4 Haziran 2010 Cuma

Alabora

Oh Tanrım... ne kadar öncesinden anlatmaya başlamam gerek diye düşünürken fark ettim ki uzun bir yazı olacak...

Malumunuz üçüncü Master'ımı bitirmeye kasıyorum şu son günlerde. Yurtdışında PhD başvuruları genellikle 1 yıl öncesinde yapıldığından bir yandan da kasım-aralık-ocak boyunca yaptığımız başvuruların sonuçları geliyor teker teker... Hepsinden önce bir "önelemeyi geçtiğiniz için tebrikler!" yazısı geldi, ne var ki bunun hiçbir geçerliliği olmadığını bildiğimden büyük sevinçler yaşamadım. Keza sonrasında global kriz, az sayıda eleman alma durumları, vb. vb. açıklamalar... Bu arada ne göreyim? İstanbul Üniversitesi doktora başvuru tarihleri! Son başvuru 28 Mayıs! Hadi yurtdışında adamlar 1 yıl öncesinden alıyorlar başvuruyu tamam da, Türkiye'de en fazla 1 ay öncesi olurdu, bu da nerden çıktı?! Bunu farkettiğimizde ayın 25'i üstelik! Apar topar gittik İstanbul'a. Hem İstanbul Üniversitesi'ne hem de Boğaziçi'ne başvuru yaptık. Gerekli görüşmeler halledildi ve apar topar geri gelindi. Buna kısa bir IKEA turu da sığdırdık ne yalan söyliyim :) Dönüşte İstanbul-Kayseri arasının 12,5 saat sürmesi ise ayrı bir efsane... Ama hiçbir şey İstanbul Üniversitesi'ne sadece başvuru ücretinin 100, Boğaziçi'ne 65TL olması kadar oturmadı içime.

Gelir gelmez ilk yaptığım iş tabii ki maillerimi kontrol etmek. Bu kadar terslik beni bulur zaten, İrlanda'ya yaptığım başvurulardan birine bir cevap var: 3 Haziran 12:30 UT'de (TSİ 14:30 oluyor) sizinle skype veya telefonla bir mülakat yapmamız mümkün mü? Ah sen yeter ki mülakat iste şekerim, yapmam mı? yaparım yapmasına da bu umut ışığını 2 gün önce yaksaydınız da biz de helak olmasaydık yollarda, o kadar para yatırmasaydık boş yere?! Ha neden boş yere? Çünkü bu adamlar ciddi ciddi kabul etmeyi düşünmedikleri kimseye mülakat için vakitlerini ayırmazlar. Mülakatta da çok aşırı saçmalamazsan seni alırlar %80. Tabii heycan dorukta, eyvallah abicim dedik.. Bu arada da tezin son grafikleri çiziliyor, son denklemler fit ediliyor. Araya bir gün sıkıştırdım mülakata çalışmak için. Adamların web sitesinden birkaç makale indirip okumak, en azından konuların üzerinden hızlıca geçmek için. O gün, dündü. Mülakat da bugün! Dün gece bir türlü uyuyamayışımın sebebi mülakat heycanıydı, bu geceki... saat 13:00 oldu skype'da yeni kimse yok, 14:00 yok, 14:30 hala yok... karnıma giren ağrılar mı dersin, kameranın açısını ışığını ayarlama çabaları, düzgün gömlek bulma telaşı mı? Saat tam 14:42'yi telefonum çaldı! Evet, arıyorlardı! İlk soru, "neden astronomi ve neden biz?" oldu, sonrasına dair hatırladığım tek şey kapatırken "1-2 hafta içinde mülakat yapacağımız bir kişi daha var o nedenle sana ancak 10 gün içinde dönebiliriz ama bu arada hiç moralini bozma" diyişleri. ha bir de bilemediğim 2 soru! Hepsi bu! Sonrası, tüm kaslarımın gevşemesi, kendimi o koltuktan bu kanepeye, o sandalyeden bu yatağa atışlarım... Derken Dicıl geldi, çığlık çığlığa mülakatın iyi geçişini kutladık sarılarak ve minik bir blink! sesi Aytaç'tan. Mail gelmiş. Yine facebook uyarısıdır düşünceleri arasında bir iki minik tık ve... cevap!

"Sabahki mülakat için teşekkür ederiz, eğer kabul edersen seninle ... konusunda çalışmak istiyorum. Cevabını en kısa zamanda gönderirsen vize işlemleri için gerekli davet yazılarını sana hemen göndeririz. 1 Ekim itibariyle başlayabilirsin."

1 Ekim'e kadar yapılacak çok şey var! Öncelikle tez teslim edilecek jürilere 1 hafta içinde. Sonra tez savunması ve mezuniyet. Arada İstanbul, Adana ve İzmir'de kongreler, bir düğün ve nikah(evet bizimki sonunda!), bir süpriz etkinlik(size süpriz olacak), bir İrlanda toplantısı, iki Prag kongesi ve... ver elini Kuzey İrlanda!

Bundan sonra her zamankinden çok daha koşuşturmacalı, çok daha yoğun bir gündem... Zaten bu yüzden artık yatma vakti. Yarın erken kalkıp grafiklerin yorumlarını bitirmem gerek. Sonra alengirli çıktılarla süsleyip danışmanıma vermem gerek. Vücut yorgunluktan baygın ama beynim hala heycanlı!

3 Haziran 2010 Perşembe

Hushhh!

"Sana 10 gün içinde cevap vereceğiz ama bu süre içinde canını sıkmana hiç gerek yok." dediklerine göre...


dans etmeye başlayabiliriz anlamına gelir bu bence! Di mi?

Bekle bizi İrlanda!

31 Mayıs 2010 Pazartesi

Yükümüz yardım ama rotamız kimin rotası?

Önce Ankara günlüklerini sonra da teknemin altüst oluşunu yazacaktım güya sakince, araya bir de yeni gelen mim'i ve eksik kalan son iki İsrail günlüğünü sıkıştıracaktım. Dayanmak ne mümkün!


İsrail'li arkadaşım: "All the people I met from Turkey were very nice and reasonable, how did Erdoğan get elected???"* diyor. "All people I met from Isreal are very nice and reasonable, what's happenining in Palastine?"** diyorum ama belli ki demek istediğim açık değil, cevabı şu oluyor: "Well apparently the so called "human rights activists" fired on the soldiers when they boarded the boats even though the Israeli navy asked nicely to let them be boarded peacefully. The soldiers then had no option but to fire back in order to save their lives."*** Konuyu başka yere çekip, doğal olarak kendi basınından duyduklarını bana iletiyor ancak asıl vurgulamak istediğim şeyi daha iyi açıkladığımda "That's not the point... What I want to stress is; the politics is not always quite fitting with the people. I personally HATE Erdogan and I'm sure you are not one of the supporters to kill innocent people in Palastine. But these are the realities of the life..."**** o da yola geliyor biraz olsun: "It worries me that extremists throughout the world (unfortunately also in Israel) are gaining power"***** diyerek. Bıraksak "salak Türkler" diye düşünmeye devam edecek, belki de sonrasında Türkiye karşıtlarına bir kişi daha eklenecek.

Yardım meselesi, bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın mantığıyla, bizim işimiz değildi demiyorum ama "insani yardım vakfı"nın RTE ve tebasının güdümünde bir oluşum olduğu da bir gerçek. Yardımlara destek verenlerin arasından kimse mi demedi bu şekilde gitmeyin kardeşim öleceksiniz diye? Başka hiçbir yol yok muydu? Uluslararası bir konsensus veya İsrail ile bir şekilde işbirliği? İsrail de kollarını açmış beklemiyor tabii işbirliği için. İlla ki yardım edecek, illa ki dikkatleri buraya çekeceksek o zaman uzun yoldan dolanıp diğer taraftan, ne bileyim helikopterlerle yardım kumanyaları vb. atılamaz mıydı yani? Bilmiyorum tabii ki bunların ne denli gerçekleştirilebilir şeyler olduğunu ama sanki RTE göz göre göre gemilerce insanı kendi yükselişine yem etti gibime geliyor, üstelik de elini hiç kana bulamadan, taşın altına koymadan.

Ha diğer taraftan da adamın biri (ki adam demeye kaç şahit toplasalar bence yetmez); "Arap şeyhleri sikini kaşıyarak 14lük kızları siksin, halkını sömürsün,sen kalk Ankara'dan arapların haklarını savun, savaşa gir. SALAK!" diyor. Dellenmemek mümkün değil! Şaka gibi insanlar... Tepemize bindiklerinde birgün, yardım için "hani insanlık" diye ciyaklarken bunu yazan kimse, o zaman BELKİ anlar mı acaba meselenin sik olmadığını? Zannetmiyorum...

İnsanlığın içinde bulunduğu hal, korkutuyor beni...

Diğer taraftan bir de savaş çıksa da İsrail'e gününü göstersek diyenler var. Gerçekten İsrail'i haklayabilir miyiz bilmiyorum bu ayrı bir mesele ama bunu diyenlerin akademik dünyadan kimseler olması sinirlendiriyor beni. İnsanlar topluma nasıl bir borç içinde olduklarının farkında değiller demek bu. Ailenin, devletinin, ülkenin, kısaca içinde yaşadığın toplumun senin üzerindeki emekleri gidip bir savaşta vurulasın diye değil. Bu, savaşta ölmek hafif bişiy olduğundan değil, senin beyin gücünün bilek gücünden daha üstün olduğundan, bu ülkeye silahlarla savaşmaktan daha fazla şeyi bilim yaparak katabileceğinden. Bilimin gücünü bilimin içindekiler azımsarsa ne gelir elden? Bilimadamı gidip cephede ölmeyi kalıp bilim yapmaktan daha kutsal sayarsa kime ne anlatılabilir ki?

Son dakika notu:
İsrail'li arkadaşıma İsrail'li bir arkadaşı tarafından yapılan yorum: "In your description of what happened on the boat you forgot to mention the fact that the soldiers where armed with flowers instead of guns.."****** benim uzalaşmacı tavrımı korumak adına diyemediklerimi İsrail'li birisinin söylemesi...




Tercümelerde orjinal anlamı koruyamayacağım endişesi ile metinleri oldukları gibi alıntıladım ama yine de bence en uygun çeviriler şu şekilde:
* Türkiye'den tanıştığım insanların hepsi de iyi ve mantıklı insanlardı, nasıl olmuş da Erdoğan'ı seçmişler?
** İsrail'den tanıştığım insanların hepsi de iyi ve mantıklı insanlar, Filistin'de neler oluyor?
*** Görülen o ki "insan hakları eylemcileri", İsrail ordusu barışçıl bir şekilde gemiye binmek için kibarca izin istemesine rağmen, gemiye binen askerlere ateş açmışlar. Böyle olunca askerlerin de kendi hayatlarını korumak için geri ateş açmaktan başka seçenekleri kalmamış.
**** Olay bu değil. Vurgulamak istediğim, politika ile insanların her zaman uyum içinde olmadığı. Ben kişisel olarak Erdoğandan NEFRET ediyorum ve eminim ki sen de Filistin'de masum insanların öldürülmesini destekleyenlerden biri değilsin. Ne var ki bunlar hayatın gerçekleri.
***** Beni endişelendiren tüm dünyada (ne yazık ki İsrail'de de) aşırılık yanlılarının güç kazanmakta olması.
****** Gemide ne olduğunu anlatırken askerlerin silah yerine çiçek kuşanmış olduklarını belirtmeyi unutmuşsun.