25 Aralık 2010 Cumartesi

effelsberg


Üçüncü gün akşam orda burda gezip alışveriş yapmaktan o kadar yorgun düştük ki toplantı yemeğine gidecek halimiz kalmadı ikimizin de. Zaten ertesi gün 100metre çapındaki Effelsberg radyo teleskobuna gezi yapılacaktı ve yine çok yorulacaktık.

Effelsberg'e ben daha önce gitmiştim ama OnurCUM'la birlikte oralarda olmak tabii ki başkaydı. Çoğu zaman etrafımdakiler benim enerjimden nasiplense de ben o heycanla tepindiğim güzellikleri genellikle sevgilimle paylaşmadan rahata eremiyorum. Bu yüzden OnurCUM'un Effelsberg'i yakından görmesi, o koca teleskobun üzerinde yürümesi şarttı.

Yaz okulu - ii


Derslere girip çıkıyoruz sürekli. Aralarda çay, kahve, meyvesuyu, kurabiye, meyve, meyveliyoğurt depoluyoruz. Öğle yemekleri devasa yemek tepsilerinde geliyor, öğle arasında bile öğrencilerin dışarı çıkmasına gerek kalmayacak şekilde tasarlanmış herşey ama unuttukları birşey var. Dersler bitip de dışarı çıktığımızda tüm dükkanlar kapanmış oluyor. E o zaman ben ne zaman gideceğim enstitünün çaprazındaki ucuzcu dükkana? Ne zaman merkezdeki ucuzcu kırtasiyede dolaşacağım aylak aylak? Nasıl alışverişe gidip Türkiye'den getiremediğim aklımda kalan kazaklarımdan alacağım C&A'den, Nivea şampuan depolayacağım ya K.İrlanda'da yoksa diye, sevdiğim ajandadan bulacağım 2011 için, kendime doğumgünü hediyesi olarak aldığım Kayseri'de kırılan kupanın aynısını arayacağım..ha nasıl? Tabii ki öğle yemeklerinden fedakarlık edip yemek öncesi ve sonrası dersleri asarak! Dersler zaten az çok bildiğim şeyler yahu, diyerek ilk iki gün biraz aylaklık ettim, kabul. Ama üçüncü gün olan şeyin üzerine artık aylaklık hakkım kalmadı.

Böylesi yaz okulu, kış okulu vb. etkinliklere öğrenci olarak başvurduğun zaman genellikle katılım ücreti ödememe ve yol masraflarının karşılanması veya konaklamanın halledilmesi gibi kıyaklar yaparlar öğrencilere. Bunda da olsun diye çok debelendik ama başvuruyu geç yaptığımız için çoktaan başka öğrenciler kapmıştı bunu. Katılım için ikimiz de 150€ verdik, bunun dışında zaten konaklamamız bedava, bir tek yol masrafı vardı ki o da zaten K.İrlanda'ya gitmemiz için ara duraklardan biri olacaktı. Katılım ücreti için verilen parayı da uzun zamandan beri zaten almanya'ya gidebilmek için saklamakta olduğumdan fazla dert etmedim ben.

Okulun üçüncü günü bir bayan geldi yanıma, sekreter seni görmek istiyor dedi. Gittim sekreterin yanına, bir zarf var üstünde adım yazan. ??? Meğer toplantı desteği alan öğrencilerden birisi habersizce toplantıya gelmekten vazgeçmiş. Üçüncü günün sonunda bunu kabullenen toplantı ekibi, parayı sıradaki öğrenciye, yani bana vermeye karar vermiş. Al sana 300€! Hehee! Bir de önceki yazıda anlatmayı unuttuğum bir 20€ vardı yerde bulduğum; Bonn beni gerçekten çok özlemiş sanırım!

Yaz okulu




Pazartesi, yaz okulunun ilk günü. Daha geçen yıl öğrenci olarak kahrını çektiğim, çok sevdiğim halde lanetler okumama neden olan mal kafalı insanlar yüzünden depresyonlara girdiğim biricik yere gidiyoruz, Max-Planck Institut für Radioastronomie! Heycanlıyım. O bina, oraya giderken bindiğim otobüs hattı, otobüsteki mekanik kadın sesinin durakları söylemesi, durak adlarını sırasıyla ezbere bilmem...hepsi buğulu hatıralar..aptal ilaçların bıraktığı sis perdesinin ardından hayal meyal hatırladığım garip günler..belki de Ankara'da her an anneannemin sıcacık kucağına koşabileceğimi bilmenin verdiği cesaretle, hayata karşı efelenmelerimin, o sıcaklıktan uzaktayken hakkını verebilecek hale gelmek..hayatın stajından aslına terfi etmek... bol acılı adana yemek gibi; acı, harbici acı, hem şimdi hem de sonrasında acı ama yiyorsun işte, seviyorsun, yine olsa yine yersin...

Kapıya yaklaştıkça kalbim çarpıyor. Geldik işte, sekreter açtı kapıyı bize, o bina, o koku.. ilk sunum çoktan başlamış, iki yıl Almanya'da yaşamış olan ben tam anlamıyla olmasa da biraz öğrenmişim dakik olmayı ama OnurCUM için aynısını söylemek güç. Girdik içeri, yerimizi aldık. Gözlerim tanıdık var mı diye aranıyor bir yandan, bir yandan da neler kaçırmışız diye bakınıyorum. Kayboluyoruz dersler arasında...

Phantasialand - Bonn

Goffredo ve Isadora'nın evlerine vardığımızda saat 3 civarıydı. Neyse ki evden çıkarken bana yedek anahtarı vermişlerdi de onları uyandırmak zorunda kalmadık. Akşam vakti evde olmama rağmen farketmemiş olduğum birşeyler gördüm bizim için hazırladıkları odaya girdiğimizde. Onlar yeni evliydi ama biz daha da yeni evliydik ve bizim için minik birşeyler koymuşlardı odaya... Bir şarap, çikolata, taze çiçekler ve Isadora'nın bizim için yapmış olduğu inanılmaz güzellikte bir kart...

Geceyi baygın geçirdik, Pazar sabahı Goffredo erkenden kalkıp kahvaltı hazırlamıştı hepimiz için ama biz yeterince erken kalkamadığımızdan apar topar çıkmak zorunda kaldık. Hemen mi? Hemen! Azıcık bile dinlenmeden mi? Azıcık bile dinlenmeden. Peki nereye böyle? Tabii ki aylardır hayalini kurduğumuz Phantasialand'a!!!

OnurCUM ilk geldiği zaman onu bu rollar-coaster parka götürmeyi çok istemiştim ama bi türlü becerememiştik. Bu defa da çok fazla boş günümüz yoktu, aslında hiç yoktu, ve işte bu yüzden bu ilk pazar günümüzü tüm yorgunluğumuza rağmen Phantasialand'a ayırmaktan daha iyi bir şey söz konusu olamazdı tabii ki.

Şehir merkezine gittik, ordan trenle yaklaşık 20 dakika yolculuk ettikten sonra Phantasialand'ın servis noktasına geçtik, biraz oyalandık, servis geldi ve heyecan başladı. yaklaşık 10 dakikalık yolculuğun ardından, varmıştık!

Günlük biletlerimizi aldık ve daldık! İlk durağımız Talocan. Her ne kadar kendisi bir roller coster olmasa da.. buyrun izleyin efenim:


Sıradaki oyuncağımız Black Mamba.. Bu arkadaşları anlatmaktansa youtube'daki güzel örnekleri sizinle paylaşmayı tercih ediyorum. Ne yazık ki kendi deneyimlerimi kaydetme fırsatım olmadı ama zaten olsaydı da benimkiler bu izlediklerinizin solunda sıfır kalırdı. Buyrun izleyin:


Gitmemiş ve gidemeyecek olanları daha fazla kıskandırmadan, kısaca mevcut hemen her oyuncağın tadına baktık diyeyim...

Eve döndüğümüzde benim anlatamadıklarımı en nihayetinde yaşamış, ve neden mutlaka birlikte gitmeliyiz diye o kadar ısrar ettiğimi anlamış bir OnurCUM vardı artık yanımda. Evde bekleyenler Phantasialand'a daha önce gitmemiş birileri olsaydı da OnurCUM'un o heycanlı anlatışını izleyebilseydim keşke.

Vuslat - Bonn

Belfast City Airport'tan uçup Londra Heatrow Airport'a konuyorum. Bir süre orda oyalandıktan sonra pek sevgili Bonn'uma gitmek üzere uçağa biniyorum ve göz açıp kapayana kadar hızlı geçip gidiyor yollar altımda.

Köln-Bonn Havaalanı'na vardığımda eve dönmüş kadar mutluyum. Bonn'a giden otobüslerin yeri değişmiş bir süreliğine, geçici durakları buluyorum, biraz bekliyorum, otobüs geliyor, biniyorum.. İçim çığlık çığlık. Otobüs şehre vardığında ise..anlatmama imkan yok. Sevinçten ağzım kulaklarımda, kelimenin tam anlamıyla! Bizi misafir edecek arkadaşlarım Goffredo ve Isadora ile mesajlaşıyoruz. Eve gidip dinlenmemi teklif ediyorlar ama ben şehri öylesine özlemişim ki, binalara sarılmak falan geliyor içimden. Merkezdeki kilitli dolaplardan birine bırakıyorum eşyalarımı ve suratımda koca bir gülümseme, içimde inanılmaz bir heycanla koşarak dolaşıyorum Bonn sokaklarında. OnurCUM'u arıyorum, Zerrincim'i arıyorum, telefondaki sesimi bastıramıyorum, heycandan çığlık gibi çıkıyor konuşmalarım, inanılmaz mutluyum. Sanki..sanki yıllardır hasret kaldığım birine kavuşmuş gibi. Sanki en son gördüğümde hasta birini sağlığına kavuşmuş görmüş gibi.. öyle işte! kocamaaan bir mutluluk var içimde!

 

(Bu fotoğraflara aşina olan var mı? Daha önce nerde gördünüz bunları bilin bakiim)

Akşama doğru otobüse binip varıyorum arkadaşlarımın evine. Görmeyeli evlendiler ve bir de bebekleri oldu! Ufaklığın fotoğrafını görmüştüm ama canlı canlı, 2,5 aylık bir minik prenses! Babasına sorarsanız kendini İngiltere kraliçesi zannediyor =) Biraz dinlenip OnurCUM'u karşılamak üzere gerisin geri şehir merkezine gidiyorum. Ne var ki havaalanına giden otobüsü kaçırıyorum!! alternatif yok değil, trenle gidiyorum havaalanına ama görece soğuk ve haliyle de yorucu oluyor. 

Yeterince erken varıyorum havaalanına ama süpriz! Uçak dediğin ya rötar yapar ya da nadiren vaktinde iner di mi? Bizimki erken geliyor! varış pistine gelen uçaklar listesinde bizimkinin uçağı var, varması beklenen vakit ve varış vakti arasında 20dk! Neyse ki erken gelmişim, hemen yaklaşıyorum gelen yolcuların çıkacağı kapıya ama bizimki bir türlü görünmüyor. Bekliyorum, bekliyorum, bekliyorum...bu arada çocuğu feci bir kavgaya karışmış bir adamcağız dert anlatıyor arkadaşına..hikayenin garipliği tüylerimi ürpertiyor, detaylar aklımda değil ama hissettirdikleri aklımda. O arada canavarımı görüyorum, tam karşımda ama gelmiyor bu tarafa, birilerine birşeyler soruyor ve geri gidiyor. Belli ki birşeyler ters gidiyor..orda olduğumu görse de lazım olursam beni çağırtsa keşke diye düşünüyorum, sonra boş yere evhamlanıyorum, valizlerden başka bir sorun çıkmış olamaz nasıl olsa diyorum. Bir süre daha geçiyor, ve geliyor... Onunla ilk buluşmamızın olduğu yerdeyiz. Yine ben gitmişim onu karşılamaya, ama bu defa gitarı yok yanında, yine herşeyin en başındayız, bu defa kocam...

Belfast'taki ilk günün sonu


N ile birlikte bir yemek yiyip, Starbucks'a gidip de uçuk olmayan fiyatlarla kahve içmenin tadına varıyoruz, hızlı bir market alışverişi yapıyoruz ve ayrılıyoruz...

Hostele çıkıyorum, kalan eşyalarımı yerleştiriyorum, aklımda binbir senaryo ile üzerimi değiştirmeden  ama en azından pantolonun belini gevşeterek biraz uzanıyorum. Uyuyabiliyor muyum..pek değil, etrafı inceliyorum bir süre, televizyonu karıştırıyorum, havaalanında aldığım broşürlere bakıyorum..uykuya dalar da uyuyakalırsam endişesiyle alarmı kuruyorum.

Odaya giriş yaparken gece 4:30'da bir taksinin gelip beni almasını söylüyorum resepsiyondaki adama, tamam diyor, çıkarken buralarda kimse olmazsa anahtarı masaya bırak. Bunları düşünürken kapı çalıyor! Bir an korkuyorum, sonra aklıma geliyor parayı ödemediğim, büyük ihtimalle onun için gelmiştir biri diye düşünüyorum, hızlıca üstüme çeki düzen verip kapıyı açıyorum, doğru tahmin. Gençten bir adam oda parasını soruyor, paramı alıp iniyorum resepsiyona, ödemeyi yapıyorum, taksiyi onaylatıyorum, içim rahat odaya çıkıp biraz kestiriyorum...Alarm sesinden önce uyanıyorum, hemen sonrasında OnurCUM arıyor uyuya kalırsam diye düşünerek, sonrasında da alarm çalıyor. Toparlanıp çıkıyorum dışarı. Sırtımda koca bir çanta, dışarısı ayaz ve saat sabahın 4 küsürü. Bazı taksiler var etrafta ama bilemiyorum ki hangisi benim için geldi. Epeyce bekliyorum, saat 4:50 falan oluyor, sokaktan geçen bir taksiyi durdurup biniyorum. Havaalanına gidiyoruz.

Havaalanı görece küçük, dışarıdan sıcak ama otel odasından serin, kalabalık değil ama insanlar normal... e ne varmış ki burada beklesem de hostele boşu boşuna £35 vermesem? E dinlenmiş oldum azıcık işte, bırak söylenmeyi kaç gündür yollardasın zaten be cadı!

Beklenen yazı dizisi devam ediyor: Belfast mecarası

Otobüs gara yaklaştığında ilk gördüğüm şey N. oldu çok şükür. Yoksa o valizleri otobüsten tek başıma indirmemin imkanı yoktu. Hemen el attı, bir nefeste indim, kenara bir yere durdum ve bi dolu teşekkür etim N'ye. Önce valizleri bırakabileceğimiz bir emanetçi arandık minik terminalde ama yoktu öyle birşey, fazla vaktimiz olmadığı için yanımızda taşımaya çabalamak daha kolay geldi ilk anda. Yapılması gereken ilk iş, polis karakoluna gidip ülkeye girişimi tescil ettirmekti. N yanında bir Belfast haritası getirmişti benim için, ondan bakıp bulmaya çalıştık en yakın polis karakolunu ama haritada işaretlenmemiş olduğunu farkedip şaşırdığımızla kaldık. Terminaldeki güvenlikçilere sorduk, adamlar tarif etti, biz de yola koyulduk. Ne var ki gösterdikleri tarafa gidince pek de polis karakoluna benzer bir yer göremedik. Yoldan geçenlere sorma çabalarımız da sonuçsuz çıkınca biraz kendi etrafımızda dönüp durduktan sonra, bize anlamsız gelmesine rağmen terminaldeki adamların anlattıkları binaya gittik. Evet, bir polis karakoluymuş orası ama...
WOS: Ülkeye girişimi tescil ettirmek için geldim
Polis: Ülkeye girişinizi tescil ettirmek için?
WOS: Evet, pasaportumda, yani bana verilen vizede öyle yazıyor. 
Polis pasaportuma bakar ve "giriş yapmışsınız işte burda damga var ya"
WOS: Evet giriş yaptım ama ayrıca bir onay yaptırmam gerekiyormuş poliste o yüzden size geldim.
Polis: Ben öyle birşey bilmiyorum ama arkadaşlara sorayım, bekleyin.
10 dk bekledik.
Polis: Bahsettiğiniz şeyi bulduk sanırım, XXX'deki polis karakoluna gitmeniz gerekiyor.
WOS: Nerede orası?
Polis: XXX polis karakolu
WOS: Anladım da orası nerede?
Polis: Eee, bilmiyorum telefon edip soralım, hem siz de bi konuşun ordakilerle.

Telefondaki ses, "evet kayıt olmanız gerekiyor ama buraya gelmelisiniz. yanınızda £38, 2 fotoğraf ve pasaportunuz olmalı."
WOS: Peki ama benim yanımda fotoğrafım yok kaça kadar gelebilirim?
Telefondaki ses: 4'e kadar gelmeniz gerek.
WOS: Ama saat 15:20!!!
Telefondaki: Acele etmeniz gerekecek, yetişebilecek misiniz?
WOS: Yetişmek zorundayım. Eylül ayı içerisinde ülkeye giriş yapmak zorunda olduğum için bugün geldim ve sabaha karşı 5'te dönüş uçağım var, bugün bunu yapmak zorundayım, bir şekilde yetişeceğim.
Telefon: Tamam, siz çabuk olun ben de sizi bekleyeceğim, sorun etmeyin tamam mı, bekleyeceğim ben sizi, ama siz de hızlı davranın.
WOS: Tamam, fotoğraf işini olabildiğince çabuk halledip taksiyle gelirim, çok teşekkürler.
Tel: Tamam bekleyeceğim, görüşmek üzere.

Oh..doğru yeri bulduk, kadın bekleyecek ama fotoğraf lazım..

Polislere sorduk, fotoğrafçı var mı buralarda diye, eczaneyi tarif ettiler. 

Çıktık sokağa, dükkanlar dükkanlar dükkanlar..fotoğrafçı yok. Eczane var ama fotoğrafla ilgili birşeyler yok.. biraz daha yürüdük, ellerimizde valizler, ağır ve çok...çekiştire çekiştire eczane arıyoruz. Karşıma opera binası çıktı, koşarak gidip gişedeki adama sordum, karşı kaldırımdaki eczaneyi söyledi o da. geçtik karşı kaldırıma, eczane, tamam. Hah, eczaneyi gösteren bir levha Polaroid fotoğraf diyor, tamam! Girdik, saat 15:40 oldu bile. Acelemiz var ama önümüzde yaşlıca tontiş ve güleryüzlü bir teyze, tezgahın ötesinde, görünmezden gelen bir sesle ilaç içeriği hakkında konuşuyor uzaktan uzağa. Konuştuğu kişinin eczacı olduğunu varsayıyor ve bekliyoruz, bekliyoruz..5 dk'dan fazla bekliyoruz. ben iyice panikliyorum. Sonunda birileri çıkıyor ortaya, ne istediğimizi soruyor, epeyce garipseyerek fotoğraf çektirmem gerektiğini anlatıyorum ve eczane bir anda fotoğrafçı oluyor! Beni bir sandalyeye oturtuyorlar, arkama bir perde çekiliyor, biyometrik özelliklere göre bişiyler yapıyor hatun ve şıp! fotoğraf çekiliyor, 2 dakika içinde hazır! Fotoğrafları alıp koşarak sokağa atıyoruz kendimizi, acilen taksi bulmamız gerek! Taksiciye yazıp veriyoruz gitmek istediğimiz polis istasyonunu, olur da yanlış anlar başka yere götürür sonra uğraş dur. Yaklaşık 10 dk taksiyle gidiyoruz. Saat 4'e 5 var! buluyoruz sonunda, N arabada bekliyor beni, giriyorum karakola. Görüşmek istediğim kişi Fiona, geliyor, bir odaya geçiyoruz, çok kocaman ve sevimli bir kadın. Anlatıyorum olanları, bir yandan formları dolduruyor. Aslında üniversitede kayıt zamanı masa açıyorlarmış benim gibi öğrenciler için ama kayıtlar gelecek hafta. Bir yandan işleri hallederken bir yandan da epeyce sorular soruyor. Onur'un da ona gitmesi gerektiğini öğreniyorum, randevu almamız için numarasını veriyor ve ordan çıkınca ne yapacağımı soruyor. Biraz şehirde gezindikten sonra havaalanına gidip uçağımı bekleyeceğimi söylüyorum, tedirgin oluyor. Şehrin güvenli olmayabileceğini, havaalanında o kadar saat beklememin uygun olmayabileceğini, en iyisinin bir hostele gitmem olduğunu söylüyor. O saate kadar geceyi havaalanında geçireceğim için keyifli ve heycanlı olan beni tedirgin etmeyi başarıyor. E karşımdaki polis tedirgin olunca ben de tedirgin oluyorum haliyle... 3 farklı hostelin adını ve telefon numaralarını bulup getiriyor bana. Ayrıca cep telefonunu da yazıp veriyor eğer başıma birşey gelirse onu aramam için. Güleryüzlü insanlar ülkesinde hissettiğim güvenin yerini tedirginlik alıyor. İnsanlar aslında çok mu sahtekar? O yüzden mi hep gülümsüyorlar? Benim gibi yabancıları kandırmak için mi böyle yapıyorlar? Güleryüzle yaklaşıp güven kazanıp sonra neler yapıyorlar? vs. vs. vs.

Çıkıyorum, saat 16:45! Epeyi bekletmişim taksiyi, biniyorum, tam gidicez, şöför arabadan inip yoldan geçen başka bir arabayı durduruyor. Akıllı adam beni beklerken radyoyu ve farları açık bırakmış, aküsü bitmiş. Arabayı şarj edip yola koyuluyoruz tekrar. Bu arada ben de elimdeki telefon numaralarını arayıp makul fiyatlı ve boş odası olan bir hostel bulmaya çalışıyorum. Almanya hattını kullandığım için fazla debelenmek yerine aradığım ikinci hosteldeki odayı ayırtıyorum ve oraya gidiyoruz. Valizleri odaya bırakıyorum, N ile etrafta gezmeye, biraz birşeyler yemeye ve bir kahve içmeye vaktimiz oluyor sonunda. Sonrasında N Europa Bus Center'a dönüyor, ben de hostele. Neyse ki valizleri yanına alabiliyor N, böylece bana sadece Almanya'da lazım olacak birkaç parça eşya kalmış oluyor.