19 Eylül 2009 Cumartesi

Yola çıkmadan önce aradı. O yolculuk yapacaksa ne kadar tedirgin olduğumu bilirdi, ne kadar ince şeyleri aklıma takacağımı da. Bu yüzden zaten otobüse binmeden önce aradı ki plakayı bir kenara not edebileyim; olur da haberlerde bi kaza duyarsam hemen plakaya bakıp onun bindiği araba olmFont sizeadığı göreyim, ondan haber alamazsam ve paniklersem otobüs firmasını arayıp sorup içimi rahatlatabileyim diye. İyi yolculuklar diledim ona ve bu yolculuğu aslında benimle birlikte yapmayı ne çok istediğini, şimdi yalnız gittiği için içinin ne denli buruk olduğunu söyledi bana. Ayrılalı daha 1 gün bile olmamıştı ama çok zorlandık telefonu kapatırken, muvainin kötü bakışları altında kapatmak zorunda kaldık. Yine de telefonu tamamen kapatmamıştı, sessize almıştı olur da ona mesaj atarsam diye... İftar molasında orucunu açıp bir yudum suyla, beni aramıştı ilk iş;senin sesini duymadan iftar olmaz ki demişti... Onu ne kadar çok sevdiğimi söyleyip kapattım hemen telefonu, bi an önce karnını doyurmasını istiyordum çünkü. Gecenin ilerleyen saatlerinde, artık yatacağım vakit, bir mesaj atıp şansımı denemek istemiştim belki yine sessizdedir telefonu diye. Gerçekten de attığım mesaj ulaştı, hemen de cevabı geldi. Yarım saat kadar mesajlaştıktan sonra, son mesajımı yazarken uyuya kalmışım, sabaha karşı elimde telefonla uyandığımda fark ettim. Saat daha 5:05'ti, bu saatte varmış olamaz diyip yeniden uyumaya çalıştım, bir süre sonra yeniden uyandım,  saat sadece 5:25'ti. Onbeş, yirmi dakikalık uykularla saati 6:35 etmiştim sonunda, nasıl olsa yarım saat sonra inmiş olacak, bırakayım da uygun olunca o arasın beni diye düşünerek bir kez daha koydum kafamı yastığa. Gerçekten de 7:03'tü ben vardım canım, beni merak etme, uyandığında ararsan sesini duyup mutlu olurum diye mesaj attığında, kıyamamıştı uyandırmaya... 

17 Eylül 2009 Perşembe

4 koca hafta

Sevdiceği yolcu edip eve döndüm; on kaplanlık kocaman bu boşluğu olabildiğince az hissetmek adına kendimi nete verdim bende, naapiyim. Olanları özetliyim bari...

4 hafta öncesiydi, İstanbul Kültür
Üniversitesi'nde düzenlenen iraf yazokuluna katılmak üzere İKÜ'nün yurtlarına yerleştik. Eşyaları yurtlara bıraktıktan sonra peder bey ile buluştuk, Miniatürk'e gidip mini bir Türkiye turu yaptık, çıkışta GoKart'a bindik sevdicekle (onun ilk defa bindiğini bilmeden, bir ilki daha birlikte yaşamış olmanın keyfini sonradan tadarak ama büyük bir zevkle), Dolphinarium'a gidip yunusların gösterisini izledik, yunuslarla birlikte fotoğraf çekildik, çok kısa zaman öncesinde ameliyat olup Çin'den henüz gelmiş olan peder beyi epeyce gezdirip yorduktan sonra babaanneme gidip orada yaptık iftarı. Ramazan da başlayalı daha çok yeniydi tabii. Haftaiçi gündüzleri boğuk bir bilgisayar odasında geçirdikten sonra, iftarlarda kimi zaman kız yurdunun alt katında hazır çorbalarımızı içtik, kimi zaman dışarı çıkıp bişiyler yedik. İKÜ'nün yanındaki GoKart'a ancak bi kerecik binebildik ama neden bilmem benim içim çok fena oldu bu defa, sanki her an kaza yapacakmışız gibi tedirgin oldum, gözümün önüne hep kaza sahneleri geldi. Nefesim daraldı, içim boğuldu, verilen süre bitmeden sağa çektim aracı. Sonrasında sevdicek birkaç defa daha binmek istedi ama ya maddi durum ya vaktisizlik ya da işletmecinin salaklığı nedeniyle tekrarlayamadık bi türlü. iraf yazokulu bittiğinde biz de bitmiştik gerçekten, sinirlerimiz o kadar yıpranmıştı ki... O gerginlikle peder bey ile çıktığımız alışverişin suyu da çıktı; sonrasında alınanlara bakıp bakıp dellendim ama olan olmuştu artık. Zaman ve yeni mekan bize iyi geldi; Sabancı Üniversitesi'nin Tuzla-Orhanlı'daki yurtlarına yerleştik. ASTRONS Çalıştayı nötron yıldızları ile ilgiliydi, geçen sene mikrokuasarlarla ilgili çalıştayda tanışmış olduğum bi dolu ünlü astrofizikçi ile yeniden karşılaştım, samimiyetimiz gözle görülür olmasa da içimden içimden çok sevdiğim bir iki arkadaşımı da görüp mutlu oldum vs. derken...her sabah Tuzla'dan Bakırköy'e 1,5 saat yol gittiğimizi söylemeyi unuttum galiba? Yol boyu sevdicek yeni gözdesi Plants vs. Zombies oynarken ben de dünyanın en rahat yastığına koyup başımı uyudum bi güzel. Gündüzleri uyuklamayı engellemek adına da oruç meselesini rafa kaldırdık bir süre, kahveye dadandık... Akşamları peder bey ile buluşup değişik atraksiyonlara da kalkıştık tabii; beni en çok eğlendiren Feshane gezisi oldu. Feshane'de macun yedim ilk defa, çok güzel bişiy ama fazlası insanın içini yakıyor çok feci şekilde; bi de balon aldı peder bey bana :) Balon da ister misin? diye şaka yapmıştı aslında ama ben fırsattan istifade edip de tutturunca balon isteriiiim diye, naapsın zavallıcık :))) A bi de İKÜ'de kaldığımız akşamlardan birinde Taksim'deki ramazan eğlencelerine de tanıklık ettik. Standlardan birisinde nazar boncuklu bi kolye görmüştüm ama o anki imkansızlıklar nedeniyle alamamıştık; sonradan bi çok yerde bakındık ama aynısını bulamadık, hala aklımda :(


Sabancı maceramızın arından bir gece de peder beyin evinde konakladık; söz vermiş olduğum üzere bir yaşpasta yaptım: çikolatalı-muzlu; sanırım sevmiştir. Bir de sevdicekle birlikte hiç zorlanmadan içine sığabileceğimiz büyüklükte bir valiz verdi peder bey bize; bence valizin kendisi, içine konulacaklardan daha ağır ama sevdicek de peder bey ile hem fikir olunca, üstelik valizin taşınmasını ve Kayseri'deki evdeki muhafazasını da üstlenince tamam dedim artık ne diyim. Tamam dedik ama ertesi sabah Adana uçağına valizleri verirken oldu asıl olanlar. Valizin aşırı kilosu nedeniyle bagaj kısmına alınması uygun olamadı; THY kargo ile göndermek durumunda kaldık. O zaman gördüm ki kargo ile gerçekten de uygun fiy
ata gidiyormuş. Bagajdaki her ekstra kg için 5TL ödemeniz gerekirken, kargo ile göndereceğiniz kg başına ~1,2 TL ödüyorsunuz. Ama benim bahstızlığım şu oldu; Bonn'dan dönerken bir türlü kargosu olan bir havayolu firması bulamamıştım. Sahi eşyalarını nasıl taşıdığını soracaktım PilliCadı'ya, bunca zaman oldu hep unuttum hep unuttum!
Adana havaalanına vardığımızda kargo kısmından gelecek olan valizin akibetinden şüpheliydim doğrusu ama hiç sorunsuz teslim aldık. Adana'daki ilk salaklığımız, uçaktan iner inmez gözümüze ilişen Mersin 20TL dövizleri oldu taksilerin tepesindeki. E o zaman taksi burda ucuzmuş, diye düşünüp Çukurova Üniversitesi'nin sosyal
tesislerine taksi ile gidebileceğimizi zannettik. Ha gittik gitmesine ama 45 TL tutan taksiye 35 TL verip, bir kez daha çulsuz kalarak... Halbuki MEÖ beni defalarca arayıp defalarca ısrarla teklif etmişti gelip bizi havaalanından almayı ama ah kafam ah!.. Neyseki ÇÜ'nün sosyal tesislerini çok sevdik; SÜ yurtlarında buzdolabı olmadan geçirdiğimiz bir haftanın ardından odadaki mini buzdolabı ve klima o kadar mutlu etti ki bizi! Hele ki balkondan görülen göl manzarasının güzelliği... ne var ki o manzaranın fotoğrafını çekmedik sanırım :( Tuzla-Bakırköy mesafesinin ardından bu defa her sabah kat ettiğimiz Adana-Tarsus yolu o kadar da uzun gelmedi bana, sevdicek yine oyununu oynadı, ben yine uyukladım... WK ile geçirdiğimiz bir hafta öyle derin bir hasret rüzgarı estirdi ki taa Bonn semalarından Adana'ya; anlatmamın imkanı yok sanırım. Adana'da geçen bir haftayı ise Nemrut gezisi ile noktaladık. Nemrut'taki gündoğumu ile Saklıkent'tekini kıyaslama cesaretini bulup, Saklıkent'i seçecek kadar da anormal olabilirim ama çok sağlam bir nedenim var, kendime saklıyorum; size önerim ise nerede olursa olsun gittiğiniz her yeni yerde mutlaka bir kez gün doğumunu izlemeniz. Nemrut'ta gündoğumu değil ama tarihi kalıntılar gerçekten de etkiledi beni. Nemrut sonrası ise, Adana'da da artık çalacak bir kapımız var diyebildiğimiz, ve kısa zamanda çok çok sevdiğimiz Nuriciğimizin evine misafir olduk iftar için. Ardından da terminale kadar yolcu etti bizi; istikamet: Anamur!

Teyzem ile değil evinde, sokakta bile uzun süre onunla hem fikir olarak, didişmeden, sakin sakin yaşamak benim için zor olsa da, bu kadar zor geçindiğim birisini nasıl bu kadar sevdiğimi de bilmeden(aslında biliyorum sanırım; onun o eşsiz saflıktaki iyi niyeti ve gerçekten sevgi dolu kalbi sayesinde herşey), tam bir deli cesareti ile sevdiceği de alıp yanıma, teyzemin yazlığına geldik... Tam tahmin ettiğim gibi zamanla iyice açılıp beni deli eden uyarılarına başladı; hatta kendisini dinlemediğimi farkedince zavallı sevdiceğe de yüklendi, "bak bu beni dinlemiyo ama sen dinle bak şimdi şunu şöyle şöyle yaparsanız sonra bölye bölye olur o neden sakın bik bik bik..." diye. Efenim bu 5 günlük tatilden öğrendiklerimiz içinde en baskın geleni iç çamaşırları, nevresimleri ve havluları olabilecek en yüksek sıcaklıkta, mümkünse 60oC'de yıkamak gerektiği oldu. Kendimi tutup tutup da ani patlamalarım dışında gayet uyumlu günler geçirdik aslında. Bol bol yüzdük sevdicekle, hem de benim sevdiğim koya gittik özellikle. Sevdiceğe dönüş bileti almak için Anamur merkeze indik bir kaç kere; arabada dinlemek için müzik CD'si hazırlamak üzere boş CD'ler aldık ama çok adi çıktıkları için beceremedik (amanıııın, Zerrincim den boş CD getirmesini isteyecektim, unuttum leeeen) , bilmem ki başka neler yaptık, böyle işte. Ama en güzeli sevdicek ile denizde geçirdiğimiz vakitler oldu. Suyun altında öpüştük yahu, daha ne olsun :D Uzaklara açıldık, sırt üstü sarılıp yattık, daldık, çıktık, takla attık, balıkları izledik, okaliptüs-koala ikilisi oluşturduk; çok eğlendik! Ama az önce işte, sevdicek bindi otobüse, Ankara'ya doğru yola koyuldu... Kaç gündür aldığımız nefes bile birlikteydi, nefessiz kaldım sanki o gidince, ama biliyorum ki böylesi iyi oldu. Neyse bu konuda yazmak istemiyorum; çünkü soğuyor ve katılaşıyorum o zaman.
Peki ya şimdi? Şimdi bu yazın en güzel olayı oluyor, Zerrincim yazlığa geliyor! Üstelik bu yılın en güzel haberini de geçtiğimiz haffta yine Zerrincim vermişti bana; o haberi kutlamanın en iyi yolu da bu tatil olacak işte. Bi de bunca zamandır görmediğim için o kadar çok özledim ki! Ben artık Zerrincim'le de, teyzemle de, arkadaşlarımla da öyle eskisi gibi uzun uzun telefonda konuşmayı hiç ama hiç beceremiyorum..nedenini bilmiyorum ama sanki bir el çıkıp o telefondan, boğazımı sıkıyormuş gibi geliyor. Hal böyle olunca da, bunca ayrılığa rağmen pek rahat konuşamadık Zerrincim'le. Ha şimdi de evdeki curcunadan sıyrılıp yine kafamıza göre takılabilecek miyiz, meçhul...ama olsun, en azından yanyana olucaz. Teyzemin bir tas çorba veya 5 tane sinek için kendini paralamasının stresini aşabilirsek ve dedem de fazla huysuzluk etmezse aslında çok da keyifli bir tatil olabilir.

Oyh, amma uzun oldu... Son birkaç yazıyı da uzunca yazmıştım ama en uzunu bu oldu sanırım. Yeterince kendimi oyaladım galiba ki, uykum geldi bile. Sabah telefonun sesi ile uyanıp sevdiceğin "sağ salim vardım" diyişini duymak ve Zerrincim'e sımsıkı sarılmak üzere, yatağa gidiyorum şimdi...

----------

Teyzemin yatak odasındaki işleri bitmediği için yatamıyorum. Bari fotoğraf ekliyim diyip de arşive bakınca gördüm ki bi dolu şey unutmuşum:

- Yminik'le hasret giderdik çok güzel, çok ama çok çok güzeldi.
- Adana'ya özgü bir tatlı varmış adı BiciBici, öyk bişiy!
- Adana'da etnoğrafya müzesine ve bir kiliseye gittik.
- Sevdiceği Bostancı'daki Yaşar Usta'ya götürdüm, dünyanın en mükemmel dondurmasından tattık!
- Tanrım nasıl unuturum; Dolmabahçe'yi gezdik! Saray dediğin budur işte!
- Vildan ablayla bir akşam geçirdik, bir başka akşam Nermin teyzeyi ziyaret ettik.

*yazlıkta çektiğimiz fotoları henüz aktarmadım, şimdi de çok uykum geldiği için uğraşamıyciiim aktarmakla, bi vakit onları da upload ederim umarım.

** Chrome ile açınca bu blog edit şeysi çok abuk sabuk çalışıyo! Grrr!

*** Fotoları upload ederken link veriyodu, ben de target=_blank yapıyodum eğer istersem ama şimdi link falan vermemiş, anlamadım nedenini. Bu yüzden de cücük kadar kaldı fotolar. Fotoların picasa web albümdeki linklerini bulup onlara link vermek dışında daha kolay ve kısa bir çözümü var mıdır acaba? Mesela firefox ile edit etmeye kalkışsan çözülür mü kü? denemek gerek =/

16 Eylül 2009 Çarşamba

Bi dolu

Düşündükçe not edilmesi gerektiğini düşündüğüm başka şeyler de geliyor aklıma. Mesela, hatalarımla da barışmış olduğumu farkettim az önce. Bonn'da yaptığım, gitmeden önce ve geldikten sonra yaptığım hatalarım. Hepsiyle kocaman bir barış imzalamışım, yeni fark ettim. Ve farkettim ki son zamanlarda sadece basit kararlar için söyleme cesaretini gösterebildiğim "yapmadığın şeyin pişmanlığı yaptığın için duyduğun pişmanlıktan daha beterdir; çünkü yaptığını geri almak için bir şans bulabilsen de zamanı geri götürüp yapmadığını yapabilmen neredeyse imkansızdır" düşüncesini şimdi yeniden körükörüne savunabilecek durumdayım. Bakınca şöyle bir, bu cadıyla yakından uzaktan hiç alakası olmayan şeyler de yapmışım yakın geçmişte, bakıp bakıp pişman olup üzülüyordum kendi çapımda. Şimdi mi? İyi ki yapmışım yahu, iyi ki almışım o kararları. Hep aklımda kalacağına denemişim, görmüşüm, beni üzen insanlara bir şans vermişim mutlu etmeleri için ama onlar bunu üzmek için kullanmış, göstermişler gerçek yüzlerini, becerilerini, içlerini; ne güzel işte, tecrübe etmişim, öğrenmişim, her hatamda biraz daha büyümüşüm, bir adım daha atmışım. Şimdi bakınca neyim var ki geri döndüremeyeceğim? Tabii ki kolay değil hiçbirşey, ama biz demiyo muyduk, zoru hemen başarırırz, imkansız zaman alır diye?

Ha bi de yazıyı iki yana yaslayınca okumak bana çok zor geliyo ama görsel olarak daha iyi olduğuna inandığım için yine de iki yana yaslıyorum. Bu konuda fikir beyan eden olursa çok sevineceğim.

Haa bak aklıma geldi şimdi (ne garip eski beni hatırlıyorum madde madde); ben eskiden gerçekten sevdiğim insanlar dışında kimseyle de öpüşmezdim yöle her yolda gördüğümde falan. Ne kadar güzel bir davranışımdı. Çoğu kimse soğuk nevale derdi biliyorum ama ne o öyle her gördüğüne şapır şupur? Bi de bi de, rüyamda James'i gördüm, o kadar sıkı sarılıyoduk ki...sarılıp ağlıyoduk..çok özlemiştik... gerçekten de çok özledim James'i. Bi de Ziza'yı özledim çok. Karakuş'u da özledim ama az, onunlda daha sık görüştük diye heralde.

Bi de yazlığın balkonuna gelen kedileri kovalayıp duruyo teyzem, hatunun cadalozluğundan tırstığım için gidip kucağıma bile alamadım hayvancıkları. Bi de çamaşır nasıl yıkanır dersleri alıyoruz dünden beri ki bu da apayrı bi konu. Yazlıktan giderken tüm çamaşır deterjanlarını döküp yerine puda şekeri ve hindistan cevizi karışımı koymak geçiyo içimden! Grrrr!

Yazdıklarımı imla hatalarını ve cümle bozukluklarını bulmak üzere bile bir kez daha okumaya üşeniyorum. Siz anlarsınız beni her durumda di mi? Zaten bi dolu kimse terk eylemiş blogumu takip etmeyi ama bi o kadar kimse de yeni başlamış takibe sanırım ki sonuçtaki sayı yine aynı :) Bi de şöyle bi ihtimal var ki kimse terk edip yeni gelmemiştir ama profil resimleri değişmiştir belki. Çünkü yorum yazmayan takipçilerin isimlerini aklımda tutamıyorum :(

Bi de karşı yazlıktaki deniz can adındaki bebeye gıcık oldum. Olur da balkondan düşerse, denizde boğulursa veya elektrik çarparsa hiç şaşırmıycam. Yaşasın kötülük!

özünde

Aslında sabah düşündüm de gdün gece yazdıklarımı; acaba böyle olunca kötü birisi mi oluyorum diye.. yok aslında değil öyle. Sadece bi şekilde kabuğumu kaldırmıştım insanlara, içimdeki yumuşakçaya erişmeleri ve mutfak tezgahı üzerinde açıkta duran bir ciğer parçasına bıçak derbesi atar gibi üzerimi çizmeleri çok kolaydı. Şimdi ise kalkanlarım kalktı yeniden, yeniden dik durabilecek, istemediğim şeylere ve layık olmadığım muamelelere karşı çıkabilecek gücüm var, hepsi bu. Evet evet, sanki böyle yazınca daha kabul edilebilir oldu. Dünküler fazla savaşçıydı. :)

15 Eylül 2009 Salı

Switch on!

Bu dünyanın etme bulma dünyası olduğuna fazlaca inanıyorum. En azından benim için. Yoksa Tayyip Erdoğan için değil tabii ki. Aşk meşk meseleleri dışında çok şükür ki kimseye bi kazığım olmadığı için ancak bu konuda sırayla bi üzüyorum bi üzülüyorum. İşin komiği sırayı da biliyo olmam :)) Neyse asıl olay bu değil, şu: Yıkılmadım ayaktayım! Geçenlerde yazdım ya hani çalışma enerjim yerine geldi diye. Yalnız başına gelmedi efenim, hayata dik duruşum, inadım, hastirin lan ordan'larım, benim yoğurt yiyişim böyle'lerim, işine gelirse cicim'lerim ve hatta yürrüüü anca gidersin'lerim bile geri geldi. Bu öyle güzel bişiy ki anlatamam. Çok güzel anlatış şekilleri vardır bunu ama özetle şöyle diycem; hani bazı ağaçlar vardır ya, eğilemez bi türlü ama yavaş yavaş çatırdar, sonra da kırılır gider. İşte tıpkı o şekilde çatırdayarak kırıldığımı ve artık asla eskisi gibi olamayacağımı zannediyodum, ve belki de acıyordum kendime, hatta durumu kendime daha yumuşak bi şekilde göstermek adına "topluma uyum sağlıyorum" diyordum. Ne olduysa oldu ve eskiye döndüm, kendi normalime! Mesela tepemi çok attıran olursa onu bensizlikle cezalandırabilecek kadar özüme döndüm yeniden. Ukalalık mı bu? Kendini bi halt sanmak mı? Böyle olduğunu zannetmiyorum, sadece kimse senin kıymetini bilmezken kendi kendinin kıymetini bilmek bu bence. Hiçbir zaman, asla ama asla iyi kalpli, sevgi dolu, masum birisini üzmek için bir davranışta bulunmadım, iyi niyetli kimseye kötülük planları kurmadım. Ha kötü niyetli kimseler için de hainlikler planmadım tabii ki ama gün gelip de ektiklerini biçtikleri oldu, ne yalan diyeyim; ama o zamanlarda bile üzüldüm o insanlar için. Sonra işte bi şekilde öyle bir düştüm ki... Elini uzatan her kim olursa olsun beni kaldırmaya gücü yetmedi. Sandım ki o acılar, sıkıntılar, başarısızlıklar, ve beceriksizlikler ebediyyen benimle olacak. Nasıl oldu da o hale geldim bilmiyorum. Mutlaka ki üzerinde düşünsem bulabilirim ama buna değer görmüyorum doğrusu. "Şimdi benim bu kadar çok üzülmeme neden olan şey 3 ay sonra benim için o kadar önemsiz olacak ki, buna üzülmek çok saçma" diye avuturdum hem kendimi hem de etrafımdakileri, taa ortaokul yıllarımdan beri. Sonra gördüm ki kendime söylediğim bu 3 aylar, 6 aylar yıllara dönüşmüş ve hiçbir şey iyiye gitmemiş bir türlü. Galiba bu noktada yitirdim umudumu. Halbuki ne güzel demiş şair "direnmek umuttandır"diye... Umut kalmayınca direnememişim meğersem.

Şimdi bir sihirli değnek dokundu bana, bilmiyorum ne zaman oldu, nasıl oldu... Yine eski dik, sert, sivri, asi ve belki de kırıcı halime geri döndüm. Yok artık öyle topluma uyuyorum ayaklarıyla eğilip bükülüp kendime yabancılaşmak. Yok artık öyle herkesle iyi geçineyim derdine düşüp kendimden utanır hale gelmek. Ben derdim hep "herkesin sevdiği adamdan korkacaksın" diye, ama sonra ben öyle olmaya çalışır hale geldim yeniden kendim gibi olabilme umudumu bi şekilde kestiğimde. Oh be, umurumda değil artık dünya. Artık yeniden, sadece beni olduğum gibi kabullenebilen gerçek dostları istiyorum ertafımda, diğerlerine de sonuna kadar açık bırakıyorum kapımı, güle güle gitsinler.
Uçlardaki mutluluklarım, uçlardaki heycanlarım, yüksek sesli kahkahalarım, sadece özel insanların belki görebildiği göz yaşlarım, haketmeyene bile sırf kendimi mutlu etmek adına yaptığım süprizlerim, bir tatlı tebessüm görebilmek adına dağıttığım iltifatlarım, hatalarımdan bile memnuniyetim, tek kalemde silip atışlarımdaki eminlik ve cesaret, bir bakışın-gülüşün-duruşun peşine takılıp gidişlerimdeki sınırsızlık, sinirlenişlerimdeki delilik, aşkımdaki coşkunluk, cezalarımdaki acımasızlık... Herşeyin en ucu geri geldi bana yeniden.

Yeniden doğmuş gibi hissediyorum kendimi, sanki bundan 8 sene önceki halime, belki daha da eskiye, en deneyimsiz halime dönmüş gibi. Sanki daha önce hiç aşık olmamışım, hiç terk edilmemişim, hiç terk etmemişim gibi cesur; hiç gökkuşağı, kar tanesi, çiğ damlası görmemişim gibi heycanlı, hiç su içmemiş gibi susuz hissediyorum kendimi.

Yeniden okumam gereken zilyar tane kitap var diye heycan duyabiliyorum! Değil İmge Kitabevi'ndeki rafları, aynanın karşısında duran tek bir kitabı görünce bile acilen okumalıyım diye panikleyebiliyorum. Dünyanın tüm kitaplarını yığsalar, nefes almadan okuyup bitirecek kadar enerji biriktirmişim. Tıpkı ilkokuldaki gibi "Ekmek çalsam hapse atarlar mı beni acaba? Orada yapacak bi işim olmadığı için istediğim kadar vaktim olur kitap okumaya" diye düşünebiliyorum yeniden! Ne kadar naif ve ne kadar güzel!

Yeniden tehlikeli hayaller kurabiliyorum, yeniden bungee jumping yapmak istiyorum, yeniden motorsiklet ehliyeti alabilmek istiyorum, yeniden kulaklarımı deldirmek istiyorum, yeniden yeniden yeniden bi dolu şey işte!

Dahası, normal insanların bunlara basit/saçma diyeceklerini bile bile bunları dünyanın sonuymuşcasına önemseyebilmek en güzeli!

Düşünmesi kadar yazması da komik belki, belki çok anlamlı ama ilkokul sıralarında anlamlarını bilmeden ezberlediğimiz bi dolu cümleyle birlikte işlendiği için hafızamıza komik geliyordur şimdi: damarlarımda hissedebiliyorum bu gücü! Muhtaç olduğum kudret, damarlarımdaki asil kanda mevcut! Kan asil mi değil mi, kanın asil olmayanı nasıl olur vb. konulara girmek bile istedim şimdi ama yazı daha fazla uzamasın en iyisi. Keyfime diyecek yok şu anda.


Sezen benim yerime söylemiş sanki;

Acılarım oldu herkes gibi elbet,
Herkese kısmet olmayan sevinçlerim...
Unutulmayı da göze aldım evet,
Hayat sana teşekkür ederim...