pek istekli olamadım yüzmeye.

Sabah kahvaltımız dünden artanlar oldu. Ne zamandır istediğim Chronicles of Narnia - Prens Caspian inmişti, onu izledik. Sonra bi önceki yazıyı yazdım ve akşam atıştırmacamız ekmek arası peynir ve domates. Şimdi ben bu yazıyı yazana kadar da akşam oldu. Sanırım birazdan fingerfish ve biraz sebze eşliğinde House M.D. izler, geceyi kapatırız.

İşte iki hafta böyle koşuşturmaca, heyecan ve hayal kırıklıkları ve mutluluklar ile geçti gitti su gibi. Bakalım bu hafta bizi neler bekliyor.
Bu hafta perşembeye kadar kodlamayı bitirmem lazım ki hafta sonuna kadar kodları çalıştırma kısmını da halledeyim.
Pazartesi veya Perşembe gerçekleşecek bir grup toplantımız var. Pazartesi gerçekleşecekse eğer, ben hala kesin saatinden habersizim, ne güzel di mi? Sanırım Çarşamba günü patron ortalarda olmayacak, bu durumda Belfast'a gidişi Çarşamba yapabiliriz gibime geliyor. Bunların dışında en azından Pazartesi, Çarşamba, Cuma ve Cumartesi spora gitmek istiyorum ama bakalım ne kadarını yapabilicez.

Eee, sizde ne var ne yok bakalım? Ben çok anlattım, sıra sizde!

Zorlu hafta 1

Şu geçen iki haftayı bir anlatayım da vakit burda nasıl hızlı geçiyor bilin siz de.

Önceki hafta

Malumunuz patron bana Güney Afrika'ya gideceğimi söyleyince ben daldım hayaller alemine. THY sayesinde İstanbul'da geçirebileceğim iki koca gün beni en az gözlem yapacak olmam kadar sevindiriyordu. Penguenler meselesini hiç hesaba katmıyorum bile. Ptesi günü gittim patronun yanına.
WOS: Biletlere baktım ben, ama ödeme işlemi nasıl olacak kesinleşti mi?
Patron: Muhasebeciyle konuştun mu?
WOS: Hayır, önce sana geldim işte.
P: Tamam git muhasebeciyle konuş, sorun çıkarsa o zaman bana haber ver.
WOS: Peki. Almak istediğim bilet bu. Şu gün burdan yola çıkıp senin varışından bir gün geç varıyorum. Bu yüzden seninle aynı taksiyi paylaşamayacağım, bu bir masraf olabilir ama otelde bir gün az kalacağım için bunlar birbirini dengeliyor.
P: Ha, bir gün geç geliyorsun yani. Farklı uçakla gelmek istiyorsun, tamam, sorun yok.
WOS: Aynı uçakla gelmemi tercih ediyorsan öyle yapayım ama ben bunu seçtim. senin uçağından çok daha ucuz, en ucuz uçuştan da 10 pound pahallı.
P: Yok canım 10 pundun lafı olmaz zaten. Tamam sen bilirsin.
WOS: Teşekkür ederim. Peki, başka bişiy var mı?
P: Bi durum var aslında ama seninle pek ilgili değil. Mayıs sonunda Şili'deki gözleme Naz gidecek ama vize alması gerekiyor. Bu da biraz sıkıntılı. Sen bi bakabilir misin acaba Şili senden de vize istiyor mu?

St.Ziza'nın paylaştığı bir vize rejimleri dosyası vardı, Türkiye hangi ülkeden vize istiyor, hangi ülkeler Türkiye'den vize istiyor vb. bilgiler içeren. Hemen koştum baktım ki Şili Türkiye'den vize istemiyor, sanırım 30 güne kadarki kalış süreleri için. Gittim söyledim patrona, söylemez olaydım. "İyi o zaman sen bi süre daha bekle, bişiy söyleme muhasebeciye, Naz'la ilgili bir haber bekliyorum, ona göre karar veririz. Tabii bu durumda Naz'ın ne diyeceği de önemli, onunla da konuşmam gerek."
WOS: Naz mutfakta, şimdi çağırayım mı? (mutfak patronun odasının hemen yanı)
P: Hayır, o benim yanıma gelmesi gereken vakti kendi biliyor. (bu da sana kapak olsun)

Heycanım kursağımda kaldı mı? kaldı! Neyse dedim, bakalım Şili'de neler varmış, bakalım THY ile yine aynı İstanbul atraksiyonunu yapabiliyor muyuz? Baktım ve fark ettim, Şili Cape Town ile aynı tarafta değil ki, nasıl yapcan İstanbul aktarmasını, salak!

Salı günü oldu, patron Şili'ye değil Güney Afrika'ya gideceğimi söyledi bana. Ben her iki gözleme de giderdim halbuki =) ama Naz şimdiye kadar hiç gözleme gitmemiş, o yüzden bu biraz zor bir hayal benim için. Bu tür şeylerde olabildiğince gözlemevine az masraf çıkarmaya bakıyorlar. Naz'ın vize alması içinse Londra'ya bizzat gitmesi gerekiyormuş. E pasaportu alır almaz da vizeyi vermedikleri için, büyük ihtimalle orada en az bir gün kalması veya yeniden gitmesi gerekecek, ki bunlar da gereksiz masraf. Neyse, ben bilmem. Şimdi istikamet, muhasebeci. Gittim anlattım hatuna durumu ama aklına yatmayan bişiyler varmış ki ertesi gün benim patronla konuşacağını söyledi.

Çarşamba günü, postalarımı kontrol etmek için ana binaya geçtim. Benim patron, sekreter, muhasebeci, daha bi dolu kişi ve posta kutularımız ana binada; benim odam kütüphane binasında. Patron dedi ki PT adından bir seyahat acentası var şu sokakta, ben birazdan onlara ve sana bir e-mail atıcam, bunun ardından oraya gideceksin, biletini alacaksın, faturayı gözlemevine kesecekler, nema problema. Peki dedim. Öğlen mail geldi, biz de koyulduk yola. Yol boyu "noolur allahım THY bileti satmıyoruz demesinler" dualarıyla geçti. Girdik içeri, biraz bekledikten sonra sıra bize geldi. Kadına anlattım istediğim uçağı, aradı baktı ama bulamadı. Zaten niyeti de beni patronla aynı uçağa koymaktı belli ki. Bulamadığını görünce üzüldüm haliyle, neden bu kadar önemsediğimi sordu, küçük emrah'a bin basacak bir ifade ile "annemi görecektim" dedim. Kadının gözleri doldu bir an. "Belki bişiyler yapabilirim" diyip bir yerlere telefon etti. Ve hatta detayları anlatınca ben, THY uçuşunu patronun uçuşundan olabildiğince ucuza getirmek için de elinden geleni yaptı. Giderken yanıma almıştım yer ayırttığım uçuşların sefer sayılarını, o şekilde arayınca buldu. Ve tabii THY uçuşu yine patronumunkinden ucuz! Yani gözlemevinin kabul etmemesi için bir sebep yok. En ucuz uçuştan 30pound daha pahallı ama patronun bu miktarı önemsemeyeceğinden eminim. Ama yine de ödemeyi yapacak olan ben değil kurum olduğundan, kadın kurumdan onay almak üzere patronu aradı. Durumu anlattı: "mailde bahsettiğiniz bayan yanımda. istediği uçuşa baktık, en ucuz uçuştan 30 pound daha pahallı ama sizin uçuşunuzdan daha ucuz. Satış işlemini gerçekleştirmeden önce onayınızı almak istedim." sessizlik.."anlıyorum tabii ki, isterseniz kendisini vereyim bunları siz anlatın ona" dedi ve telefonu bana verdi.
WOS: Efendim, sorun nedir?
P: Bu tür şeyler yapmadan önce bana haber versen iyi olurdu.
WOS: Pardon?
P: Bu tür şeyler yapmadan önce bana haber versen iyi olurdu.
WOS: Bu tür şeyler derken?
P: Yani farklı uçuşla gitmek istemişsin.
WOS: E pazartesi günü konuştuk bunu zaten. Ben tercih ettiğim uçuşu gösterdim. Sen de "bir gün geç geliyorsun yani" dedin.
P: Evet, doğru, konuşmuştuk. Ben de öyle dedim ama dediğimin farkında değildim. (hatta aynen şöyle dedi: "Yes, I've said so, but i didn't realise")
İşte o an benim b.k gibi kaldığım andır! Ne demek dedim ama farkında değildim? Ne demek bu ya? Kadına rezil olduğuma mı yanayım, bundan sonra adamın neyi dediğinin farkında olup olmadığını asla bilemeyecek oluşuma mı, yoksa İstanbul hayallerimin suya düştüğüne mi? Sinirden ellerim titredi ama o noktada tartışmayı telefonda sürdürmenin alemi yoktu. Fark ettim ki adam hala konuşuyor.
P: Farklı uçuşla gelirsen havaalanından gideceğimiz yere kadar olan taksi masrafını ikiye katlamış oluruz. Hem zaten bayanlar genellikle günay afrika gibi bir yerde hele ki ilk defa gidiyorlarsa yalnız olmayı istemezler.
Bu argümanları bana ben odasındayken söylese hepsinin cevabı vardı. Tüm derdimiz bir taksi parasıysa ben annemi görmek için on taksi parası fazla vermeye hazırdım çoktan ama bu tartışmanın ne yeri ne de zamanı doğru değildi artık. Yapabileceğim tek bir şey var adamı öldürmemek için, kısa kesmek.
WOS: Bunları seninle konuşmuştuk, konuşurduk ama belli ki bir yanlış anlaşılma olmuş. Sorun değil, senin uçağınla geliyorum, tamam.
İşin salak kısmı da şu ki, eminim Cape Town'da havaalanından otele gidiş için taksiye vereceğimiz para benim THY uçuşumla onun uçuşu arasındaki farktan azdır. Yani maddiyatı bahane etti ama böylesi daha pahallıya geldi. Eğer derdi benimle birlikte gitmek ise, herhangi bir sebepten ötürü, bunu açıkça söylemesi de gayet yeterli olurdu ama böyle saçma bahaneler... Arrrgh! Bir de bu gözlem faslı ilk çıktığı zaman sormuştum bu erken gittiğimiz iki günde gözlemle ilgili yapmamız gereken işler var mı yoksa serbest miyiz diye, kendisinin orada görüşeceği ahbapları olduğunu söylemişti. Şimdi bu Güney Afrika'da yalnız kalmak istemeyen bayan meselesini düşününce merak ediyorum bu adam ya beni de gittiği her yere beraberinde götürecek, ya beni Rapunzel misali otele kitleyecek kendi gezecek ya da benim gezmeye gittiğim her yere benimle birlikte gelecek. Bakalım hangisi?

Çarşamba günü de böyle bitti. Akşamında spora gidip 1 saatte 300kalori yakıp geldim. Bu spor meselesi başlayalı da neredeyse 1 ay oluyor ama anca haftada 2 kere gidebiliyoruz ve gözle görülür bir değişiklik yok henüz. Gerçi hızlı sonuç beklememek lazım derler hep.

Perşembe ve Cuma olabildiğince çalışmaya çalışarak geçti.

Cumartesi günü kendimizi web sitesi tasarlamaya verdik. Şimdiki sitemden biraz farklı bir banner ve bir de İngilizce-Türkçe seçenekleri ile daha güncel birşey yapmak istedim. Bitmedi tabii. Tasarımı bitti de içerik bitmedi. Kendime bu iş için vakit ayırınca aklıma 4 aydır teyzemin kendi sitesi için istediği düzeltmeler geldi, bir de onları yapıyım diyince zaten gün bitti. Akşam yemeği, ve birkaç bölüm House M.D. ve sonrasında horr...

Pazar günü ise biraz ev temizliği biraz da dikiş işleri ile uğraştım. Dikiş diyince aklınıza hemen nakış geldi di mi? Hahaha! Bilemediniz! Dikiş değil aslında dikim demem gerekirdi. Dört çeşit mutfak baharatı, kişniş, fesleğen, maydanoz ve frenk soğanı diktim. Toprağı ve tohumu bir set halinde satılıyor zaten.

Ve koca hafta bitti. Buraya kadar okumayı başarmış olana bir kahve molası şimdi. Ben de ekmek arası domates ve peynir yapıp gelip geçen haftayı yazayım. ;)