5 Haziran 2009 Cuma

Yolcu yolunda gerek

05/06/09 --> Kayseri-Ankara-İstanbul-Köln-Bonn-Köln-Bonn-Berlin-Bonn-Köln-İstanbul-Ankara-Kayseri 15/06/09 <--


23:47'de Ankara'ya doğru yola çıkıyoruz, eğer trenimiz vaktinde kalkarsa. Ve eğer rötar yapmazsa sabah Zerrincim'le buluşuyoruz, ikmal'e gidiyoruz, gün boyu uslu uslu çalışıyoruz.

Pazar günü mezun olduğum lisesnin mezunlar günü toplantısı var, OnurCUM'la oraya gidiyoruz 17 civarlarında, gecesinde de muhtemelen 23:30 civarında yine binip trenimize İstanbul'a doğru yola çıkıyoruz. Pazartesi sabahı İstanbul'a merhaba diyip İstanbul cahili bana İstanbul gezdiriyor OnurCUM, sonrasını bilmiyorum taa ki Salı gecesine kadar... Salı gece 22:45'te Köln'e doğru kalkıyor uçağımız, boş valizlerle...

Pazartesi günü Almanya'daki yabancılar ofisine mail atmam gerek randevuma gidemeyeceğim için, ve haftaiçi bir gün examination board'daki prof. ile bir randevu ayarlamam gerek. Köln'den gelirken veya başka bir fırsatta yeniden Köln'e giderek geçen defa arkamda bırakmak zorunda kaldığım valizi almam gerek. Bonn-Berlin arası kargo mu daha ucuz yolculuk mu diye araştırıp ona göre birkaç paket göndermek veya iyi bir ihtimalle günü birlik Berlin'e gitmek gerek. Odadaki kitaplıkların sökülmesi, artan eşyalardan kurtulmanın bir yolunun bulunması zaten bu gidişin asıl nedeni. Gözümü en çok korkutan da duvara yapıştırdığım boy aynası...

Bi süre haber alamazsanız bilin ki en geç 15'inde dönmüş olacağız, 15'inden sonra hala sesim çıkmazsa düşmüş uçak haberlerini kontrol edin :P

Sağlıcakla kalın, bol bol yazın :)

Konuşan Kelimeler İşiten Yürekler

"Engelleri kaldir projesi sizlerin desteğini bekliyor" diye bir e-mail aldığımda, işin doğrusu şu ki projenin temelleri ile ilgili çok fazla birşey okumadım, okuyamadım; o yüzden de gerekli ilgiyi gösteremedim ama hep içimde ukte olarak kaldı. Şimdi sevgili Pino'nun sayfasında gördüğüm yeni bir proje ile engelleri kaldırmayı istemek, istemekten de öte engelleri kaldırmak için işe koyulmaya dönüşmüş, çok sevindim. Yaptığım kısa bir araştırma ile gördüm ki görme özürlü insanlar, ekran okuyucu programlar sayesinde internette gezinebiliyormuş. Ancak bu programların büyük bir çoğunda(bildiğim kadarıyla hiçbirinde) Türkçe okuma seçeneği olmadığı için, bir zamanlar Ece'nin de bir yazısında bahsettiği gibi, ancak yazıların İngilizce okunuşları ile dinleyebiliyorlarmış; anlayana bravo yani. Neyse ben daha fazla uzatmayayım da, siz projeyi orjinalinden okuyun en iyisi:

La Paragas'ın harika hizmeti; ‘Hayırlı Bir İş’ ile başlayan sesli blog yazıları fikri, görme engellilerin de blog dünyasının bir parçası olmasını amaçlıyor…

‘Tüm engelleri aşan bir tam olmalıydık’ ortak fikrinde birleşen bloggerlar; Buraneros, Uzağa Giden Kadın, Bugünü Yaşama Arzusu, Kırmızı Günlük ve Evrenin Dünyası; fikre logo desteğini esirgemeyen Pinonun Yeri, teknik destek konusunda araştırmacı Erkan Bal ve fikri duyar duymaz sahiplenip, sitelerinde duyuran Kara Kalem, Ateş Böceği, Persona Non Grata, tutsak, delfina, Hayat İzlerim ve Gereksiz Yazar'la giderek çoğalıyor olmanın heyecanı ile bugün sizlere de soruyoruz:

Sizce de harika değil mi?

Ben fikri sevdim diyorsanız…
Fikir sahibinin izni var kulaktan kulağa yayılması konusunda...

Kendi sesinizden ya da sevdiklerinizin sesinden yazılarınızı bloglarınıza ekledikten sonra ‘konuşan kelimeler’ etiketi ile etiketlemeniz, yarınlarda oluşabilecek bir ortak blog platformunda buluşmamızı kolaylaştıracaktır diye düşlüyoruz….

Peki benim blogumda sesli kayıt olduğu nereden bilinecek diyorsanız, logoyu kullanmaya ne dersiniz?

Kararsız kaldım ne olur ki bunun sonu diyenlere, beyaz yavru tavşanın niyet kâğıdını okumaları tavsiye edilir...

Konuşan Kelimeler İşiten Yürekler

Kulaktan kulağa oyununun gönüllü bir oyuncusuyum ben
Benim yüreğimden gelen senin yüreğinden duyulduğu gün
Gönülün gördüğünde buluşup
Bir fincan kahvenin 40 yıl hatırında paylaşıyor olacağız hayatı…


Konuşan kelimelerin işiten yüreklerini çoğaltmak için Biraz daha beklemek mi yoksa bugün hemen seslenmek mi?

Daha fazlası için: Tempo Dergisi'nin konuyla ilgili bir yazısı...

Bilgi ağırlık vermez

Bundan 15 yıl önce Fettullah Gülen ve cemaatinin yaptığı işler ancak abi/abla evleri, Samanyolu okulları ve mütevelli heyeti toplantılarından ibaretti. Ya da biz öyle sanıyorduk. Öyle sanınıp, "bi şekilde eğitime katkıda bulunuyo adamlar işte" diyorduk. Bilmiyorum belki gündemde o kadar olmasalar, ben de sadece kopya çekerek geçtiğimiz din dersleri ile sınırlı kalırdım; çok meraklandırmışlardı beni, bir çok kitabını okudum "Hoca Efendi"nin (tabir böyle)... Ha okudum da ne oldu? Ne "dinci" oldum, ne "türbana" girdim, ne tarikatçı oldum ne de Atatürk düşmanı. Benimle aynı sınıfta, rüyasında Fettullah Gülen'i gördüğü için ÖSS'de istediği yeri kazanacağına inanan bir kız da vardı mesela; ha kazanamadı o ayrı mesele. Okuduklarım yanıma kar kaldı, dinle ilgili hem öğrendim hem de aklıma yatmayanları sorguladım, açtım "orjinalinden" okudum. Sonra da yoluma devam ettim. Ha bi de tasavvuf edebiyatı tarzına kayan o edebii dillerini de öğrenmiş oldum, Türkçem de gelişti bi bakıma. Şu kabul edilmesi gereken bir gerçek ki aklı/zekası, doğuruyu/mantıklı olanı ayırdetmeye yeterli olmayan, şuursuzca ve sorgulamadan her önüne konulanı ezbere atan kimseler çok ve bu insanlar her zaman için çeşitli amaçlar uğrunda kullanılacak. Bu Fettullah Gülen'in ister yurtiçinde ister yurtdışındaki tarikat çalışmaları olsun, ister bir partinin aşırı sempatizanlığı veya partizanlığı olsun..öyle ki kimileri için bir futbol takımı bile uğrunda can vermeye yetecek bir olgu olabiliyor. Hayatlarına bir anlam verememiş insanların arayışlarına cevap olarak çıkan şeyler, kimi zaman "tarikatçı" Fettullah Gülen, kimi zaman "holigan" taraftarlar, kimi zaman "ateist" komünizm, kimi zaman da "satanist" metalciler olabilir. İş ki aklını kullanıp, karşına çıkan olguların öğrenmen gereken kadarını öğrenip yoluna devam edebilesin, iş ki kantarın topuzunu kaçıranları gördükçe onları uyarıp doğruya, orta yola, aşırılıktan uzak ama mantığa daha yakın olana çekmek için elinden geleni yapasın.

Türkçe Olimpiyatları'na gelince, bunda da düşüncem aynı. Varsın çocuklar Türkçe'yi öğrensin; önce Fettullah Gülen'in kitaplarıyla başlarlar sonra sonra Gorki'nin Ana'sını Türkçe okurlar, bir gün bakarsın sıra Nazım Hikmet'in Kuvayi Milliye'sine, Nihat Behram'ın Dar Ağacında Üç Fidan'ına, Server Tanilli'nin Uygarlık Tarihi'ne, Yaşar Kemal'in İnce Memed'ine gelir, kim bilir?
YAŞAMAK
BİR AĞAÇ GİBİ TEK VE HÜR
VE BİR ORMAN GİBİ KARDEŞÇESİNE

3 Haziran 2009 Çarşamba

that's not my game!


Şşşş!
Tamam, sakin...
Herkesin mutlu olması için gereken ne ise yapıldı,
şimdi huzurla devam edebilirsiniz hayatlarınıza...

Teyzem laf etmesin ve yirmi lira fazladan ödemeyelim diye benim bu gece huzursuz olacak olmam veya birilerine minnet etmemin bi önemi yok. Yeter ki çocukça davranılmasın, yeter ki mantıklı olan yapılsın. Mantıklı olan sevdiğin, değer verdiğin insanın huzurlu olacağı şekil ne ise onu seçmek değil zaten. Mantıklı olan bizim ailede her zaman için fedakarlık etmek, başkalarının hayatlarını yaşamak. Teyzem yıllardır der ki: "biz anneannenler rahat etsin diye kendi tatilimizden feragat ettik onca yıl, şimdi sıra sizde." ben de derim ki hep vefasız çocuk olarak: "fedakarlık etmeseydiniz." ve bunu dediğim için de vicdansız ilan edilirim. Yıllardır böyle oldu bu; şimdi sıra bana geldi. Kendi hayatlarını yaşayamayanlar şimdi başkalarının hayatlarını yaşamak istiyorlar, sırada ben varım. Şimdi benim kendi hayatımı kurban etmem gerekiyor çünkü onların hayalleri var benimle ilgili mutlulukları var. İnsanlar kendilerine başkaları üzerinden mutluluklar ürettikleri sürece üzerimde bu olacak hep. Sevilmenin getirdiği sorumluluk derdim ben ama bu defa söz konusu olan kendi hayatını feda etmiş olan insanların kendilerine yeni hayat edinme çabası. Daha geçen ayki kriz konum da aslında buydu: düğün ve nikah meselesi. BENİM düğünüm, TEYZEMİN, ANNEANNEMİN, BABAANNEMİN, HALAMIN, DEDEMİN, vs'nin istediği şekilde olmalı, çünkü onlar kendi düğünlerini organize edemedikleri için hayalleri hep torunlarının/çocuklarının/yeğenlerinin/bilmemnelerinin düğüne kaldı; kendilerini başkalarının hayallerine kurban etmişlerdi, şimdi kurban alma sırası onlarda. Kan davası gibi bişiy bu. Ben hayatımı feda etmiştim, o yüzden şimdi seninkini alıcam. Sen kendininkini feda edeceksin ve bir çocuk bulup/doğurup onunki üzerinde gerçekleştireceksin hayallerini.

Üzgünüm, ben bu oyunda yokum. Bu oyunu sizinle son oynayışım olacak bu gece. Bu gece öyle olacak çünkü fazla hazırlıksız yakalandım. Bundan sonra gardımı indirmem; canımı sıkmanıza izin vermem, sizin de canınızı sıkmam merak etmeyin. Herkesi mutlu etmek için tek yok kendi hayatımı feda etmem değil. Efendim? Duyamadım? Alt tarafı bi gece istemediğim bişiy yapacağım diye olay hayatımı feda etmeye döndü, amma trajedi yaratıyorum, süper tiyatro oynuyorum di mi? Öyle valla, süper oyuncuyumdur, bekliyorum ne zamandır Broadway sahneleri beni ne zaman keşfedecek diye, belli mi olur, nasip bugünedir belki de!?!

Üzerimdeki emeklere ve beni sevenlere saygısızlık olarak adedilir bu yazı şimdi de. Saygısızlığımdan mı, yoksa istediğiniz şey ne ise o olsun diye mi oturdum oturduğum yerde? Üzerimdeki emekleri umursamamakla ilgisi yok bunun. Ben hala çocukça şeyler istiyorum ya hani; bu da işte o ergenlik çağındaki çocuklarınki gibi, "Ben mi dedim size bana bu kadar emek verin diye? Ben istemediğim halde bana iyilik yapıp sonra da "ben sana onca iyilik yaptım şimdi sen de buna karşılık.... yapmalısın. Değil yapmamak, yapmamayı düşünmen bile vefasızlığın, saygısızlığın önde gideni olur" diyemezsin şekerim" düşüncesindeyim. Bu da ne kadar çocukça di mi? Bir celallenme anında yazılmış olsa da bu yazılar, düşündüklerimin dışında birşey ifade etmiyor. Sadece her zaman aklımda olan ama "aman kırılıp incinmesinler" diye sustuklarımdan ibaret şeyler. Şimdi mi? Şimdi beni kırmaya çekinmeyen insaların kırılmaya hakları olmadığını düşünüyorum hepsi bu. yoksa kimseyi kırmak veya kızdırmak için yazmıyorum. Sadece yazıp kafamdakileri boşaltmak, aklımdakilerden kurtulmak için yazıyorum. Evet, herkesin mutlu olacağı şeyi yapıp sonrasında da düşündürdükleriniz nedeniyle kendimi suçlu hissetmiyorum, öyle mi hissetmeliyim? Ben sizin istediklerinizi yapıyorum ama bu, düşüncelerimi değiştirmiyor, yapcak bişiy yok. Küstahça mı buldunuz bu tarzı? Terbiyesice mi? Hayır, tüm efendiliğimle sizlerin arzularını sizin mantığınıza uygun gelenleri yerine getirdim işte; daha hala söyleyecek sözünüz varsa da bravo yani! Ama siz yine isteklerinizi iletmeye devam edin, ben hem sizi mutlu eder hem de bildiğimi okurum, üstelik bu ikisi aynı zamanda olur, ve siz de mutlu olursunuz ben de. Ama işin içinde ne kadar dürüstlük kalır ona söz veremem işte. Önemli olan istedikleriniz gerçekleşmesi değil mi? Tamam o zaman sorun yok, hepsi gerçekleşecek. Hep söylemişimdir, aldatılanın suçudur aldatmak; yalan söylenmişse birisine, hak etmiştir mutlaka, yoksa kimse durup dururken kendini yalanlar silsiletine sokmak istemez.

Benim beynimin içi böyle işte şu sıralarda. Benim satırlarım, sadece bana, sadece kendime, sadece kendimi sakinleştirmek için.. Sürekli "siz" demiş olsam da kimseye bir sesleniş, kimseye bir serzeniş sözkonusu değil. Yazıyorum işte öyle aklıma estiğince. Alınganlık kırılganlık malzemesi olacak şeyler değil bunlar kimseye. Niyeti öyle olanbilecekler neyse ki bu blogdan haberdar bile değiller.

Ekmek veya ekmemek

Tam işler sakinleşti derken yine türediler bi anda! İki makale, bir kitap özeti, ve bir tez yazımı var gözümüzün içine içine bakan. Üstüne bir de vize işlemlerinin koşturmacası, Almanya'da yapılacak görüşmelerin randevu mailleri ve seksen kere kaybedip seksenbir kere yeniden yazdığım Almanya'dayken yapılacak işler ve mutlaka getirilmesi gerekenler listesi...

Ha bi de sabah & öğle & akşam ve hatta ikindi & kuşluk vakti ve neredeyse sahurda(!?!) bile ha bire yediğimiz ekmekler sayesinde aldığım kilocuklarım ve bu nedenle fotoğraflarda görüp görüp gıcık olduğum bir gıdığım var artık. Kayseri sokaklarında sabah koşusuna çıkamayacağıma göre müziği açıp dansettiğim günlere yeniden merhaba demem gerek ama evde olduğum her an çalışmam gerek baskısı yüzünden değil spor yapmak, iki dakka nette gezsem bile vicdan azabı duyuyorum. Üstelik bi de araya bu Almanya seyahati girdi ki tam oldu. Oh oh yerleşin kilocuklarım, sakın terk etmeyin beni e mi! Allahım nooldu benim o "azcık kilo veriyim" diyip 5 günde kolayca kurtulduğum kilocuklarıma? Nerden çıktı bu zalimler, neden hep ekmek hep ekmek? Argghhhh!!!! Ey kendim; neredeyim? Bu ben olamam, oyyyyy!!!!

2 Haziran 2009 Salı

Donut

Uzun zaman yazmayınca ve şimdi fırsat bulunca, bi anda yükleniverdim blogcağızıma, farkındayım. Ama hem birikenleri anlatıp geçmişe not düşmüş olmak istiyorum hem de yazdıkça boşalıyor içim, iyi oluyor.

Ne var ki bıraksam kendimi şimdi, bataklık rengi ve rutubet kokulu yazılar çıkacak. O yüzden deviant'ı açıp ordan bişiyler seçip onun üzerine yazmak istedim; son eklenenler arasında görüp bunu seçtim işte:


Çok güzel, çok keyifli, rengarenk görünüyor di mi? Benimse o minik pıtırların arasındaki morlar takılıyor gözüme, üstelik de çatlak bir mor rengi değil de karamsar birer siyah olarak... böyle işte içim... sulandı mı gözlerim fazla bulanık görüyorum etrafı, farkına varamıyorum güzelliklerin. ya da farkına varamamak değil de...güzelliklerden çok karanlıklara takılıyor gözlerim. yine öyle. içim karardı, etraf karanlık, hiç papatya yok etrafta, içimdeki periler de saklandı, kelebekler duvarlara çarpıyor, can çekişiyor...

Kusuruma bakma donut, bugün böyle göründün bana.. ama bak gör yarın daha güzel görücem seni. yine iyileştiririm ben kendimi, alıştım nasıl olsa. Ne de olsa "Alışır her insan, alışır zamanla, kırılıp incinmeye. Çünkü olağan yıkılıp yıkılıp yeniden ayağa kalkmak" ama kendi kendine ayağa kalkmak o kadar kolay olmuyor işte....herkes yaralarını saracak birisini bulamıyor etrafında. kimi insanlar ne olursa olsun hep güçlü olan, sevdiklerini de kendisini de kollayan olmak zorunda kalıyor. Sevdiklerini kollayıp yaralarını sarmak kolay da işte, kendi kendine zor oluyor be dostum donut!

1 Haziran 2009 Pazartesi

peh

Her insan için böyle midir diye aklıma geliyor yine...

İnsan birşeyi elde edemeyeceğini/kendisine yakışmayacağını/beceremeyeceğini vb. düşünüyorsa onu istemeye bile kalkışmaz, gereksiz mi addeder acaba?

Uzanamadığın ciğere mundar demek değil de, ben zaten ciğer sevmem demek gibi bişiy bu. Bi de sanırım benim küçüklüğümden beri geliştirdiğim en geçeli savunma mekanizmalarımdan birisi. Hayal kurmayışım da bundan olsa gerek...




Hep bir koşturmaca içindeyiz birşeyleri yaşamak veya arttırmak veya pekiştirmek veya farkına varmak için. Hep bi neden var di mi ertelemek veya unutmak için?! Asıl maharet nedenlere rağmen zoru gerçekleştirmekte değil yani. Peki, öyle olsun..

Araf ki ne araf!

Elif Şafak'ı Mahrem adlı romanıyla tanıyıp çok sevmiştim ama tee bi zaman başladığım Araf ile de oldukça soğudum kendisinden. Daraldım daraldım bi haller oldu bana ama yine de birkaç hafta ara verip verip defalarca denedimse de devam etmeye, ı-ıh, olmadı. Uzun zamandan sonra bir kitabı yarıda bıraktım, üzgünüm... Böyle zamanlarda birisini suçlayıp da kendini savunmasına izin vermemişim gibi hissdiyorum ama elimden geleni yaptım.

Sonrasında sevgili Serpil YILDIZ ve arkadaşı Cüneyt GÖKSU'nun Küba notlarından oluşan KÜBA "Sarı Sıcak Bir Pencere" kitabına başladım. Hem Küba ile ilgili hem de genel kültür bakımından birçok şey öğrendim, öğreniyorum; ama pek düzgün bir ritimle okuduğum söylenemez ne yazık ki. Para kazanma derdine düşünce insan, asıl yapması gereken işi de, hobilerini de, sevdiklerini de ve hatta sağlığını da ihmal edebiliyor pek duraksamadan. Bu kitaba da öyle oldu ne yazık ki. Ama bugün itibariyle büyük bir iş yükünü attım omuzlarımdan, geriye kalan o kadar da kabus dolu olmayacak sanırım.

Gerçi yine de yoğun olacağa benziyor hayat her zamanki gibi: OnurCUM'un vize işlemleri için Ankara'ya gidiş geliş derken hafta bitecek ve umarım ki Pazartesi akşamı yola çıkabileceğiz Almanya semalarına doğru... Almanya'da yapacaklarımdan bahsetmek istemiyorum...dilimin ucuna geliyor geliyor geri kaçıyor, düşünmek de istemiyorum aslında... uf... bilmiyorum hiçbişiy, beynimden cızırtılar geliyor, kısa devre oluyor... sadece keyifli kısmını düşünmeye çalışıyorum ama onda da hayal kurmama refleksim işin içine giriyor. Halbuki OnurCUM'la gidicez, Elena ve Ruxy'e yüzüklerimizi göstericez, Elena'dan nikah şahidim olması sözünü alıcam, geceleri nehir kenarında yürüycez, sabahları sandviçlerimizi alıp son bir kez nehir kenarında kahvaltı edicez, hem belki kim bilir, tren fiyatları kargodan daha ucuzsa belki bir günlüğüne Berlin'e gidip hem Apo'yu görücez hem de bir-iki parça da olsa valiz yükünden kurtulucaz, mutlaka Köln'e gidicez birkaç parça eşyayı bırakmak adına ki bu defa mutlaka Dom'a çıkmak için fırsat yaratıcaz kendimize, bir aralıkta üniversitenin bahçesinde oturcaz belki... ama bunları düşünmek bile istemiyorum ben. sevmiyorum hayal kurmayı. hayal kırıklıklarını yaşamayı sevmediğim için hayal kurmanın zevkinden mahrum kalmayı tercih ediyorum. Boşa dememiş Şebo "uçmayı seviyorsan düşmeyi de bileceksin" diye. Düşmeyi bilmek istemediğim için uçmaktan feragat ediyorum, ama sadece bu bağlamda; yoksa ben aşktan uçuyorum bol bol düşmeme rağmen :) herkesin cesareti farklı şeylerde demek ki...

Dıt dıt dı dıt dıt

Son günlerimin en sevgili dostu sevgili selocan,

uzun zamandır buluşamadığımızdan olsa gerek ki benim nasıl biri olduğumu unuttun sanırım. Sakın yanlış anlama, gecenin en olmadık zamanlarında ve sabahın köründe hatta kimi zaman 5 çayı vakitlerinde gönderdiğin mesajlara lafım yok ama benim ATASAY Kuyumculuk'la, Damat Tween'le, İnci Deri'yle, Sabri Özel'le ve hele ki Shell'le hiç işim olmaz. Bu yüzden bana bunlardan bahseden sms'ler yazmak için yorduğun sevgili parmakcıklarını hiç yorma bence. Ha yok illa ki sana SMS göndericem, seni dellendiricem diyorsan, o zaman bari Astronomy&Astrophysics'e ücretsiz üyelik, Focus, Tiffany, Kamilkoç, Süha, Pegasus ve özellikle de ASUS, Mac, Sony, amazon ve Nivea indirimleri ve bedavaları ile ilgili mesajlar gönder ki ben de okumadan silmeyeyim. E mi canım?! Ha bu arada Macbook Air'den sonra ASUS'un ekranının da sol menteşesinin kırıldığını ve artık ekranı kapatamadığımı bu yüzden de taşıyamadığımı söylemedim sana sanırım. Yaa, işte böyle. Bi fırsatta da onu tamire götürmek gerek, bakalım bu ne kadar masraf çıkartacak... A bi de bi aksilik çıkmazsa gelecek hafta Almanya'ya gidiyorum yeniden, ama bu sefer sadece bi haftalığına, pılımı pırtımı toplayıp odamı tamamen kapatmak adına. Bu konuda detayları başka bi zaman yazarım, şimdi bitirmem gereken acil bi iş var, kusura bakma. Aslında senin gönderdiğin sms'lere kıyasla bu kadarı bile sana çok ya, neyse...

Küçüklerin burunlarından, büyüklerin kulaklarından ısırır, selam ederim.
WOS

31 Mayıs 2009 Pazar

DAT



Bir gün gelir bir gün geçer
Bazı şeyler hiç ama hiç değişmez
Her geçen anın sonunda hala
Alışamadım yokluğuna...

Sana sarılmayı özlüyorum hala... Çünkü ağlama özgürlüğümün olduğu tek yerdi orası. Üzülünce de, sevinince de, canım acıyınca da, o kocaman omuzunla göğsün arasındaki yer başımı yumarak ağlayabildiğim tek yerdi..senin kucağın... Annemin kucağında ağlayamazdım; üzülürdü. Sonradan öğrendim ki sevgilinin kucağında da ağlanmazmış... Bir gün gelir, bir gün geçer; bazı şeyler hiç ama hiç değişmez... Şimdi burda olsaydın ben yine senin Çilli, Pilli, Dilli, Zilli, Kızıl Kızın olarak gelir otururdum kucağına 27 yılın verdiği tüm ağırlığıma rağmen, ve sen yine derdin, yaşlandım artık ağrıyor her yanım, diye, ama ben burnunu öperdim senin, sen benim çenemi...

Kapıyı çalışından anlardım senin geldiğini, koşa koşa gider açar, atlardım üstüne. Senden sonra öyle kocaman üstüne atlayabileceğim kimsem olmadı. Yanında öyle ağlayabildiğim kimsem de...

Bir gün gelir bir gün geçer; bazı şeyler hiç ama hiç değişmez. Her geçen anın sonunda hala alışamadım yokluğuna...

Nasıl çekilir?



En çekilmez hammalık işler nasıl çekilir hale getirilir?

Çözüm basit:
- Bir kutu buzzz gibi EFES bira, sevgili ile paylaşılır.
- Bol bağırmalı ve ses renginize uygun şarkılardan güzel bir playlist yapılır.
- Bilgisayar, 3 +1 ses sistemine bağlanır.
- Avaz avaz şarkılar eşliğinde işe koyulunur.

Burada önemli olan, şarkıları avaz avaz söylemek, zaman zaman kalkıp oynamak ve olabildiğince diyafram nefesi kullanmaktır ki hafif bir baş dönmesi versin!