21 Ağustos 2014 Perşembe

ne var ne yok


Londra koşturmacasından yorgun argun eve vardık ama aksilikler peşimizi bırakmadı. Farkettim ki sevgili dostum GTT'un bana hediye yolladığı Moğolistan Günlüğü kitabımı uçakta unutmuşum. Halbuki ne kadar da önemliydi o kitap benim için, hem hediye olduğundan hem de Moğolistan ziyaretime 10 günden az zaman kaldığından... Aer Lingus'un peşine düştüm ama, henüz bir sonuç yok. 

F'nin ise keyfi gün geçtikçe kaçtı. Çalınan sadece tüm tatil parası olsa, hadi belki neyse de, kimlik ve ehliyet de gidince, araba kiralama hayalimiz de suya düşmüş oldu. Döner dönmez okulların açılacağını düşünce yeni kimlik çıkartma karmaşası, ve yolculuk yorgunluğunu üzerinden atma derdi epeyce sıkıntılı olacaktı onun için. Hal böyle olunca 28 Ağustos olan dönüş biletini iptal edip 22 Ağustos'a çekmeye karar verdi. 1 gün Armagh, 1 gün Belfast, 1 gün de Dublin'e yeter dedi ve bu sabah itibariyle aramızdan ayrılıp Dublin yollarına koyuldu. Ben olsam hiç değilse hırsıza pabuç bırakmamak adına tatilime devam ederdim ama, içine sinmedi işte.

Bana gelecek olursak... 20 Ağustos'a kadar yazmış olacağımı tahmin ettiğim kısımda bir gıdım bile ilerleme yok. Üzerinde çalıştığım son cismin literatür taramasını yapsam, geriye sonuçlarını yorumlamak kalacak ama üzerimde tembellik devleri cirit atıyor resmen.


Haftaya perşembe, Dublin'den İstanbul'a, gidiyorum. 1 gece Zerrincimle geçirip, cuma günü Ulan Bator'a doğru yola koyuluyorum. Herşey yolunda giderse 30 Ağustos sabah 11 civarı varacağım Moğolistan'a. +8 saat diliminde bulunan Moğolistan, Türkiye'den vize istemiyor neyse ki. Ama aksilikler biter mi? Bu sabah bir mail aldım yer ayırttığım otelden, 2-7 Eylül arası otelimiz kullanıma kapalı olacaktır, başınızın çaresine bakın diye. Kabus gibi! Civarda, hatta toplantı yerine daha yakında, başka bir otel ayarladım; 100$ daha pahallı, ve ne yazık ki booking.com'da birkaç negatif yorum mevcut. Artısı, kaldığım süre boyunca ücretsiz bisiklet vereceklerini iddia ediyorlar, ve bir de konumu. Eksisi, havaalanından alacaklar mı emin değilim, daha pahallı, ve tedirginim. 

Şimdi bana şans dileyin de, bir an önce bitireyim şu elimdeki bölümü. Moğolistan'a gitmeden yeni bir araştırma projesi hazırlamam gerek. Oradaki toplantıya katılacak hocaları kafalamak için sağlam fikirler üretmem gerek!

F ile 2 gün Londra - 2



Cumartesi günü "continental" kahvaltı ile başladık güne. Ben sevmedim doğrusu ne kahvaltıyı ne de görevlileri ama F. gayet memnun kaldı.

Yine yürüyerek Kensington Park'a doğru yola koyulduk. Bu defa bisikletlere atladık ve öylece gezdik parkı. Haftasonları, aslında tüm 'public holiday'lerde Barclay's ın sponsorluğunda tüm şehre dağılmış olan bisiklet kiralama servisi ücretsizmiş ilk yarım saatte. Eh zaten biz de anca o kadar gezindik. Bisikletlerden inince parkın köşesindeki minik bir cafede çay içtik, ve istikamet Hyde Park. Tam Buckingham Sarayı'nın önüne geldiğimizde farkettim ki 2010 yılında yüksek lisanstan mezun olduğumda teyzemin hediye ettiği, ve o zamandan beri hiç çıkarmadığım kolyem yok boynumda! Çok üzüldüm, aradım taradım ama yok. Otelde bulacağım umuduyla devam ettim güne...

Devlet tiyatrolarının bir gişesiyle karşılaştık James Park'a varmadan. Akşam 8'de Covent Garden civarında sahnelenen "The Woman in Black" oyununa bilet aldık iki kişilik. Suzan Miller'in bir romanından sahneye aktarılmış, gerilim ve korku dolu bir tiyatro!

James Park'tan geçip atlı süvarilerin alanına vardık. Alan, bir gösteri nedeniyle kapalıydı ama en azından Whitehall'a çıkıştı bir atlı ile fotoğraf çekilebildik. Bir sonraki durağımız Elizabeth Tower, nam-ı diğer Big Ben olacaktı ama ancak önceden rezervasyon ile girilebiliyormuş içine. Zaten tüm yapmak istediklerimizi tek güne sığdıramayacağımızın farkında olduğumuzdan, çok da üzülmedik doğrusu. Westminster'e vardığımızda hedefimiz nehir turu yapmaktı. Bu noktada biraz dikkatli olmak gerekiyor: aslında 4 tane gişe olmasına ve farklı firmalar benzer ve belki de aynı hizmeti sunmasına rağmen, herkes tek bir gişenin önünde kuyruk olmuş durumda. Bunun tek nedeni ise sürü psikolojisi. Kimse sağına soluna bakmıyor ve doğrudan önündeki sıraya ekleniyor. Tabii ki biz öyle yapmadık ve yan gişeden güzelce aldık biletimizi, Thames Nehrin'de hoş bir gezinti yaptık. Londra'nın gece turunda da, nehir gezisinde de yanınıza almanızı önereceğim şey, rüzgar/su geçirmez yağmurluklarınız ve bir de kaşkol, boynunuzu kapatmanız için. Böylesi güzel bir gezintinin üstüne eminim ki kimse bademciklerini üşütmek istemez.




Nehir turu bittiğinde saat 5'e geliyordu. F. British Museum'a gitmek, ben de King's Hall Cross'daki Plaform 9 3/4'i görmek ve birkaç fotoğraf çektirmek istiyordum. İlk planımız F.'in müzeye gitmesi yönündeydi ama sonra farkettik ki hem oraya varana kadar müzenin kapanmış olma olasılığı yüksek hem de ben kendi kendimin fotoğrafını nasıl çekeyim oralarda? Birlikte gittik 9 3/4'e ama kooooskoca bir sırayla karşılaşacağımızı beklemiyorduk doğrusu. Hal böyle olunca gerisin geri soluğu metroda aldık. Covent Garden durağı tamiratta olduğundan, en yakın  Russel Square'de indik. Yol üstünde italyan dondurmacı bir amcadan birer külah rezil mi rezil dondurma alıp, Russel Meydan'ında dinlendik. Ne olur ne olmaz diyerek British Museum'a da uğradık ama tahmin ettiğimiz gibi 5'te kapanıyormuş müze. Yine de F. bir kaç fotoğrafını çekti binanın.


Hızlı adımlarla vardık Fortune Theatre'a, üst locada aldık yerimizi. Ver gerçekten de korkuttu bizi yıllardır bu sahnede oynanan bu klasik oyun. Şimdi bir an önce kitabı da alıp okumak gerek!

  

Tiyatro çıkışı Covent Garden'dan geçip şehir merkezine yürüdük. Bu sırada bir çok hediyelik eşyacıya da uğradık tabii. Günün başında 4 tanesi £10 olan magnetleri günün sonunda 8'i 10'a bulunca biraz hayıflanmadık değil ama insan bilemiyor ki fiyatlar ne kadar düşecek...

Yol üstünde bir de M&M dükkanı bulduk ki, dükkandan öte bir müze resmen! Çeşit çeşit peluşlar, tshirt ve kupaların yanı sıra hediyelikler ve kocaman kocaman heykeller! Kendimi kaybetmedim desem yalan olur.


Saat 11'i az geçmişti ki artık eve dönelim dedik. Burnumuzun dibinde metro durağı görünce de pek sevindik haliyle. Picadilly Circus'tan girdik içeri. F. önümden geçti kendi Oyset kartıyla, ben kendiminkini cüzdandan çıkarayım derken omuzuma asılı çantanın derinliklerinde cüzdanımı aramaya, içinden de kendi kartımı bulmaya koyuldum. Günün öncesinde TK Maxx'ten almış olduğum eşşek kadar çanta ile turnikelerden geçmek biraz sancılı olsa da, son bir defa daha başardım, ve F.'i gideceğimiz yöndeki kayan merdivenlere doğru ilerlemesi için uyardım. Kayanmerdivenlere geçtik, 2-3 basamak anca indik, kafamı kaldırıp etrafa bakayım dedim ki.... F.'in sırt çantası sonuna kadar açık! Cüzdanını ayrıca bir çanta içinde taşıyordu ve o çanta da ortalarda yoktu! Panik, telaş, acele, hayıflanma, polis, tutanak, banka telefonları, kredi kartı iptalleri, acaba çantada başka neler vardı'lar... Londra'daki ikinci ve son günümüzün hüsran üstüne hüsranla sonuçlanmasıyla, otele vardık. Tabii ki kolyemi de bulamadık.
 

F ile 2 gün Londra - 1

Tam bir ay önce bugün, son Tez İzleme Komitesi toplantıma girdim. İşlerin yolunda gittiğine ve bundan sonra "thesis only" olarak devam edebileceğime karar verildi. 
Ağustos'un 6'sıydı, ofiste sabahlayışımın ardından, nihayet tezim için gerekli tüm analizleri bitirmiştim artık ve gerçekten sadece tezi yazmak kaldı. Plana göre Ağustos sonunda bu aşamaya gelecektim! 
İşler rahatlayınca tabii ki sosyal beklentileri arttı insanların, ben de illa vericem, vericem, hep vericem ya herkese... Skype üzerinden verdiğim speaking dersleri uzun zamandır rafa kalkmıştı, ne var ki en yakın arkadaşımla gündeme gelmesi maddi olarak bir değişiklik katmadı durumuma. Aksine biraz daha gerginlik ekledi, tüm o stresin hemen üstüne geldiği ve arkadaşımı geçen sene dersleri bıraktığımızdan geride bulduğum için. 

Gelelim asıl konuya: Geçen hafta Cuma, Londra'ya gittim, ortaokulda matematik öğretmenim, sonra da her başım sıkıştığında dostum olan F.'i karşılamak üzere. Güzel bir tatil planladık, 2 hafta boyunca İrlanda adasının tadını çıkarmak üzere. 


Cuma sabahın köründe yollara düştüm. Armagh - Belfast  yolculuğumun sonunda F. telefon etti yabancı bir numaradan. Onca tedbire rağmen Turkcell hattı çalışmamış Londra'da. Ne yapacağının şaşkınlığında... İster bir cafede otur ve bir şekilde haber ver bana hangi kafede, nerede olduğunu, istersen beni karşılamaya gel dedim. Benden 3 saat önce inmiş olmasına rağmen Gatwick havaalanında buluşmaya karar vermiştik en başından bari. Tamam dedi ama sonra ses etmedi. Londra'ta indiğimde kendisini aramayı denedim ama telefonunda bir gelişme yoktu. Bekliyor mu acaba beni diye bakıntım etrafıma, yoktu. Zaten benim uçuş bilgilerim de onda yoktu. Onun indiği terminale gittim, birkaç cafe vardı civarda ama ilk seferde buldum F'in oturduğunu. Sevgi ve özlemle kucaklaştık, kısa bir sohbetin ardından yollara düştük. 


Earl's Court metro istasyonuna pek yakın bir otel olan MayFlower'a vardık sorunsuzca. Eşyaları bırakıp yarım saat uzandıktan sonra düştük yollara. Kensington Park'a yürüdük, sincapları besledik, öylesi karmaşık ve büyük bir şehrin içinde nasıl da huzur dolu parklar olduğunun şaşkınlığı ve hayranlığını duyduk iliklerimize kadar. Knightsbridge civarında bir yerde fish & chips yedik ve evsiz arkadaşım ELSD ile buluştuk! 


London Night Bus Tour'a katıldık sonrasında. Kişi başı normalde £20 ama benim cinlik edip de peşimde taşıdığım %20 indirim kuponu sayesinde iki kişi £32'a kapattık geceyi. Üstelik hiç de öyle kısa, sıkıcı falan değildi. Tam 1sa 45dk sürdü tur, şehrin altını üstüne getirdik resmen. Herkese tavsiyemdir, özellikle de fazla vakti olmayan, geceleri de verimli kullanmak ve şehrin başlıca turistlik yerlerini görmek isteyenlere.



Londra'da tüm seyahatlerimizi Oyster kart kullanarak gerçekleştirdik. Önceleri ikimizin tek bir kart kullanabileceğinden umutlandık ama ha bire sorun çıktı, ha bire sorun çıktı derken sonunda bir görevli fark etti bizim bu durumu ve cezasının 1000£'e kadar çıkabilecek bir durum olduğunu söyledi. Haliyle tıpış tıpış aldık ikinci Oyster Card'ı.