24 Şubat 2015 Salı

Sinir oluyorum - I


Çeşitli nedenlerle mail yazabilirsiniz birisine. Her e-mail yanıt gerektirmez. Kimisinde 'hastayım yarınki toplantıya gelemiyorum' dersin, kimisinde 'dün akşamki yemek çok güzeldi' diye teşekkür edersin. Bu e-maillere gelen cevaplar, ve cevaba cevap verilmesini gerektirecek konular eklemek, ve cevaba verilen cevaba cevap vermeler... Sinir oluyorum bunlara!

Bazı e-maillerde ise bir soru vardır: Yarın akşam film izleyelim mi, haftasonu bize yemeğe gelsene, bilmem ne ders notları sende var mı, bu projeye katılmak ister misin veya bunu böyle yapayım mı, gibi. Bu maillere de cevap vermen gerekir, hem de mümkün olan en kısa zamanda cevaplaman, hem senin yapılacak işler listende yer kaplamaması hem de cevap bekleyenin vaktini almamak açısından önemlidir. Ama öyle hıyarlar var ki bu dünyada, bunu akıl edemiyorlar işte. Talebe cevabın negatif de olsa o negatif cevabın hiç cevapsız bırakılmaktan daha az negatif olduğunu, akıl edemiyorlar mesela. Kimi zamanlar oluyor ki, 'mailim ulaşmadı mı acaba' diye düşünüyor gönderen. 'Kosakoca adam yani, böylesi bir maile 2 satır olsa bir cevap yazması lazım normalde' diye düşünüyor. Alıcıya suç atmamak için kendi mail ayarlarından tut da alıcının günlük programına ve sağlığına kadar binbir tane lüzumsuz şeyle uğraşıyorsun kimi zaman. Ve en kötüsü de, tüm bu zaman boyunca gelecek olan cevaba göre hareket edeceğin için bekliyorsun. Beklemeyi sinir bozucu bulmayan var mı bilmiyorum, ben nefret ediyorum!

Sırf bu yüzden Sidekick adında bir eklenti kullanmaya başladım son birkaç haftadır. Artık akademisyenlerden arkadaşlarıma, ailemdekilerden iş görüşmesi yaptığım kişilere kadar, kim ne zaman malimi açarsa haberdar oluyorum. Hatta her açtığında haberdar oluyorum. Birisi manyak gibi ha bire mailimi açıyorsa bundan haberdar olmak istemeye de biliyorum. Size de şiddetle tavsiye ediyorum. Buyrun buradan indirin, bana da bir katkınız olsun, sayenizde 1 ay ücretsiz kullanmaya devam edeyim eklentiyi.



Durumu çok paranoyakça bulmuş olanlar olabilir aranızda. En son memnuniyetimi şöyle anlatayım size. Malumunuz Murtaza, benim doktora danışmanımdır. Kendisine dedim ki, "Bana şu özelliklerde modeller üretmen lazım ki analize devam edeyim. En kısa zamanda yapar mısın?". Cevap vermedi. Ama ben bu defa mailimin, gönderildikten 20 dakika sonra okunduğunu biliyordum. Perşembe günü gönderdiğim maile, Salı günü cevap verdi. Eskiden olsa: "Acaba maili almadı mı? Almadıysa bir şekilde kendisine ulaşmam lazım çünkü modelleri oluşturmak zaman alıyor, ve benim de çok vaktim yok. Acaba okudu da gereksiz mi gördü o modeller üzerinden devam etmeyi? Acaba okudu da modelleri oluşturuyor mu bu sırada?" gibi bir çok soru ile, sürekli gergin geçirirdim tüm haftasonumu. Ha peki şimdi okuduğunu biliyorum da ne oldu? Şu oldu: perşembe gece 22'de evinden okuduğu maili, Cuma sabah 9'da bu defa  ofisteyken okuduğunu, ve gün içinde de 6 kere daha maile baktığını gördüm. Bu demek oluyor ki modelleri hazırlıyor, ve dönüp dönüp ne özelliklerde model istediğime bakıyor bu adam. E peki bir zahmet, "OK, modeller hazır olunca sana haber veririm" dese ölür müydü? Ölmezdi. Ama demediği için benim haftasonum ölürdü! Sidekick bildirimleri, kullandığınız web tarayıcının kenarından popluyor ama ayrıca hesabınıza girip önceki bildirimlerinize de bakabiliyorsunuz, aşağıdaki örnekte olduğu gibi:


Sözün özü, size gelen mailde bir soru veya talep varsa, adam olun, 2 cümle de olsa cevap yazın. Sinir etmeyin beni!

22 Şubat 2015 Pazar

Bir uzak ülke...

“Herkesin istediği gibi yaşadığı uzak bir ülkenin özlemini duyuyorum.”

Oğuz Atay

Hedefim hep işe yarar olmaktı. Çocukken de işe yarar olmak için uğraştım, büyüyünce de. Bir işe yaradığımı hissettikçe tattım mutluluğu. En işe yarar şey de sana verilmiş emekleri boşa çıkarmamak, öğrendiklerini başkalarına öğretmek, sevgiyi, bilgiyi ve ekmeği bölüşmek oldu benim için. Astronomi okumaya başladığım zaman; lisans boyunca çift yıldızların optik bölge çalışmalarını öğreniyorum madem, yüksek lisansta da radyo özelliklerini öğreneyim, doktoramı yüksek enerjide yaparsam, yetkin bir araştırmacı olduğum zaman tüm spektrumu birleştirip tüm öğrendiklerimi harmanlayabilirim diye düşünüyordum. Öyle olmadı, hayat pek izin vermedi böyle olmasına. İnsanlar, ön yargıları, güvensizlikleri ve egoları izin vermedi, biraz da benim şaşkınlığım ve toyluğum. Bir diğer düşüncem de büyüyüp usta bir astronom olduğum zaman doğuya gitmek idi. Herkes ister Ankara, İstanbul, İzmir'de akademisyen olmayı. Ama biliyorum ki herkes bu şehirlere gidemez okumak için. Doğudaki üniversitelerden birinde bir astronomi bölümü olsa ve ben de ordaki öğrencilere anlatsam yıldızların bilimini diye umut ederdim. Kim bilir belki ben de Van Üniversitesi'nin Ethem hocası olurdum bir gün, kim bilir? Belki bir yerlerde öğrenciler WOS hocadan astrofizik dersi almak için Van Üniversitesi'ni seçerdi? Van değilse bile doğuda bir yerlerde akademisyen olma hayalim gerçekleşebileceğinin sinyallerini vermeye başladı geçtiğimiz Ekim ayından itibaren. 

Peki ben hala aynı şeyleri istiyor muyum? İnsanlarla uğraşmaktansa yıldızlarla uğraşayım derken boyundan büyük koltukları dolduran insanların kocaman egoları arasında sıkıştığımı fark ettim, hangi ülkeye gidersem gideyim. Fazla açık sözlü olunca insanların kafasını karıştırdığımı ve anlamadıkları için benden korktuklarını gördüm. Basit sandığım şeylerin o kadar da basit olmadıklarını, işin içine çıkarlar ve ego girince aslında hiçbir şeyin basit olamayacağını anladım. 

Her şey bir yana, bir de adaletsiz ve mutsuz insanlarla dolu olduğu görüyorum artık ülkemin. Eskisi gibi çiçek yok mesela evlerde. Neden? 2 hafta yazlığa gidince "iki günde bir, tabağından su veriverirsin, he mi?" diyebileceğimiz, evimizin anahtarını teslim edebileceğimiz komşularımız olmadığından olabilir mi? Eskisi gibi sokakta oynamanın tek sorunu çok terleyip üşütmek değil de, kaçırılıp organlarının çalınması veya tecavüze uğramak da var artık günümüzde. Sürekli televizyona bakarsan aptal olursun değil de, psikopat olursun diye tedirgin oluyor ebeveynler artık. Öğrenci dersten kalınca tembelliğinden değil de öğretmenin haksızlığından olabiliyor bu, işin kötüsü, bu gerçekten de bu nedenle olabiliyor. Dün gece itibariyle sokakta bere ve kaşkolla bir yerden bir yere gidiyorken sen, aynı sokakta eylem yapılıyorsa, polis de senin tipinden huylanmışsa, başına gelmedik şey kalmayabiliyor mesela artık. 1970'lerin Türkiye'sinde sendika mensupları aydın, bilge ve saygın kişilerken artık sendika üyesi olanlar sürgüne gönderiliyor mesela. Meselalar çok... ve ben korkuyorum. Bunca haktan, adaletten, sevgiden ve huzurdan mahrum olacağımı bile bile, hatta bu mahrumiyet neredeyse artık yasal olarak garantilenmişken, gerçekten istiyor muyum yeniden Türkiye'de yaşamayı?

Herkese her fırsatta dediğim gibi: haksızlıklar sadece Türkiye'de yok. Seri katiller, tecavüzcüler, esrarkeşler, hırsızlar sadece Türkiye'nin derdi değil, her ülkede var; en medeni denilen Avrupa ülkesinden, özgürlükler diyarı ABD'ye kadar her yerde var bu sorunlar; insanoğlunun olduğu her yerde. Ama aynı miktarda değil ve aynı tepkilerle karşılanmıyorlar. 

Ben, 31 yaşımı bitirmeme haftalar kalmışken, hala 13 yaşımın umudu ve idealizmiyle, hala istiyor muyum bir doğu üniversitesinin hocası olmayı? Ramazanda oruç tutmadığım için evimi basarlar mı acaba? Notunu kırdığım çocuk belinde silahla kapıma dayanır mı? Kırkıncı yaş günümü kutlamak için güzel bir şarap alabileceğim ve o şarabı gazete kağıdına sararak saklamadan eve götürebileceğim bir yer var mı acaba orda? Olur da Türk olmaktan bahsedersem, her ne kadar kendimi hiçbir milliyete yakın veya ait hissetmesem de alınır mı acaba birileri? Korkular, sorular, endişeler, ön yargılar ve cesaret!

Bir şeyi yapabilme şansınız olduğu zaman o şeyi gerçekten yapmak isteyip istemediğinizi asıl sorguladığınız zamandır sanırım. Bu sabah tutup da, Erdoğan'ın rejiminden kaçan bir sığınmacı olarak bir Avrupa ülkesine yerleşme başvurusunda bulunmayı ciddi ciddi düşünmüşsem...

Hayallerimden ve ideallerimden vaz geçmek istemiyorum. Hele ki bir baskı ve korku rejimi, ve bunun yarattığı insanlar nedeniyle vaz geçmeyi hiç ama hiç istemiyorum. Fakat şu da var ki Allah'ın bize en büyük emaneti olan bu beden ve ruh ise, ona layığıyla bakmak Türkiye'de pek de kolay değil ne yazık ki. 

Allah yardımcımız olsun.