15 Ocak 2011 Cumartesi

2011'in süprizleri!

Dün süper gelişmeler oldu! Aslında 2011'e girdiğimizden beri iş yerimdeki gelişmeler gerçekten çok güzel. 

Dün danışmanımdan gelen bir e-maille öğrendim ki Mart sonunda Cape Town'a gidiyormuşum 8 gecelik bir gözlem projesi için. Güney yarım küre yahu! Yeni yeni takımyıldızlar, pırıl pırıl bir gökyüzü! Üstelik 1.9metrelik bir teleskop!!! 

Fotoğrafı TWAN projesinden Serge Brunier güney yarım küreden çekmiş.
Gözleme gidecek öğrenci olarak beni seçmelerinde en önemli etkenin Güney Afrika'nın Türkiye'den vize istemeyişi olduğunu düşünüyorum. Pek tabii ki danışmanımla birlikte gideceğim ancak kendi uçak biletini önceden almış, benim de mümkünse onunla gitmemi ama daha önemlisi en ucuz uçak biletini bulmamı istediğini söyledi. Ne de olsa masrafları gözlemevi karşılayacak. Hal böyle olunca ilk adres olarak skyscanner'e baktım tabii ki. O sırada THY'dan alıp da kullanamadığımız ve açık bilete dönüştürmek zorunda kaldığımız için kullanılmayı bekleyen biletlerimiz geldi aklıma ve THY'nın sitesinden arattım Londra-CapeTown uçuşunu. Aha! Ne olsa beğenirsiniz? Sizi bilmem ama benim en beğeneceğim şey olmuş: Bu uçuş danışmanımın gittiği havayolu firmasından hem daha ucuz hem de İstanbul'da 1 gün beklemesi var!!! Yani sadece Güney Afrika'ya gitmekle kalmıyorum arada bir de koskoca bir günüm oluyor İstanbul'da. Hem de hem gidişte hem dönüşte!!! Pazartesi kesinleşecek son bir kaç detaydan sonra sıra bileti almaya geliyor. Eğer bir aksilik çıkmazsa THY ile uçmak konusunda ısrarcı olmayı planlıyorum ama görücez bakalım... Her şey planladığım gibi giderse 20 Mart Pazar sabaha karşı 4 civarı İstanbul'a varıyorum ve Cape Town uçuşum taaa gece 10'da! Yani Zerrincim'le geçirebileceğim koskoca bir günüm oluyor! Dönüşte de yine aynı şekilde 2 Nisan Cumartesi gününü İstanbul'da geçirebiliyorum. Sanırım uçuşun ucuz olma sebebi de bu, yani yolcuyu İstanbul'da koskoca bir gün bekletiyor THY, aman ne sıkıcı ne fena! =)

Dün akşam Max Planck Lindau'da doktorasını yapan ve 2 aydır burda olan Etiyopya'lı arkadaşımıza güle güle partisi düzenledik. Günün malum heycanı tabii ki dilime de düştü ve herkese anlatıp duruyorum Zerrincim'i göreceğim için nasıl heycanlı olduğumu. Meğer bu ay doktorasını bitirip Mart itibariyle NASA Kepler ekibine katılacak olan KüçükPrens de daha önce gitmiş CapeTown'a. Heycanla güney yarım küre yıldızlarından, Samanyolu'nun orada ne kadar parlak olduğundan ve Büyük Macellan Bulutsusu'ndan bahsetti hızlıca. Bir de civarda penguenleriyle ünlü bir kasabayı anlattı, mutlaka gidip görmelisin diyerek.
Güney yarım küre yıldızları, parlak bir Samanyolu, penguenler, yeni bir ülke ve yeni bir şehir derken... Fark ettim ki yukarıdaki kadar mükemmel olmasa bile kayda değer bir Samanyolu fotoğrafı çekemeden dönersem CapeTown'dan, gözüm açık gidicem bu dünyadan. O yüzden ucuz, yeni başlayanlar için makul ama adi olmayan bir DSLR arayışına giriştim. Arkadaşım Canon 550D önerdi. Burdaki fiyatı Türkiye'dekinin neredeyse yarısı ama burada kredi kartına taksit yapmıyorlar nedense. Trink para olunca burdan almak zor ama taksitle bile olsa Türkiye'den almak çok anlamsız. Hal böyle olunca ben de Canon 1000D'ye bakıyorum şu sıralar, ama sevdicek pek beğenmedi onu da. Sözün özü arkadaşlar, DSLR makineler hakkında fikri olan varsa birkaç satır bişiyler yazarsa çok mutlu olurum.

14 Ocak 2011 Cuma

18

18 yaşındaki insan kanunların önünde artık reşittir. Yani yaptığı her hareketin sorumluluğunu taşıyacak bilinçte bir bireydir. Bu durum beraberinde neler getirir bakalım:

18 yaşındaki insan evlenebilir. Yani hayatının geri kalanını ailesinden olmayan birisi ile geçirmeye karar verebilir. Bir yuva kurabilir ve bu yuvanın sorumluluğunu üstlenebilir. Bu ne demek, biraz daha yakından bakalım. Ailesinin geçimini sağlamak zorundadır 18 yaşındaki birey. Yani çalışmak zorundadır. Çalışmak, ya birisinin emri altında ya da kendi işini kurarak. Birisinin emri altında, yani işçi olarak, yani işverenine karşı sorumluluk üstlenerek, üstlendiği sorumluluğu yerine getirip para kazanarak çalışmak. Kendi işinde, yani işveren olarak, kendi ailesinin yanısıra bir de çalışanına karşı sorumluluk alarak, kendisine verilen iş gücünün karşılığını maddi olarak ödeyerek. Yani evlendiği insanı yüz üstü bırakmaz, işçisine/işverenine dolandırıcılık yapmaz.

18 yaşında evli bir insan çocuk sahibi olabilir. Yani, kendi gelişimini tamamlamış olmasının yanı sıra bu dünyaya yeni bir canlı daha getirip onun da gelişiminin sorumluluğunu üstlenebilir.
(Aslında bunları yapmak için 18 yaşa bile gerek yoktur, ailenin izniyle 16 yaşındaki birisi evlenebilir, çocuk sahibi olabilir. Yaş: 16!) Yani bu insan dünyaya getirdiği çocuğu aç bırakmaz, eğitimsiz bırakmaz, sömürmez, ona zarar vermez.

18 yaşındaki birisi yaptığı hataların sorumluluğunu yetişkin bir birey olarak üstlenir aksi halde cezai yaptırımlara tabi tutulur. Yani hırsızlık yaparsa, adam yaralarsa, adam öldürürse vs., çocuk ıslah evine değil hapishaneye gönderilir, ve belki de ölüm cezasına çarptırılabilir. Yani bu insan başkalarına hakaret etmez, önüne geleni dövmez, hırsızlık yapmaz, çocuk kaçırmaz, şantaj yapmaz, adam öldürmez.

18 yaşındaki birisi silah ruhsatı edinebilir. Bu ne demektir? Bu yaşı doldurmuş birey, silahını doğru zaman ve doğru amaçlarda kullanmasını bilecek zihinsel yeterlilikte birisidir. Yani bu insan eline tabancayı alıp kafasına göre sağa sola kurşun saçmaz.
 
18 yaşındaki birey oy kullanabilir. Böylece yerel ve idari seçimlerde söz hakkına sahiptir, ülkeyi yönetmeye muktedir kişilerin tayini yapabilecek erişkinliğe sahiptir. Yani bu insan ülkeyi kötü emellerine alet edecek insanlara oy vermez.

İlginçtir ki ülkemizde, 18 yaşında evlenebilen, ailesinin sorumluluğunu üstlenebilen, çocuk sahibi olabilen, oy kullanabilen, silah alabilen, sorumsuz davranışları karşısında cezalandırılabilen ve hatta belki de öldürülebilen bu insan, neyi ne kadar yiyip içeceğine karar verecek olgunlukta değildir.
Ve benim de bunu anlamam mümkün değildir!

Ama yazı böyle bitemez, pardon! Aslında şöyle bitmeliydi yazı:

İşte tam da bu yüzden devlet büyüklerimiz 24 yaş ve altındaki bireylerin alkole yakınlaşmasından korkarak gerekli önemleri uygulamaya koymaya çalışmaktalar. Umuyorum ki  24 yaş altındaki insanların mide sağlığı açısından kola tüketimleri, kulak sağlığı açısından kulaklıklarındaki max. ses seviyesi, boğaz sağlığı açısından dondurma soğukluğu ve dil sağlığı açısından çay kahve sıcaklıkları da yakın zamanda kontrol altına alınacak ve gerekli düzenlemeler yapılacaktır.

Be hey dürzü!

Ne ararsın Tanrı ile aramda?
Sen kimsin ki orucumu sorarsın?
Hakikaten gözün yoksa haramda,
Başı açığa neden türban sorarsın?

Rakı, şarap içiyorsam sana ne?
Yoksa sana bir zararı, içerim.
İkimiz de gelsek kıldan köprüye,
Ben dürüstsem sarhoşken de geçerim.

Esir iken mümkün müdür ibadet?
Yatıp kalkıp Atatürk'e dua et...
Senin gibi dürzülerin yüzünden
Dininden de soğuyacak bu millet.

İşgaldeki hali sakın unutma!
Atatürk'e dil uzatma sebepsiz!
Sen anandan yine çıkardın amma
Baban kimdi bilemezdin şerefsiz!

Neyzen Tevfik

11 Ocak 2011 Salı

Okunmamışlar okunmuş


Bazı bloglar var ki günlük koşuşturmaca içinde okumaya kıyamıyorum. İstiyorum ki alayım netbook'umu kucağıma, kahvemi elime, geçeyim ekranın karşısına, sanki o blogun sahibiyle karşılıklı sohbet edermişcesine okuyayım yazıları. Ne var ki sevgili reader bu zevkimin içine ediyor zaman zaman. Okumadığım çoğu yazı okunmuş haline geliyor. Nedir ulan bu durum diye celallendim ve bakın ne buldum: Tıklayınız!

Tembeller için özet geçeyim. Dur ya! Nedir bu tembelleri besleyişimiz? Sonra da şikayet et neden tembeller diye! Hep benim gibilerin yüzünden. Tembeller için özetmiş. Peh! Bırak okusun tembel! 

Neyse, olay şu: 30 günden daha eski yazılar otomatik olarak okundu olarak işaretleniyormuş. Aynı şey 10.000'den fazla okunmamış yazı olduğunda da söz konusuymuş. Bu iki koşuldan herhangi birinin sağlanması durumunda koşulu sağlayan yazılar okundu olarak görünüyorlarmış. 
Bilginize.

Mukaddes Yıldızlar

Dün akşam aklımda ne vardı da "mevcutları okuyup bitirin, yeni yazı geliyor, ona göre. sonra çok yazı birikti okuyamadım diyen olmasın" dedim twitter'da bilmiyorum. Dün gece yatağa girene kadar aklımdaydı halbuki.

Neyse şimdi aklıma gelen şey başka. Maya kitabını okuyorum Jostein Gaarder'in iki gündür. Yine bol bol düşündürücü bir kitap yazmış Gaarder, tıpkı Sofi'nin Dünyası'nda olduğu gibi.
Fotoğraf, Türkiye'nin adını uluslararası ortamlara taşıyan başarılı astrofotoğrafçılardan Tunç Tezel'e ait. 

Işık kirliliği arttıkça insanların içi de kirleniyor aslında, biliyor musunuz? Şu ışık kirliliği yüzünden bence birçok insanın piçliği. Anlatayım nasıl olduğunu . Işık kirliliği olmasa, insanlar geceleyin gökyüzüne baktıklarında alev alev yanan lambaları değil de yıldızları göreceklerdi; hem de yüzlerce, binlerce ve belki de milyonlarca. O kadar çok yıldız görmek insanı ister istemez düşündürür: Ne kadar çok yıldız var.. Hem de bizden ne kadar uzaktalar.. Evren ne kadar büyük..Ben ne kadar küçük kalıyorum.. diye. Sonrasında gözün kayınca uzaktaki bir evin penceresine... orada hiç tanımadığım bir dolu insan var. Hepsinin ayrı ayrı dertleri, neşeleri. Kim bilir kaç tanesi sevgilisine üzülüyordur, kaçı sınava çalışıyor, kaçı sağlığından endişeleniyordur. Koskoca evrende küçücük ve milyarlarca canlılarız biz. Bir karıncanın derdi tasası bizi ne kadar etkiliyorsa bizim de bu Dünya'daki hırsımız, kaygılarımız anca o kadar etkiler koca evreni. diye düşünen bir tek ben çıkmam elbet değil mi? Tüm bu düşünceler insanları biraz daha insaflı kılmaz mıydı hayata ve birbirlerine karşı?

Peki ışık kirliliğinin hiç de fazla olmadığı dönemlerden birinde karşımıza çıkmadı mı Hitler? E yıldızlar mukaddes şeylerdir dedikse şeytana pabucunu ters giydirir de demedik elbet.