3 Ekim 2009 Cumartesi

Yapma!

Anormal insanlara normal gibi davranma!
Hak etmeyeni adam yerine koyma!
Gereğinden fazla saygılı davranma!
Gereğinden fazla özverili olma!
Kimse için kendinden taviz verme!
Kimseyi mutlu etmek için kendini sıkıntıya sokma!

Değmedi, değmeyecek de! Er ya da geç, her seferinde pişman ettiler. Bu değişmeyecek artık öğren. Başkalarındansa kendine kıymet verdiğin için de pişman olma artık. Hak eden kimseden güler yüzünü esirgemedin; artık hak etmeyene fazlasını verme! Verme ki herkes bilsin artık haddini!

Yaşar Kemal ve herhangi biri

Adana'da geçirdiğimiz bir hafta boyunca keşke yanımda olsaydı "Dağın öte yüzü", keşke Yaşar Kemal'i ve Anavarza kayalıklarını bir de bu şehrin havasını solurken okusam diye o kadar çok içimden geçirdim ki. Sonunda 2 günlüğüne de olsa Ankara'ya varınca ilk işim dağın öte yüzünü aramak oldu ama bulamadım. Hala daha tüm valizlerimi yerleştiremediğim ve eşyalarımın, özellikle de romanlarımın bir kısmının Almanya'da kaldığını da göz önünde bulundurursak, aslında bulamamam çok da garip sayılmaz. Kitaptaki kaynananın 3-4 sayfa süren bedduaları çoğu zaman içimi daraltsa da severek okuduğum bir kitaptı; onu yarıda bırakıp bir başka Yaşar Kemal romanına geçmek istemezdim ama şu sıralar buna ihtiyacım var gerçekten. İnsanın canı elma isterken muz yese bir işe yaramaz ya, bu da öyle işte. Şimdi Yaşar Kemal okumam lazım mutlaka :)
Dün gece geçtim kitaplığın karşısına, baktım şöyle bir ne var ne yok diye. Ağrı Dağı Efsanesi'ni seçtim. Birazdan yola koyulacağım ve sanırım ilk sayfaları Emek-Tandoğan dolmuşunda okumaya başlayacağım.

Bundan ayrı olarak kafamda dönüp duran bir konu daha var, zaman zaman aklıma geliyor, şaşırıyorum kendime. Eskiden çok sevdiğim arkadaşlarımı inatla, azimle, tekrar tekrar arar sorardım sesin çıkmıyor kaç gündür, nerdesin, iyi misin, bişiye ihtiyacın var mı diye. Yalnız kaldığı ve sonra kendisini kötü hissettiği ve kimsenin kendisini arayıp sormadığını, sevmediğini düşünüp üzüldüğünden korkardım arkadaşlarımın. Arardım tek tek. Sonra bakardım ki keyifleri yerinde. E özlemedin mi beni derdim, özledim derlerdi. E neden aramadın o zaman derdim, sadece seni değil ki kimseyi aramıyorum bu sıralar, derlerdi. bu cevabı alınca ağzının üstüne bi tane çarpmak gelirdi içimden; öyle fena sinirlenirdim. Bu siniri açıklamam sanırım mümkün değil. Çok sevdiğim insanlar oldukları için öylesine sinirlenirdim sanırım. Sonra zamanla, insanları ne kadar seversem seveyim bu küstahlıkları ile başbaşa bırakmayı öğrendim, artık kolay kolay aramıyorum kimseyi. Ararsam da sormuyorum beni niye aramadın diye. Aslında niye aramadın sorusunun sebebi sitem değil, kendini kötü hissettiğin zamanlar niye aramadın / kötü gününü benimle neden paylaşmadın anlamında, ama bunu anlayacak adam nerdeee... Neyse, nerden nereye sürüklüyor insan beyni düşünceleri... Geçenlerde yolda karşılaştık, sonradan ama çokça sevdiğim bir arkadaşımızla. Ankara'ya geldiğimiz halde onu neden aramamıştık? Çünkü çok koşturmaca vardı, çünkü vakit dardı, çünkü memnun edilmesi gereken o kadar çok insan vardı ki sıra bizim isteklerimize gelene kadar. Ama bunu ona anlatmak mümkün değildi ayaküstü yapılan birkaç cümlelik sohbette. Ve neden aramadınız sorusuna cevap, kimseyi arayamıyoruz ki oldu, sesli söyledim mi bunu bilmiyorum ama en azından içimden geçen cevap buydu. Ve o anda o koca tokadı kendime patlatmak istedim. Sen herhangi birisinden farksızsın demek kadar kötü bişiy olabilir mi birisine? Herkes özeldir, herkes ayrıdır. Herhangi birisini herhangi bir başkası ile aynı kefeye koymak ne büyük bir haksızlıktır? Çok sinirlendim kendime kimseyi arayamıyoruz ki diye düşününce. Halbuki biliyorum ki bunun açılımı: sevdiğim kimseyi arayamıyorum ki. Ama yine de olmadı! Şimdi bunu okuyan kimse de ne dedi şimdi bu salak diye düşünecek muhtemelen ama daha iyi anlatabilir miydim bilmiyorum, acelem olmasına rağmen bu yazıyı yazmadan çıkmak istemedim evden.

İleri öde


Pay it forward, türkçesi Peşin öde olarak çevrilmiş bir kitap. Bence saçma olmuş. Birisi size birşey verince veya bir iyilik yapınca hemen geri ödemek istersiniz ya, kitap sizin geri değil ileri ödemenizi istiyor; size iyilik yapana değil, ihtiyacı olan birisine ve karşılıksızca. Neyse, sevdicek anlatmıştı zaten bu kitabı tee bi zamanlar, ben de kendime gecikmiş bir yılbaşı hediyesi olarak almıştım da okumak ancak bu yaza kısmet oldu. Çok seve seve okuduğum kitaplardan birisi oldu. Başlarda biraz sıkıldım çünkü diline alışamadım ama sonradan çok sevdim, hatta bitmesin diye 10 sayfa kala 3-4 gün ara verdim okumaya. Son sayfaları dün metroda okuyordum, gözlerim dolmadı desem yalan olur.

Kitabın sonunda bir organizasyondan bahsediliyor, nasıl ileri ödeyeceğiniz ve ileri ödeme hikayeleri ile ilgili. Daha erken vakitte okumuş ve bu web sayfasını bulmuş olsaydım, kim bilir belki sevdiceğe pay it forward bilekliklerinden bi tane hediye bile edebilirdim şimdi. Ha takar mıydı öyle bişiyi bilmiyorum ama severdi eminim.

2 Ekim 2009 Cuma

Koş yoksa düşersin!

Bir garip bıkkınlık tam sırtıma atlayacak gibi olurken kaçıveriyorum hemen. Hani mesela öne doğru eğilip bişiy alırken yerden, yaramaz bi çocuk gelir oturur ya sırtına, aynen öyle işte; hemen doğruluyorum tam oturacakken. 

Portobello Cadısı'ndan alıntıladığım gibi; boş durduğum anda kötü bişiy olacak, ya o karamsarlık binecek tepeme, ya umudumu kaybedeceğim ya da yeniden depreşicem gibi geliyor. Asla ama asla durmak istemiyorum bu yüzden. Fazla düşünmeye de vakit ayırmıyorum. Bir iş biter bitmez hemen bir yenisini buluyorum ki boşta kalmayayım. En kötüsü uyuyorum işte. Hayatı düşünmeye fırsat tanımıyorum kendime ki herhangi bir arızaya mahal vermiş olmayayım. Yine aynı kitaptandı sanırım; Keep bicycle moving, because if you stop pedaling, you will fall off. Anlam bütünlüğü sağladığı için sanırım, bu iki hep aynı anda aklıma geliyor.

Neyse ki bu her an tepeme zıplayacak gibi duran bıkkınlığı unutmam için "Does he love me, I wanna know! How can I tell if he loves me so?" diye çalan bir telefon yetiyor da artıyor bile. Kapatınca cevabı bir kez daha biliyor olmanın getirdiği tebessüm oluyor hem yüzümde hem içimde: sol göğsümün altında, karnımdaki kelebeklerde...

DN: Yazmayı düşündüğüm şeyleri buraya not düşersem geri dönüp yazmadığımı farkettim. Sanki o konuları yazmışım gibi davranıyorum. Bu yüzden aklımda saklamaya karar verdim. Umarım unutmam :)


Witchie of Idiots!

Of of!

Ben salağı naaptım bil bakalım. Kukumav kuşu gibi kara kara düşündüğüm tam da şu günlerde, tuttum fal baktırdım. Fal bakan kız da maşallah bi moral bozdu bi moral bozdu ki anlatamam.


"Yüzüğünün üstünde yüzük var" dedi.

Elime baktım gülerek, sevdicek de ben de söz yüzüğünün üzerine takıyoruz zaten nişan yüzüğünü. "Eee?" dedim dışımdan, içimden de "amma büyük kehanet yani, görüyoruz ya işte" diye düşündüm. "Eee'si, senin kısmetin değil bu kişi. Oturup konuşup bişiyleri çözmeye çalışacaksınız ama olmayacak. Öyle bir olay yaşanacak ki sonunda "tüüüü, yazıklar olsun" diyip bitireceksin" dedi.
...
Ama neden ki...
...
Olmasın böyle şeyler tanrım lütfen yaa.. Tamam namaz kılmam, müzelerde falan peygamberin sakalı diye gösterdikleri şeylere de gülerim ama bilirsin bak hep şükrederim halime, teşekkür ederim elimdekilere. Biliyosun bak ben gerçekten de elimdekinin kıymetini iyi bilen bi insanım, hiçbir şeyin sonunda kıymetini bilemedim demedim. Lütfen kötü şeyler olmasın artık hayatımda, lütfen ama lütfen!


Kızın söyledikleri gitmiyo kulağımdan ya bi daha böyle bişiy yaparsam... ah kafam ah!
Daha önce de tamam işte budur dediğim bir ilişkinin hiç beklenmedik bir zamanında tüm aptallığımla bir falcıya gitmiştim. "Çok büyük zorluklarla karşılaşacaksınız. Eğer onları aşabilirseniz bu insanla evleneceksin" gibisinden laflar etmişti; üzerinden yaklaşık 2 ay geçtikten sonra çok kötü şeyler başladı.

...

Çok korktum şimdi de... Halbuki ne kadar saçma bişiy. Seni çok çok az tanıyan birisi, içtiğin çaydan arta kalanlara bakıp seninle ilgili bişiyler söylüyor ve sen de inanıyorsun. Of tanrım ben ne zaman bu kadar gerizekalı oldum, ne zamaaan?

Sen mucizelere inanma, denizi ikiye yaran efsanelere, Nuh'un gemisine gül geç, sonra da çay falında söylenenler için karalar bağla. Off!!!
3 molasında da bi türk kahvesi içsem, belki o zaman iyi şeyler söyler? İyi şeyler duymaya, umudumu korumaya ihtiyacım var benim.

1 Ekim 2009 Perşembe

Gün içindeki koşuşturmaca, ince topluklular üzerinde geçen yorucu saatlerden kalma kramplar ve yol yorgunluğu eşliğinde açtım yorganı. Yatağa girdim. Sol tarafım üzerine yattım, yorganı çektim üzerime. Kolumu soktum yastığın altına her zamanki gibi. Elime minik bir parça gazete kağıdı geldi. Tam atacaktım çöp diye, merak ettim üzerinde yazan haberi. Aslında o yorgunlukla yataktan çıkıp ışığı açmaya üşenirdim ama merak ettim işte. Işığı açınca gördüm, gazetenin kenarındaki boş kısımdan yırtılmış bir minik parça... Üzerinde onun yazısı, onun harfleri, onun... O... aşk... bir minik not, gazete kenarına yazılmış, o gece mutlaka o yastığın altına girecek elimin bulması için bırakılmış. Ne ara? Sonradan düşünüp de bulduğum "sana seslendiler galiba, bi içeri baksana" kandırmacası sırasında. 
Harflerini seviyorum en çok, kelimelerin çok da önemi yok...