1 Kasım 2008 Cumartesi

work hard





Some dreams are too nice that you should really work hard to make them real...

31 Ekim 2008 Cuma

stay as a dream

Some dreams are too nice to come across with them in real life. So let them be as your dreams and live in a real life with real people...

30 Ekim 2008 Perşembe

Crisis!

My hands are shivering and I am not able to talk and as i see now, i also cant type properly! This is the situation when i generally start to destroy some stuff. he's really lucky by not being here now!

Why does a person keep calling, writing and sending messages to you even if you tell all these are making you more and more angry. How can a person be so raw and rustic and servile? what is the sense of pushing someone to react? If the one reacts even in an un-nicely way, is this your victory that you made her move without her own willing? What the hell are all these?

If i get angry, everybody in my life knows that, noone should touch me till i calm down. otherwise my anger gets bigger bigger bigger and bigger and this happens! This, what i'm having now! I can really and simply kill the one now, without any hesitation! why is it so hard to keep your silence when you have a fault? how can there be some people who are not ashamed and sorry but brave when they make a mistake?

Even i try to understand everybody in thelife and even i can understand such silly people, this doesn't mean i can accept. I can understand that you are silly, stupid, idiotic but understanding doesn't make it acceptable and doesn't hinder me from getting angry.

If you dont want to loose something, then you should behave... If someone tells you what not to do, and if you keep doing that, then when you loose that person, you are not allowed to complain about it! That's so simple!

I'm extremely easy to score but hard to keep.. sorry.. you should have been much more careful! I have told this to all of you!

a short talk to my headache

Say hello to your papa my dear, his name is Migren, and this is his best friend, Stress! Their enemy is love, happiness and Aspirin. If you see yoru father and wanna run away from him, take an aspirin, if he still doesn't leave you in half an hour, take another one. And an other half an hour later, if he's still there, take the third Aspirin and hope that he will go because if he doesn't go after third Aspirin, this may mean that you'll be together with himn at least 6 more hours...

Yes my dear, I know this sounds a bit mean but that's the rule of your dad, sorry honey...

in English from now on.. und ein bischen im Deutsch...

From now on, I'll try to write in English mostly. There are a few reasons:
- when i see a friend of mine has visited the page but didn't understand anything as it is in Turkish, I fell myself as if I didn't put enough material to the meal to able to serve whoever would like to taste.
- this will improve my English
- this will improve your English
- everybody will see how awful is my English

And also:
Ich möchte im Deutsch schriben manchmal. Mein Deutsch ist nich gut aber ich glabue wann ich schrieb, dann es wird besser. Of course when I'm trying to do this, I'll sometimes use the google translator, and sometimes explain in bracets what i try to mean. Natürlich alle Kommentar und Korrekturen ist herztlich willkommen. =)
Please correct me...

29 Ekim 2008 Çarşamba

run time error

Gel gör ki her kendinden emin sabahın sonu mutlu bitmiyor...mideme kramplar giriyor...

"shit happens"

Hayat Beklemez!

Belki mutlu belki kafası karışık ama kesinlikle kendinden emin bir sabah bu!

Güne sabahın ışıksız bir vaktinde bir umutla uyanarak başlayıp sonra yarı uyur yarı uyanık başım hala yastıkta, göz kapaklarımın altında hayallerle devam ederken gelen saçma bir sms ve son zamanların en vahşi en sinirli cadısı olarak yataktan kalkış... Sinirden saçımı başımı yolmak isterken içimdeki kocaman ilkel benlik, tüm kontrolü ele aldı cadının huriye kayan huzurlu yanı ve açtı bilgisayarı, internete bağlandı, youTube akıllısı son zamanlarda en sevdiğim müzikle merhaba dedi bana, "Hayat Beklemez"!
Ve hemen ardından süper bir Sezen, ve tabii ki sonuç: ayna karşısında kırıtarak şarkı söyleyen bir cadı =) Kahvaltı! Süper! ama nutelle ekmek ve süt üçlüsü MFÖ kadar rağbet görmüyor bünyemde, Ptesi günü sınav öncesi test etmiştik bunu... O zaman... hele bi mutfağa gidelim, meyve suyumuzdan bir yudum alalım... Heyooo, Elena mutfakta! Hemen hızlı bir sabah dedikodusu ve boğazı daha kötü olmuş olan, artık burnu da tıkalı canım arkadaşıma kendi usülü bir kahve, birlikte minicik bir kahvaltı...ımmm, meyve suyu da çok güzel!

Odaya geldim, sertab'ın şarkılarından akıllı bir playlist yaptırdım iTunes'a, bula bula 20 şarkı buldu ama olsun o da bişiydir, veeee sıradaki şarkı: "Kendime Yeni Bir Ben Lazım".

Hmm, naapsam? Ptesi akşamından beri aşırı bir enerji yoğunluğu var üzerimde. En iyisi çıkıp biraz koşayım, enerji harcayayım, kaloriler gitsin, temiz hala gelsin, güzel manzara, kuğular, papağanlar, kargalar, güvercinler ve adını bilmediğim bi dolu kuş türü daha çıksın yoluma... Elena da derse gidiyor, aynı zamanda kitliyoruz kapılarımızı.
E. "Koşuya mı?"
WOS: "koşuya mı yürüyüşe mi bilmiyorum ama dışarı işte"
E. "koşarsın koşarsın sen bu enerjiyle" =)

Evet koşuyorum, ama onunla her zaman gittiğimiz kadar ileri gitmiyorum, koşu işi ne kadar güzel olsa da tedirgin ediyor beni tek başıma giderken, her an düşüp bayılabilirim veya bi terslik olabilir gibime geliyo, ve böyle bişiy olursa 1st floor family'den uzak olmak istemiyorum. Neyse, kimseyi geçmemeye çalışarak biraz koşup biraz yürüyorum, durup biraz esneme hareketi yapıp geri dönüyorum. Bir bisikletli geliyor...geçmiyor..yanımda sürüyor bisikletini, yüzüme, gözüme gözüme bakıyor, bakmıyorum, az ilerleyip yine gözümün içine içine bakıyor, bakmıyorum, kaşlarım çatılıyor, zaten gereğinden fazla taviz verdiğim için insanlara tepeme çıkıyorlar bi de yoldan geçenlere sevimlilik yapacak halim yok, yerimde sayarak devam ediyorum koşu hareketine, bozulup basıp gidiyor, bir süre daha yerimde sayıyorum, yeterince uzaklaştığına kanaat getirince hafif tempo devam... Bayaa koşuyorum, ne zamandır koşmadığım için aralıksız koşuda zorlanmıyorum fazla ama yine de ciğerlerim pek kolay kaldıramıyor bunu, eklemlerimdeki oksijen sıkıntısını hissedebiliyorum. Hızlı tempo yürüyüşe geçiyorum yurda yaklaşınca, hem vücut soğusun diye hem de nefesim düzene girsin odaya gelene kadar diye, çok sevimli minicik beyaz bişiy geliyo ilerden, pıt pıt pıt pıt pıt duyuluyor sesi, kaniş değil de öyle sevimli bişiy, birbirimize bakıp gülümsüyoruz, sahibi tontiş amca hemen yetişiyor "morgen!" komik bir gülümseme suratında, "morgen" diyorum tebessüm ederek, ve işte TLH kapısı...giresim yok, yolu uzatıp 50 m kadar, diğer kapıdan giriyorum, pencerelere bakıyorum, hmm bu İran'lı çocuğun odası, bu bilgisayar okuyan çocuğun odası, aa, fasülye gibi ince süs biberlerinden yetiştiriyormuş penceresinin önünde bak seeennn...

Evet postakutusu kontrolü...Geçen seneden alışkanlık, ama bu sene bana kart atan yok...ben atmadığım için kimseye...neden hep ben atıyorum ilk adımı? aklıma gelmiyor o an, hıh, diyip giriyorum içeri...

Bu sabah böyle işte... Kendimi savaş takımlarımı kuşanmışım gibi hissediyorum, tavizlere son! Merhaba Sextrator! Öğrenmem gereken çoook şey var çook! Biraz dinlenip, bol bol su içip, biraz uzanıp, kahvemi alıp çalışmaya başlamam gerek...

Sertab Playlistim:
Kendime yeni bir ben lazım: "hep içime atmışım, anlatmam gerek, hepsini bi kazana atıp toptan kaynatmak gerek"
Satılık kalpler şehri: "gözlerin silah gülüşün kurşun"
Büyü de gel: "büyü de gel çocuk büyü de gel"
Aldırma deli gönlüm: "her gün bir şey daha biter, giderek acı vermez biten şeyler"
Ateşle barut: "ateşle barut, yan yana durmaz"
Elele: "ellerinizde gelecek günler"
O, ye: "Aman be herkes herşeye nane!"
Oyun Bitti: "söndürdüm ben yangınları, külleri savrulup gitti"
Sakin Ol: "ya uzak herkes birbirine ya ilişkiler vıcık vıcık"
Vurulduk: "ne çok hata yaptık ne çok hırpalandık"
Suçluyum: "bitmiyor ki bu hesaplaşma"
Unutamadım: "bir aşkın bittiği yerde biri başlar, elbet onun da diner sancısı"
Yalnızlık Senfonisi: "sanki dokunulmazdı çocukken ağlamak" (benim şarkım...benim...)
Kera: "Ay yay yay yaaaaayyy"
Zor Kadın: "acı bitti, aşk bu defa!"
Yavaş Yavaş: "Zamanı bir kenara atsak isimlerimizi unutsak"

28 Ekim 2008 Salı

Over the rainbow!


Uzun zamandır eğlenmediğim kadar çok ve güzel eğlendim dün gece. Gün içindeki mide sorunlarını iki tabak makarna ile hallettim ve sonrasında nasıl oldu bilmiyorum ama şimdi hatırladığım kadarıyla, bi şişe bira, 2 bardak sangria punch, 1 minik şişe beyaz şarap ve sanırım 4 kadeh şampanya içtim. Sabah kalktığımda midem biraz isyanlardaydı ama öğle vakitlerinde bişiyler pişirip atıştırınca sakinleşti. Aç kalmadığı sürece yangın çıkarmaycak sanrım.

Evet geçen dönemin en sıkıntılı son sınavını da verdim çok şükür. Darısı bu dönemdekilere. Sonrasında ver elini Maria! =)

Dün gecenin beni en çok güldüren quote'ı, konu nyedi neyi anlatmaya çalışıyodu bilmiyorum ama "it's something like meouv without me" dedi ve hep birlikte yarım saat iptal olduk gülmekten. Çok güzeldi çok güzel çok güzeldi. TLH'deki en keyifli parti buydu diyebilirim. Tabii bunun nedeni bence diğer katlardaki uyuzlar olmadan bizbize eğlenmemizdi, ve tabii ki kendi çöplüğümüzde olmamız, müziği istediğimiz gibi ayarlamamız etc.

I love the 1st floor family!!! =) Bu parti biraz Alex'in doğumgünü partisi, biraz Phillip'e goodbye partisi biraz da Alex, Rikel, Hauke ve yeni gelen ama adını hala bilmediğim kıza hoş geldiniz partisiydi. Tabii partinin sonunda Alex ve Rikel'i de TLH'deki çiftler kategorisine sokmuş olmamız ayrı bir süpriz oldu =) A bi de Elena birazcık hasta olduğu için pek durmadı bizimle, haberleri bugün yetiştirdik, üzüldü tabii =)))

Parti dedikoduları böyle. Az önce pazar günü Amazon'dan sipariş ettiğim kitaplarım geldi. Hep tapındığım Schaum kitaplarından almış olmanın mutluluğunu yaşıyorum. Umarım umduğum verimi alırım. Dünkü sınav, akşam 7,5 a kadar süren ders ve mide sorunsallarından sonra bugünü tatil ilan ettim. Elena ile tavla oynama planlarımız mevcut, bi de resim yapmayı, kitap okumayı, fotoğraf çekmeyi istiyorum. Ama fotoğraf çekmek için giyinmek falan lazım keza dışarısı buzzzz gibi ve ben biraz tembelim =)

A bi de bugünü ben aslında benim hep bitanecim olan, dostluğun anlamını en iyi bilen dostuma adamak istemiştim, ama sonra bişiyler oldu yazamadım o zaman aklımda olanları. Kısaca, tanıdığım en güzel dosta hediye ediyorum bugünkü tüm mutluluklarımı... Seni çook seviyorum Zerrin'cim!

27 Ekim 2008 Pazartesi

Yağmuru kim döküyor...


Ankara'daki elektrik direklerini ve tellerini özledim... Evin önündeki kocaman ağacı, hani karşı dükkan açık mı kapalı mı diye bakmaya çalışırken hep araya girip muzurluk yapan ağacı... Üniversiteye ilk başladığım yıllardaki kısacık saçlarımı ve yağmurda yürüyüşümü telaşsızca ve kampüsün içindeki ağaç, toprak ve yağmur kokusunu ve o minicik yerde kaybomayı... burdaki yağmurlar toprak kokmuyor, yerler çamur olmuyor, yüzüne bile değmiyor insanın eğer şemsiyen varsa. Halbuki Ankara'da yağmurla şemsiye kapışır sanki. Sanki en önemli yarış onlarınkidir... yağmur kazanır yüzüme dokunmayı başarırsa, şemyise kazanır yağmuru engellerse ve Ankara'da yağmur, ben ne zaman ağlamak isteyip de ağlayamasam yağar..gökyüzü benim yerime ağlardı...
Burdaki bulutlar ise şımarık ve sulugöz bir çocuk gibi..her an ağlayabilir ve her an susabilir nedensizce ve sırf şımarıklığından...buraki yağmurun derdi şemsiyeni yıpratmaktır, Ankara'dakinin se yüzüne dokunmak, saçlarını yıkamak, yanaklarından akmak...Sezen ünzile söylerken, "yağmuru kim döküyor" derken..

Gece olunca şehre çöken sis kokusunu özledim..en çok Bursa'da hissederdim onu, çocukken gittimiz Bursa'da...Daha 6-7 yaşlarımdayken sanırım, teyzemin bir çeşme önünde evi vardı...sobalı..o evi özledim bi de. O evde uyumayı...

Bir de fabrikanın en alt katını özledim, o karbon kokusunu..Adem Usta ile Tutan'ın karşılıklı atışmalarını, beni güldürmek için..ve gidip preslerin başında beklemeyi, CNC'nin becerilerine hayran kalışımızı ve en alt katta çapak kesmeyi ve Zeynel Usta'nın forklifte portif diyişini...

Organize sanayinin arka sokaklarında araba kullanmayı ve serçelere yoldan çekilsinler diye korna çalmayı...Girişteki güvenlik görevlilerine selam verip geçmeyi özledim, 10.sokakta iftarda Tutan'ın yaptığı acılı çorbaları ve Merkez Petrol'den aldığımız kızarmış tavuğu...

Sencer dayıma gösterip, aferin almayı beklediğim güzel yazılı defterlerimi özledim...uçlarına ataç takışını ve annemle ve dayımla birlikte harita çizişlerimizi ve fen dersinin proje ödevlerini ve Feryal'in beni derslerden çağırıp komik bilgisayar işlerinde yardım istemesini. Hakan'ın yediği dayak için tüm sınıf yaptığımız eylemleri ve Mine hoca'nın istifasını protesto edişimizi. 19 Mayıs'larda kürsüye çıkıp şiir okumayı ve edebiyat derslerinde kompozisyon yazıp kendime saklamayı... Okulun radyosunu özledim, seçim koşturmacasını, yaptığımız propagandaları.. Nesrin hocanın serviste sürekli Aşır'a ve kızmasını ve Aşır'ın pişkinliğine rağmen onu sevişini.. Murat abiyi ve Aydın abiyi ve kolejden sonra bile bizim gözlemcileri gözlemevine götürüşlerini..

Maksutov'da gözlem yapmayı özledim..ilk kuyruklu yıldız gördüğümde çıplak ayak kubbenin içinde dans ettiğim heycanı, şarap ve "değişen tamam" ikilisini, avaz avaz şarkı söyleyip keyif çatan insanları yatağından kaldırmayı, biz orda üşürken. Kubbenin altındaki odaya inip uyumayı ve her gözlem gecesi hep saat 3,5 da uykumun gelişini..ve kubbedeki merdivende oturup başımı yaslamayı ve kubbenin terasını..

ve sarhoş olmayı özledim bi de.. mutluluktan sarhoş olup kendimi sevgilinin kollarında dünyanın en huzurlu insanı gibi hissetmeyi...

26 Ekim 2008 Pazar

Ece - Erkekler, Egoları ve Kadınlar hakkında...

Hiç sevmediğim genellemelerden birisini yapmış Ece bugünkü yazısında. Belki artık benim de bu genelleme yapmama takıntımı aşmam gerekiyordur. Belki her zaman yazılarda, "benim gözlemlediğim kadarıyla" diye başlayan cümlelerdense genelleme yapmak daha rahat okunur ve anlaşılırdır. Bilmiyorum... Ama yazdıkları arasından birkaç cümleyi cımbızla alıp aktarsam sanki özet olur gibime geliyor. Demiş ki Ece; "Hiçbir kadın bir erkek kadar kendini ciddiye alamaz." ve demiş ki:
"Kadınlar ... kendilerini bir türlü o kendi kendini fazla ciddiye alan, komik duruma düşüremeyecekleri için bari erkekler bu yanılgılarıyla mutlu olsunlar istiyorlar.
Oyun gibi bir şey bir bakıma. Hani çocuklar der ya ‘Meğerse burası benim evimmiş’ diye, onun gibi bir şey işte. Erkekler de bize ‘Meğerse ben çok mühim bir adammışım’ diyor, biz de ‘Hı hı’ diyoruz. ‘Meğerse’ diyor, ‘Ben kocamanmışım, çok acayip akıllıymışım.’ Biz de ‘Hı hı’ diyoruz."

Gerçekten kimi insanlar var böyle... Bunlarla karşılaştığımda her ne kadar önce sinirlensem de, sonrasında onlara acıdığımı fark ediyorum. Ki birisine acımak, hissedilebilecek en kibirli duygulardan birisi. Bununla ilgili bişiyler yazmıştım geçen hafta ama siteye koymakta kararsız kalmıştım. Belki yakın bir zamanda...