Hayatımda asla kabullenmeyeceğim, kabullendiğimde ise artık ben olmaktan çıkıp bir başkası olacağım bir durum: insanların ellerindekinin değil de ulaşamadıklarının değerini düşünmesi... Batıyor bu bana, hem de çok! Çok canımı acıtıyor! Elinin altındayım; her istediğinde, her kafanı çevirdiğinde, her görmek istediğinde gözünün önündeyim; her seslendiğinde yanındayım; elimi her tutmak istediğinde bir kol boyu mesafendeyim... ve bu beni kıymetsiz yapıyor. ve ben bunu anlayamıyorum. Halbuki aşkın içinde kalmış olsa ve uzunca bir zaman bilemesen acaba sana karşılık verecek miyim yoksa içindeki incecik sevgiyi gösterirsen onu elimin tersiyle itecek miyim; ya da haftada ancak bir iki gün görüşebiliyor olsak; ayda belki bir sabah uyandığında yanında olsa yüzüm veya yasak olsa bana dokunman...ne kadar DAHA kıymetli olurdum değil mi? Bu işin sadece aşk yanı. Bir de arkadaş yanı var, dost yanı. Her aradığında telefonum açıksa senin için, her ağladığında yaslanabileceğin omuzsam, hata da yapsan yanında olsam, en güzel olduğunda kıskanmadan sana baksam, en iyi olduğunda seninle sevinsem hiç tereddütsüz ve sen farkında değilken bile bana ihtiyacın olduğunu ben gelip seni bulsam...yine de daha iki aydır tanıdığın ve zamandan da bağımsız olarak aslında seni ancak işi düştüğünde arayan ve kendisine kıyas kabul eden arkadaşların aradığında onu tercih edersin, nedenini ne kendinin ne de benim bildiğim bir şekilde. Neden?
Alamadığın ayakkabı kıymetli oluyor, yiyemediğin tatlı yiyebildiğinden daha tatlı geliyor, gidemediğin ülke en güzeli oluyor, ve komşunun tavuğu sana hep kaz görünüyor...
Elma ağacının alt dalları da pek bi değersizdir mesela. En az üst dallardaki kadar lezzetlidir belki alttaki elmalar ama illa ki tepeye tırmanıp ordakini almak ister insanoğlu. Anlamıyorum bunu. Anlasam da kabullenemiyorum.
Canımı acıtıyor. Canımı acıtıyor çünkü en tepedeki erişilemez elma rolünü oynayanlar aslında alt dallardakinden üstün değiller, aksine kibirleri gölgeliyor bence güzelliklerini. Ama insanlar kibiri seviyor, elde etmek için illa ki çaba sarf etmeyi, belki biraz aşağılanmayı ve mutlaka peşinden koşmayı. İnsanların, dünyadaki milyarlarca insanın bu yargıda olması canımı acıtıyor.
Ben bir çiçek olsam mesela gelincik veya gül, çok daha değerli olurdum papatyadan, di mi? Papatya dediğin, bulduğun her fırsatta başını kaldırır hayata, var olmaya çalışır inatla; gül ise kolay mı öyle, illa ki özenmeli uğraşmalısın üzerinde, gelincik desen dokunduğun anda dağılacak kadar nazlıdır ki uzaktan sevilmelidir, uzaktan sevilince, dokunulamayınca daha kıymetli olur. Halbuki papatyanın yaprakları o kadar değersizdir ki fal bile bakılır seviyor mu sevmiyor mu diye.
Ben inatla el atında olduğum hale bana değer verecek insanları arıyorum. Bulduğum ama kıymetini bilmediğim oldu, bunun cezası olarak bir daha karşıma öyle insanlar çıkmayacak mı bilmiyorum. Bildiğim şu ki bunu aramaktan, insanlardan bunu beklemekten vazgeçtiğim zaman artık ben farklı birisi olmuş olucam. Şimdiki halim hiç kolay mutlu olmuyor evet, ama dönüşümü de istemiyor yine de. Kafka geliyor aklıma burda, defalarca okuduğum o dönüşüm. Ve Ece'nin anlattığı zakkum, kendime o kadar özdeş bulduğum...
Zakkum olmak kolay değil, hem de hiç...