10 Ocak 2009 Cumartesi

"boşaymış" demek zor geliyor şimdi onca şey için...


3 sene..yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmedi. Çok şaşırıyodum, hatta benim o dönemler fazla inanmamama rağmen ikide bir aman maşallah diyip duruyoduk kendimize nazar etmeyelim diye. İnsanların aklının alamayacağı kadar güzel, eşsiz bir şeydi yaşadığımız. Hayatın en tahammül edilemez anında yanındaydım, günlerce evden çıkmadığım zamanlarda zorla kolumdan tutup beni dışarı çıkaran o oldu. Geçirdiğim sinir krizlerinde beni o topladı kaldırımlardan. Ölümlerde yanındaydım, ölüm haberlerinde, doğum sevinçlerinde, bebek patiklerinde.. En salak kararlardan o döndürdü beni, kimseye söylenmezleri konuştuk, kendimize söylemeye korktuklarımızı birbirimize söyledik dost acı söyler diye, kendimize beğendiğimizi birbirimize yakıştırdık, kıskandıksa da açıkça söyledik, sarılıp ağladık, karnımıza ağrılar girene kadar güldük, kimsenin tahammül etmediği zamanlarda birbirimize katlandık, birbirimizin hatalarını düzelttik, yanlıştan doğruya çektik, en çılgın işleri yapmak için birbirimize gaz verdik, çoğu zaman düşüncemiz farklıydı ama saygı göstermeyi bildik, birlikte şımardık, birlikte kaybettik, birlikte başardık, birlikte aşık olduk, birlikte hayaller kurduk, birlikte yaşadık onca şeyi..

Sonra.. 2008 yazı başında.. döndüm Ankara'ya.. Almanya'ya yanıma gelmek için pasaport çıkarttıracaktı, emniyet müdürlüğüne gitmesi gerekiyordu o yüzden. Onyıllardır Almanya'da yaşayan ablasını ziyaret etmek aklının ucundan bile geçmemişken benimle gezmeye gelecekti, binbir evrak kağıt kürek işi vardı.. Ankara'ya geldiğim günün gecesi yola çıkmam gerekiyordu, ama en azından Zerrincimi azcık göreyim diye onunla birlikte Ostim'e gitmiştim, öğleden sonra da eve geçecektim. Mesajlaştık buluşalım diye, öğlen gibi ancak gelebilirim, o saate kadar sen işlerini hallet dedim, tamam dedi. Öğlen tam 12'de mesaj attı hadi buluşalım diye, benim Ostim'den çıkmam, metroyla eve gelmem ancak 3-4'ü bulur sen de zaten ancak halledersin işini, Emniyet kalabalık olur dedim, iyi dedi. 3,5'tu Ostim'den çıkabildiğimde ama araba vardı altımda, telefon ettim nerde olduğunu öğrenmek için, uygunsa yol üstünden bi yerden onu almak için. Açmadı. Eve gittim, 4,5 civarıydı, yeniden telefon ettim, açmadı.. Emniyet Müdürlüğü'nün adına bakınca emniyetli bir yer gibi geliyordur kulağa belki ama Kayseri'deki olaydan sonra bana her yer emniyetsiz artık, defalarca aramama rağmen açmayınca korktum, gidip o civarda arasam diye düşündüm ama çok saçma olacaktı, evde oturdum bekledim. Onca zamandan sonra eve dönünce de tüm aile de bizde toplanmıştı tabii, herkes benim gözümün içine bakıyor, bense telefona. Kaç kez aradım bilmiyorum, saat 9 olmuştu artık, deliye döndüm, korkudan napıcağımı şaşırdım, polisi mi aramalıydım? Saat 10 oldu, evini aradım sonunda, Witchie'ye gidiyorum gidip başka arkadaşlarına gittiği olurdu bazen o yüzden fazla da sorgulayamadım ama aradım yine de, evde yok dedi annesi. Halbuki öyle kolay kolay eve geç gidebilen birisi de değildi.. Defalarca aradım, artık telefonu açıyordu ama ses gelmeden kapanıyordu. Kaçırılmış mıydı, başına bi iş mi gelmişti, buz dolu bi küvetin içinde böbrekleri çalınmış bi halde mi bulmuştu kendisini? Aklım başımdan gitti, o kadar çaresizdim ki! Onca yıldır hiç böyle bişiy olmamıştı. 10,5'da yeniden aradım evi, halası çıktı, burda veriyim dedi, sesini duyunca öyle bi boşaldı ki sinirlerim tüm vücudum titremeye başladı, çok şükür sağdı, salamdı, sesi de çok iyi olmasa da yine de iyi geliyordu. Ne oldu dedim, neden açmadın? Meşguldüm dedi. Nasıl yani dedim, basbayaa işim vardı işte açmadım dedi. İnanamadım, salaklaştım, kapattık telefonu, 11,5daki otobüse yetişmek için yola çıktık, damla damla aktı içimdeki acı, üzüntü, kırgınlık, sevgi, ne varsa artık... 2 gün sonra dağın başından telefon ettim yine ben, dayanamadım, nooldu dedim bi anlat hele, Zerrin'e vakit ayırdın da bana ayırmadığın için kızdım sana, kıskandım dedi, arkadaşlarıyla buluşmuş sonra da, emniyetteki işi de 15 dk bile sürmemiş. Affettik bi şekilde birbirimizi. Kimkimi affetti onu da bilemedim ama affettik işte. 16 Ağustos'ta bir haftasonu için İstanbul'a gitmiştim, giderken msj attım, arayamıyodur belki diye çaldırdım falan ama.. en son.. parçalı ay tutulmasının olduğu geceydi... Birçok tanıdığım bu tür olaylarda kendilerine haber vermemi isterler hep, bu gece ay tutulması var senin pek ilgini çekmez ama istersen bi ara bi bak, diye bir mesaj attım, cevap yazmadı. Kontoru yoktur her zamanki gibi diye düşündüm. Daha sonra msn'de gördüm, daha sonra dediğim de en az bir-iki ay sonra, neden cevap vermedin ki dedim, kontorum yoktu demesini bekliyodum ama... neyse daha bi dolu detay var tabii ki de anlatamıycam işte şöyle oldu sonrası, aynen history kaydı, a hatta bi de tarih:

20.09.2008
wos: kız nerelerdesin sen ya
- ılgazdayım yaa:)
wos: e iyi de insan bi zahmet bi mesaja cvp yazar bari
wos: ama akıllandım bu defa meraklanmadım işte
- neye msj atıcam ??
Wos: en az 5 tane sms attım sana yaa
- ne ayzdın??
- :S
- telsımemı attın
wos: hatta sms lerim iletilmiyo mu diye başkalarına da atıp kontrol ettim bi de
wos: ne bilyim işte hep hangisiydiyse kullandığımız sen burdayken ona attım
- ne yazdın meselaa
- bı tek
- ayü
- tutulması geldı baska bı sey yok
wos: en son ay tutulmasını yolladım işte
wos: ee ona neden cvp yazmadın peki?
wos: hadi öncekiler ulaşmadı diyelim
- nıye yazım kı
- bak demıssın
- ben zaten bakmayacaktım:D
wos: peki
- ii

konuşma böyle bitti, sonra da birbirimizi görünce msn'de vs. ne o yazdı bana bi selam, ne ben ona. Silmedik, engellemedik, facebook zıkkımı da durdu öylece... Sonra Bonn'a geldim ben, biliyordu yolculuk vaktimi, bi güle güle bile demedi, ben de demedim gidiyorum diye. Yılbaşında yine geldim, bi umut dedim belki arar mı acaba, aramadı, canı sağ olsun dedim, biz yine bi ara biraraya geliriz böyle anlamsız sebep mi olur durduk yere dedim, dedim, dedim, hep dedim işte... her zamanki salaklığımla dedim de dedim.. kendim kurdum kendim inandım kendim konuştum kendim dinledim. Bugün baktım silmiş facebook'tan. Nedenini de biliyorum, çok kıskandığı başka bi kızla samimi oldum diye =))) kızlar böyle işte. Bu yüzden en fazla 1 tane samimi kız arkadaşım olabiliyor benim. Şimdi böyle yazınca facebook sanki hayatımızın çok mühim bir parçasıymış gibi işi trajikomik hale getiriyor ama iletişiyoruz işte bi şekilde, eskiden telgraf neyse şimdi de facebook, msn, o! Benim suçum mu bugünlerde posta güvercinlerinin rağbet görmemesi? Neyse işte, baktım silmiş, ama az biraz tanıyosam sevgilisinin hesabından falan bakıyodu ben ne haldeyim diye, bu sefer de ben sildim ne kadar ortak kimse varsa. Hadi bakalım! Dostluk her zaman karşındakinin senin nazını çekmesi değil, her zaman dibine kadar şımarmak değil, her zaman sınırları zorlamak, her zaman bakalım beni seviyor mu testleri yapmak değil... Çok seviyorum, hem de çok! Şimdi arasa da aptalca bi neden söylese, en az o günkü gibi çok severim yine onu, ama o gururludur yapmaz, ayrı mesele. Ha ben mi? Ben dostluğu gururdan üstün tutacak kadar çok kere hiç gereksiz yere alttan aldım hatta özür de diledim ama dostluk, yeri geldiğinde inatla sabredip hatasını görmesini beklemektir... Kim bilir belki 15 yıl sonra bir yerde karşılaştığımızda sımsıkı sarılırız, o yine bir açıklama yapmaz tüm bu nedensizliklerine ve ben yine deli gibi sevmeye devam ederim onu... Kırgındım zaten ama bi kez daha kırıldı kalbim şimdi... Olmadı be kanka!

9 Ocak 2009 Cuma

Issız adam'la ilgili söyleyeceklerim:

Özgür bırak, o bir hatunsa kesin geri gelir!

Gayet ortada Alper'in Ada'yı nasıl tavladığı. Niyetini belli etti Alper, Ada'nın kendisi için önemli olduğu gösterdi, ha Ada buna inanmakta zorlandı vs. o başka, sonra da özgür bıraktı. Aldığı kitabı verirken mesela, Ada kabul etmeyince, peki tamam diyip gidişi Ada'nin kendini özgür hissetmesine neden oldu, aklı sıra o hediyeyi kabul etme kararını kendisi verdi Ada ve öylelikle kabul etti. Alper gülümsedi ya o an, çünkü biliyordu böyle olacağını. Halbuki biz de biliyoruz; Ada o kitabı o an orda kabul etmese Alper başka bi yol bulmayacak mıydı sanki?

Ve diğer kilit nokta, her ne kadar daha sonra Ada bunu yiyişmek olarak adlandırsa da, Alper'in evindeki yemekten sonra, evin girişdeki sevişme faslı. Akıllı Ada sandı ki kendisi izin verdi o olanlara. Yok öyle bişiy halbuki. Alper özgür bırakınca Ada'nın geri geleceğini bildiği için bıraktı Ada'yı.. Alper'in bunu biliyor olmasının en mükemmel ispatı yüzündeki o hınzır gülümseme. Ada'nın yerinde ben de olsam aynısını yapardım, eminim biçok hatun da öyle... Bi hatunu tavlamaktan kolay ne var ki, istediğin şeyi söyle, hatun yok mok desin, sen ısrar et, hatun sinirlensin, sen yine ısrar et, hatun iyice sinirlensin, sen kararı hatuna bırakırmış gibi davran, hatun senin istediğin şeyi yapsın. Olay bu.

Issız adam'da dikkat edilecek başka bi halt göremedim ben... Hep aynı işte..yaşadık tüm o olanları; en az o kadar düşünmeden bıraktık kendimizi aşka; en az o kadar daldık hayallere; en az o kadar korktuk hayallerimizden; en az Ada kadar "yok canım bu adam beni sevmiyor" dediğimiz anlarda kucağımızda papatyalarla ağlarken buluverdik kendimizi ve sonra en az o kadar acıdı canımız; en az Alper kadar sapkınlıklarda aradık kaçışı; en az Ada kadar yuvarlandık merdivenlerden, terkedildiğimizde; ve en az Alper kadar korkup yüzüstü bıraktık canımızdan fazla sevdiklerimizi...


Ondan sonra da hep korkutuk ne zaman birisi olabildiğince savunmasız bıraksa kendini kollarımıza, "ya ben yine korkar da kaçarsam" diye, kendimizden korktuk...ve korktuk ne zaman kendimizi olabildiğince savunmasız bıraksak sevdiğimizin kollarına "ya benim gibi korkar kaçarsa" diye...

Hayat böyle işte... Hatalar yapacak kadar cesuruz da....asıl cesaret Alper'in Ada'yı terk ettiği noktada tüm korkularımıza rağmen inatla devam edecek kadar cesur olmakta..

8 Ocak 2009 Perşembe

SONRA YAPILACAK TEK ŞEY VAR


Sen. Makine başındaki adam ve atölyedeki. Sana yarın su boruları ve vanalar yerine

çelik miğferler ve makineli tüfekler yapmanı emrederlerse, yapılacak bir tek şey var:
HAYIR de!...

Sen. Tezgahı ardındaki kız ve bürodaki kız. Sana yarın bomba doldurmanı ve keskin
nişancı tüfekler için hedef dürbünleri monte etmeni emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var:
HAYIR de!...

Sen. Fabrika sahibi. Sana yarın pudra ve kakao yerine barut satmanı emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var:
HAYIR de!...

Sen. Laboratuardaki araştırmacı. Sana yarın eski yaşama karşı yeni bir ölüm icat
etmeni emrederlerse, yapacağın bir tek şey var:
HAYIR de!...

Sen. Odasındaki ozan. Sana yarın aşk şarkıları yerine nefret şarkıları söylemeni emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var:
HAYIR de!...

Sen. Hastası başındaki doktor. Sana yarın savaşa adam yazmanı emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var:
HAYIR de!...

Sen. Kürsüdeki din adamı. Sana yarın savaşa dair kutsal sözler söylemeni emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var:
HAYIR de!...

Sen. Vapurdaki kaptan. Sana yarın buğday yerine top ve tank taşımanı emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var:
HAYIR de!...

Sen. Havaalanındaki pilot. Sana yarın kentler üzerine bomba ve fosfor yağdırmanı emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var:
HAYIR de!...

Sen. Dikiş masası başındaki terzi. Sana yarın üniformalar dikmeni emrederlerse, yapacağın bir tek şey var:
HAYIR de!...

Sen. Cübbesi içindeki yargıç. Sana yarın savaş mahkemesine gitmeni emrederlerse, yapacağın bir tek şey var:
HAYIR de!...

Sen. İstasyondaki adam. Sana yarın cephane treni ve kıt'a nakli için kalkış sinyali vermeni emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var:
HAYIR de!...


Sen. Kentin varoşlarındaki adam. Sana yarın gelir de siper kazmanı emrederlerse, yapacağın bir tek şey var:
HAYIR de!...

Sen. Normandiya'daki ana ve Ukranya'daki, sen Frisko ve Londra'daki ana. Sen Hoangho ve Missisippi' deki
ve Hamburg ve Kore ve Oslo'daki ana., bütün toprak parçaları üzerindeki analar, dünyadaki analar, sizden
yarın yeni kırgınlar için hemşireler ve çocuklar doğurmanızı isterlerse, dünyadaki analar, yapacağınız bir tek şey var:
HAYIR deyin!... Analar, HAYIR deyin!...

Çünkü eğer hayır demezseniz, eğer hayır demezseniz analar, sonra, sonra:

Gürültülü vapur dumanlarıyla yüklü liman kentlerinde büyük gemiler inildiye inildiye sessizleşecek, dev mamut
kadavraları gibi su üstünde ölgün ve hantal, su yosunu, deniz bitkileri ve midye kabuklarıyla kaplı, önceleri
öyle ipildeyip çınlayan gövdesi mezarlık ve çürümüş balık kokusuyla yüklü, yıpranmış, hasta ve ölü gövdesi
rıhtım duvarlarına karşı, ölü ve yalnız rıhtım duvarlarına karşı yalpalanacak.

Tramvaylar beyinsiz, ışıltısız, cam gözlü kafesler gibi yamru yumru olacak. Çürümüş hangarların arkasında, büyük
çukurlar açılmış yitik caddelerde raylar öylece duracak.

Çamur grisi, pelteleşmiş, kurşuni bir sessizlik dönenecek ortalığı, her şeyi unutarak, büyüyecek okullarda ve üniversitelerde
ve tiyatro salonlarında büyüyecek, stadyumlarda ve çocuk parklarında, korkunç ve hırslı kesintisiz bir sessizlik büyüyecek.

Güneşli taze bağlar yıkık yamaçlarda çürüyecek, kuraklaşan toprakta kuruyacak, pirinç ve patates ekilmeyen tarlalarda
donacak ve sığırlar katılaşmış bacaklarını devrilmiş iskemleler gibi dikecek gökyüzüne.

Enstitülerde büyük doktorların dahi buluşları asitlenecek, çürüyüp, mantarsı küfle kaplanacak.

Mutfaklarda, hücre odalarda ve kilerlerde, soğuk hava depolarında ve ambarlarda son torba un, son kase çilek, kabak
ve diğerleri bozulup gidecek, ekmek ters çevrilmiş masaların altında, parça parça olmuş tabakların üstünde yemyeşil kesilecek,
ortalığa yayılan yağ arap sabunu gibi kokacak, tarlalarda buğday paslanmış karasabanların yanına düşüp kalacak, yok edilmiş
bir ordu gibi ve tüten tuğla bacalar, demirci ocakları ve yıkık fabrika bacaları sonsuz çimle kaplanarak ufalanacak, ufalanacak,
ufalanacak.

Sonra son insan dökülüp parçalanmış barsaklarıyla ve kirlenmiş ciğerleriyle zehir gibi kızaran güneşin altında yalnız ve yanıtsız
ve yalpalayan yıldızların altında bir yanılgı gibi ordan oraya dolaşacak, o kocaman beton yığınları, tenha kentlerin soğuk putları
ve gözden kaçması olanaksız toplu mezarlar arasında yalnız, son insan, kupkuru, delirmiş, allaha küfrederek, yakınarak o korkunç
soruyu soracak : NEDEN? Bu ses bozkır derinliğinde yiterek duyulmaz bir hale gelecek, yıkıntılar üzerinde esecek, çatlaklar
arasından akacak, bu ses, ibadethane enkazları içinde ve sığınaklara çarparak şaklayacak, kan birikintileri üzerine düşecek,
duyulmayacak, yanıtlanmayacak, son insan-hayvanın son hayvanca bağırışı.

Tüm bunlar olacak, yarın, yarın belki, belki hemen bu gece, belki bu gece, eğer-eğer-eğer siz.
HAYIR demezseniz!...


WOLFGANG BORCHERT




Bu bir mim değil, hepimizin yapabileceği küçük bir alıntı, bir gün de olsa bizlerden çıkacak ortak bir ses belki de...

6 Ocak 2009 Salı

One day...


Her salı olduğu gibi bugün de Habertürk'te internet üzerinden Türkiye'nin Nabzı'nı izledim. Programda CHP, AKP ve DTP'den gelen kimselerin içler acısı hali, trt6, yerel seçimlerde partilerin izledikleri politikalar vs... konuşuldu. Hepsi bilindik şeyler, hepsine alıştık ama..program bitiminde sayfayı kapatmayı unutunca karşıma çıkan haberler kaç gündür köşe bucak kaçtığım gerçekleri buruma soktu işte!

1992'ydi yanlış hatırlamıyorsam, Dünya Çocukları Çevre Kurultayı ilk defa Türkiye'de gerçekleştirilmişti, dünyanın tüm ülkelerinden çocuklar gelmişti. Türkiye'deki ufaklıkları ben temsil ediyordum, sonra Dünya çocuklarını temsilen bildiriyi okudum dünya basınına. Taa o zaman demiştik ki "One day, even in Bosnia, there will be a white pigeon" O kadar içimize işlemiş ki, olduğu gibi hatırlıyorum bu satırları... Şimdi yine aynı görüntüler ekranda, şimdi yine 9 yaşında çocuklar ama bu sefer başka topraklardaki kardeşleri için diyorlar, umuyorlar ki bir gün, o çocuklar da, dünyadaki tüm çocuklar da, gökyüzünde uçan beyaz güvercinleri görecekler savaş uçakları yerine...

Yine bana hasret...

Üzüntüsüyle mutluluğuyla, geçti bi tatil daha. Şimdi artık işe dönme vakti. Hayati önemde sınavlar bekliyor beni. Beceremezsem bunlardan geçmeyi pılımı pırtımı toplayıp, kuyruğumu bacalarım arasına kıstırıp doooru Kayseri'ye gidicem sanırım.

Neyse işte, Bonn'a dün geldim, ilk defa kimse karşılamadı beni, biraz garip oldu ama dik durdum kendime geldim, iyi de oldu bi bakıma. Odam çok soğuktu geldiğimde, kaloriferi da açık bırakmıştım halbuki ama yine de soğuktu. Mini ısıtıcımı da açtım ama yine de ısınmadı oda, yorganın altına girip biraz uyumak istedim, öyle çok titredim ki akşam 4'deki derse gitmeye cesaret edemedim, çok soğuktu. Zaten yola çıkmadan önce anneannemin yaptığı hamsilerden nerdeyse 1 kilo yiyince arada da tereyağlı bişiyler falan götürünce mideye..cırcır olmamak çok zordu. Bir de dışarı çıkıp iyice üşütme riskini göze alamadım. Akşam Erik, Mark ve Elena ile hasret giderdik. Elena'nın 7'sinde dönmesini bekliyordum burda görünce çok sevindim. O olmayınca gerçekten yalnız hissediyorum kendimi. Gelirken bana gümüş bir bileklik getirmiş ucunda da minik bir kelebek var. Çok güzel bir hediye olmasının yanı sıra özel bir anlamı da var: Ben elimden geldiğince her gittiğim şehirde 3-5 liralık ince gümüş bilekliklerden alırım kendime, Ankara, Foça, Bonn ve Çanakkale bilekliklerim var hepi topu. Elena da kelebekli şeyleri çok sevdiğimi bildiğinden, ucuna bir minik kelebek kondurmuş bu bilekliğe, verirken "gittiklerinin yanı sıra bir de gitmen gereken bir şehir var artık" dedi, kendi kolundan çıkarıp taktı, Romanya'ya davet etti yani ama hayatımın en zarif davetiydi bu. O kadar mutlu oldum ki! Üstelik bir hafta boyunca da kendisi takmış. Çok hoşuma gitti.


Neler oldu Türkiye'de!

Bir kısmını daha önce de yazmış olabilitem mevcut olsa da yine de bi toparlıyım istedim.

Varışımın ertesi günü Kayseri maceramı benden, Ziza'dan ve OnurCUK'tan milyon defa dinlediğiniz için artık bişiy eklemeyeceğim sanırım. Ama Türkiye'de geçirdiğim en güzel gün olduğunu belirtmem gerek. Düşününce bi atraksiyon yok gibi geliyo belki ama doğallığı, içtenliği, samimiliği, sıcaklığı..herşeyiyle mükemmeldi işte.

Kayseri'nin 3 gün sonrasındaki İstanbul çıkartmamda beni sabahın köründe karşılamaya geldiği için en önemli kişi olarak Çiko'cumu ilan ediyorum. Çikocum Mesut, Erasmus öğrencisi olarak gelmişti Bonn'a, aynı yurtta kalma şansına sahip olduk, çok güzel bir arkadaşlığımız oldu, 6 ay boyunca yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmedi desek yeridir.İstanbul'a kimseye haber vermeden gidecek kadar manyaklığım tutmuşken nazımı çekecek bi o vardı, üstelik bir önceki gün babası ameliyat olmuşken ve hala hastanedeyken o geldi beni karşıladı, kahvaltı yaptık birlikte, biraz gezdik biraz hediye aldık Bonn'dakilere... Sonra Mr. Rude ile buluştuk, yüzbin yıl sürmüş gibi gelen hasretten sonra karşılaşınca ne küslük kaldı ne tribal enfeksiyon. Ama küslükten kalma izler yüzünden benim kalışımı ayarlamamıştık, çünkü benim İstanbul'a gidişim iptal olmuştu güya =))) böyle olunca peder beyde kaldım, kısa günün karı bir MacBookAir'im oldu, epeyi de sinirlendim ve bir daha İstanbul'a gidersem asla peder beyde kalmama, bu kadar samimi olmama kararı aldım. Haftasonu biterken de tuttum Mr.Rude'un kolundan hoooop Ankara'ya! Tabii ilk gün durum hoş ama aslında sorunlar aynı sorunlar naapsak neetsek dedik, çıkamadık içinden, çook sonra benim dönme vaktim gelince gördük ki yanyana durup da iletişebilince pek bi sorun yok aslında. Ben söz verdim daha az huysuz olmaya, o da söz verdi. Bi de aslında şunu da kabul ettim ki tamam adam ukala ama benim abarttığım kadar da değil hani. Ben taktım mı kafama bişeyi, ondan vazgeçirebilene bravo. Mr.Rude'un ukalalığı da böyle abartılmış biraz benim tarafımdan. Şimdi görücez bakalım yine hüzünlere bölündü saatler, yine filmi başa sarmayız umarım. Ama çok güzel, öncekinden çok çok güzel zaman geçirdik birlikte, o kadar kolay huysuzlaşmayız, o kadar kolay yanlış anlamayız birbirimizi diye düşünüyorum.

Ankara'da mutlaka görülmesi gerekenlerden birisi, Zerrincim'in arkadaşı Zerrin'di =) Geçen seferden kalma bir balık borcu vardı bana, yaptığı güzelim hamsiler ve eşsiz minik soğanlarla beni benden aldı yine. Bu defa bulmuşken bırakmadım Aykut Abi'yi, dA'daki fotoğraflarımı gösterdim kendisini esir alarak, kimilerini çok başarılı bulduğunu ve beklediğinden iyi olduğunu söyledi ama ne kadarı kibarlıktan ne kadarı doğru bilemiyorum artık =)

Yüzbinyıldır göremediğim ilk kız arkadaşım(girl firend manasında kız sefgilim yani) Pucca'cım İtalya'dan gelmiş olunca, buluştuk, içtik içtik, kendimizden geçtik, güzel ama hüzünlü bi akşam oldu benim için. Ona yeterince vakit ayırmamış olduğumu farkettim, kızdım kendime, bol bol öptüm sarıldım, yedim nerdeyse ama yine doyamadım.

Sonracııımaaa... Axes kızı Sevda'ya gittik Zerrin'cimle, ama Tabu oynayamadık. Çünkü bunun üstün zekalı taze kocası geçen defa "belki" gelebiliriz dediğimizde internetten TABU satın almış, sonra da biz gitmeyince oturup tek tek yırtmış onları. Söylemişlerdi de şaka sanmıştık, bunun ciddi olduğunu öğrenince ben epeyi sinirlendim. Sinirlenince hırsını eşyalardan çıkartan insanlara çok sinirleniyorum ve benim sinirim sevincim herşeyim hemen belli olduğu için insanlar hemen anlıyor durumu, yine öyle oldu, Sevda şaşırdı napıcağını, taze kocası da öyle. Ama çoook güzel Arnavut ciğeri ve köstebek pasta yapmış Sevda'cım benim için, onlara odaklandım, iyi geldi =) Arnavut ciğerinin tarifini öğrendim, ilk fırsatta deniycem, köstebek pasta şimdilik beni aşar gibi ama çok güzeldi. E yiyip içime faslı bitince, oynayacak da tabumuz olmayınca yeni yapılan teleferikle mini yenimahalle turu atalım dedik, epeyi güzeldi. Ama çok korktuk çok! =P


Dönüşe 2 kala Pucca bir güle güle organizasyonu düzenledi, o da benim gib pazartesi günü binip uçağına gidecekti İtalya'ya; hüzün dolu ama güzeldi, hatta eve dönüşümde bi kere popomun üstüne, bi kere de kafa üstü düşmüş olmam olayın güzelliğine güzellik kattı diyebilirim.

Anlatacak tabii bi dolu şey oldu ama özetin özeti böyle. Bol bol sinemaya gitme hayalim yarıda kalmış bir Avustralya ve Issız Adam'dan ibaret oldu, filmcime gidip cd bile kopyalatamadım. Zeynep'cimle görüşemedim, Kahraman Serkan'la doya doya sohbet edemedim, Bilimlilerle buluşamadım, Feryal'e ve Alp'e çikolatalarını bile veremedim, berelerimi bulamadım, Zerrincimle istediğim kadar vakit geçiremedim... Ama... Doya doya mandalina ve hamsi yedim, çok özlediğim birçok arkadaşımı gördüm, Zerrincim'e sarılıp uyudum, e daha ne olsun!

yaşasın çabuk çorba!

Hiç bişiy yapmayın, bi tek şuna bi tıklayın:
http://www.cabukcorba.com/
Çalan müziği kapatmayın, dinleyin!



PS: Yeni çıkmış makarnalı domates&mozarella'lı, şimdi onu deniyorum, umarım güzel bişiydir..

PPS: Evet, az önce denedim, kesinlikle güzel, özellikle hasta ve ağzının tadı kaçmış bencileyin kimselerin seveceğini tahmin ediyorum. Knorr'un diğer domates çorbaları gibi bunda da biraz tatlı tadı var ama baharatlar durumu kurtarmış bu defa. İçindeki makarna miktarı da çok güzel, her kaşığa üçer beşer atlıyorlar. Sevdim ben, yiyn gari!

WTF?



Baba kutup ayısı ile oğlu dolaşıyorlarmış.
Yavru ayı:
-Baba, benim dedem kutup ayısı mıydı?
diye sormuş. Babası da:
-Tabii ki oğlum.
diye cevaplamış. Biraz daha yürüdükten sonra Yavru ayı:
-Peki, dedemin babası kutup ayısı mıydı?
demiş, baba biraz meraklanarak:
-Tabii ki yavrum, dedenin babası da kutup ayısıydı, niye merak ettin ki?
Yavru ayı:
-Hiiç...
diye cevap vermiş. Biraz daha yürüdükten sonra yavru ayı yine:
-Peki, dedemin annesi?
Baba, biraz da sinirlenerek:
-Evet yavrum, o da kutup ayısıydı.
diye sertçe karşılık vermiş. Aradan fazla zaman geçmeden yavru ayı yine:
-Peki baba, dedemin babasının babası, annesi, amcası filan hepsi kutup ayısı mıydı?
diye sormuş. Babası bu sefer kızarak:
-Evet, hepsi kutup ayısıydı. Benim babam, annem, annenin babası, annesi, onların babaları, anneleri, senin bütün sülalen kutup ayısı tamam mı?
diye bağırmış. Ardından da niye soruyorsun bunları diye azarlamış oğlunu. Oğlu da:
-Niyye ben üşüyorum o zaman, bi türlü anlamadım ?!!
demiş.


Şu anki durumum tam da böyle işte, haberiniz olsun, donarak ölebilirim; buzun üstündeyim uyumak tatlı geliyo ve fakat ben durumun farkındayım =P Issız Adam'ı da izledim ama sonra yazıcam. Zaten tonlarca şey var yazılacak, ama sonra...

4 Ocak 2009 Pazar

Bütün aşklar yüreğimde...


Son günlerde olan biteni yazamadım pek, gidince yazabilirim umarım, muhtemelen hasret ve özlem ibresi tavana vuracak, bol bol düşünüp yazacağımdır. Ama şimdi...

...önce sabahın 5:15'inde TK 0105 ile İstanbul'a, sonra 08:10'da TK1669 ile Bonn'a uçuyorum. Eve vardığımda saat sanırım sabah 11 olur, akşam 4'deki derse kadar valiz boşaltıp dinlenip kendime gelirim düşüncesindeyim.

Şimdi...

Gidiyorum bütün aşklar yüreğimde...