27 Haziran 2009 Cumartesi

Kafka ve Zakkum


Hayatımda asla kabullenmeyeceğim, kabullendiğimde ise artık ben olmaktan çıkıp bir başkası olacağım bir durum: insanların ellerindekinin değil de ulaşamadıklarının değerini düşünmesi... Batıyor bu bana, hem de çok! Çok canımı acıtıyor! Elinin altındayım; her istediğinde, her kafanı çevirdiğinde, her görmek istediğinde gözünün önündeyim; her seslendiğinde yanındayım; elimi her tutmak istediğinde bir kol boyu mesafendeyim... ve bu beni kıymetsiz yapıyor. ve ben bunu anlayamıyorum. Halbuki aşkın içinde kalmış olsa ve uzunca bir zaman bilemesen acaba sana karşılık verecek miyim yoksa içindeki incecik sevgiyi gösterirsen onu elimin tersiyle itecek miyim; ya da haftada ancak bir iki gün görüşebiliyor olsak; ayda belki bir sabah uyandığında yanında olsa yüzüm veya yasak olsa bana dokunman...ne kadar DAHA kıymetli olurdum değil mi? Bu işin sadece aşk yanı. Bir de arkadaş yanı var, dost yanı. Her aradığında telefonum açıksa senin için, her ağladığında yaslanabileceğin omuzsam, hata da yapsan yanında olsam, en güzel olduğunda kıskanmadan sana baksam, en iyi olduğunda seninle sevinsem hiç tereddütsüz ve sen farkında değilken bile bana ihtiyacın olduğunu ben gelip seni bulsam...yine de daha iki aydır tanıdığın ve zamandan da bağımsız olarak aslında seni ancak işi düştüğünde arayan ve kendisine kıyas kabul eden arkadaşların aradığında onu tercih edersin, nedenini ne kendinin ne de benim bildiğim bir şekilde. Neden?

Alamadığın ayakkabı kıymetli oluyor, yiyemediğin tatlı yiyebildiğinden daha tatlı geliyor, gidemediğin ülke en güzeli oluyor, ve komşunun tavuğu sana hep kaz görünüyor...

Elma ağacının alt dalları da pek bi değersizdir mesela. En az üst dallardaki kadar lezzetlidir belki alttaki elmalar ama illa ki tepeye tırmanıp ordakini almak ister insanoğlu. Anlamıyorum bunu. Anlasam da kabullenemiyorum.
Canımı acıtıyor. Canımı acıtıyor çünkü en tepedeki erişilemez elma rolünü oynayanlar aslında alt dallardakinden üstün değiller, aksine kibirleri gölgeliyor bence güzelliklerini. Ama insanlar kibiri seviyor, elde etmek için illa ki çaba sarf etmeyi, belki biraz aşağılanmayı ve mutlaka peşinden koşmayı. İnsanların, dünyadaki milyarlarca insanın bu yargıda olması canımı acıtıyor.

Ben bir çiçek olsam mesela gelincik veya gül, çok daha değerli olurdum papatyadan, di mi? Papatya dediğin, bulduğun her fırsatta başını kaldırır hayata, var olmaya çalışır inatla; gül ise kolay mı öyle, illa ki özenmeli uğraşmalısın üzerinde, gelincik desen dokunduğun anda dağılacak kadar nazlıdır ki uzaktan sevilmelidir, uzaktan sevilince, dokunulamayınca daha kıymetli olur. Halbuki papatyanın yaprakları o kadar değersizdir ki fal bile bakılır seviyor mu sevmiyor mu diye.

Ben inatla el atında olduğum hale bana değer verecek insanları arıyorum. Bulduğum ama kıymetini bilmediğim oldu, bunun cezası olarak bir daha karşıma öyle insanlar çıkmayacak mı bilmiyorum. Bildiğim şu ki bunu aramaktan, insanlardan bunu beklemekten vazgeçtiğim zaman artık ben farklı birisi olmuş olucam. Şimdiki halim hiç kolay mutlu olmuyor evet, ama dönüşümü de istemiyor yine de. Kafka geliyor aklıma burda, defalarca okuduğum o dönüşüm. Ve Ece'nin anlattığı zakkum, kendime o kadar özdeş bulduğum...

Zakkum olmak kolay değil, hem de hiç...

Profitali

Today's topic is: How to make a profitali?
All you need is a profiterol!

Tabii ki cadı olmanın verdiği farklılıktan güç alarak, herkesin aksine ben profiterol değil, profilali yaptım. Nasıl mı? Çok kolay! Önce bir kutu Dr.Oetker Profiterol satın alıyorsunuz, sonra arkasındaki tarife göre hamuru yapmakla işe başlıyorsunuz. Ancak işin püf noktası şu ki; 1,5 çay bardağı su yerine 1,5 su bardağı su koyuyorsunuz! Ha böyle olunca nooluyo? Evvet, bildiniz! Çok cıvık oluyo! Sonra minik balık gelip durumu farkediyo ve kurtarma çalışmalarına başlanıyor. Cıvıklığı giderecek kadar un ve nişasta, ve bir yumurta daha ekleniyor, azcık da kabartma tozu serpiliyor, mikserle çırpılıyor. Kıvamı tutmuş gibi görünse de hamur hiç de top top, pufur pufur olmuyor, aksine kurabiye gibi kıtırımsı oluyor. Zaten hamuru öyle yumuşacık olsa, içi açılıp krema doldurulabilecek kıvamda olsa adı profiterol olurdu di mi? Bu profitali, Ali yani sert adam, Ali Desidero'daki gibi :)))

Off, of! Herşeyin aksi gittiği bugünde bari becerebildğim bi işe kalkışayım da azcık ağzımız tatlansın demiştim ama, Erol'un işi varmış Ali beyler teşrif ettiler ancak, naapalım.

Neyseki evdeki centilmenler hiç bozuntuya vermeden, güzel olmuş diye diye yediler de az biraz toparladık morali.

26 Haziran 2009 Cuma

teknosa ceksın

Bu sıralar dengem kaydı yine. Bundan bahsedecektim aslında ama Michael Jackson ölmüş, bahsetmeden geçmek olmaz. Mübarek gecede ölmüş, iyi adammış deniyor bi de. Bilemem iyi mi kötü mü. Bu sıralar dünya sadece benim etrafımda dönüyor, maykıl amca diyince şimdi aklıma gelen şey ancak
- hey corç versene borç
- olmaz maykıl, yandan kaykıl
oluyo. İğrencim di mi? Evet öyleyim. Bu daha ne ki? Bu akşam Handbook of CCD Astronomy kitabını aradığımı Ziza'ya anlatmak için kurduğum cümleleri düşününce bu daha ne ki?!?

Salak Teknosa'dan HP Deskjet yazıcı almıştık geçenlerde. Tez meselesine ciddi ciddi el atınca, ekrandan makale okumak vs. eziyet olunca, eve yazıcı şart oluyor. İleride daha iyisini alırız şimdilik işimizi bu görür, diyip 63 TL'ye aldık bi kıytırık bişiy ama sonra bi şekilde renkli lazer printer çıkınca cikletten, HP'yi geri verelim bari dedik. Dedik ama Teknosa'lı üstünzekalı insanlar bize dedi ki: "biz yazıcıyı geri alırız, ancak nakit vermeyiz paranızı çek veririz, üstelik de %15 kesinti yaparız ve bi de içindeki kartuşları açmış kullanmış olduğunuz için onları satın almanız gerekir".
Biz de dedik ki: "diyelim ki kabul: bir renkli bir siyah kartuş kaç para ediyo, bi diyin hele" kabul edeceğimizden değil de olayın saçmalığını göstermek için tabii.
Dediler ki "67 TL"
dedik ki "yani sizden 63TL'ye aldığımız yazıcıdan kurtulmak için üstüne 67 TL daha vermemiz gerekiyor size, öyle mi?"
Dediler ki "öyle"
Dedik ki 1 nisan geçeli çok oldu, toplayın aklınızı başınıza höööööyttt!
Biz böyle diyince akıllandılar, %15 kesintili alışveriş çekimizi verdiler. Biz de o paraya kablosuz klavye ve fare takımı aldık. Aldık almasına da ben yine de sevmedim bunu çünkü bu klavye takılıyo. Mesela geçen gün firefox'da yeni bir sekme açmak için Ctrl+T'ye bastım bir kez ama bu akıllı klavye takıldı ve n~sonsuz adet yeni sekme açtı. Açılan sekmeleri kapatma çalışmam yaklaşık 10 dk sürdü! Bi de mesela bu akşam perişte ile çettirirken de takıldı seksen kere falan filan. Uf uyuz oldum bu klavyeye işte.

Sonra bi de dün gittik office1süperstore'dan yeşil kağıt aldık bana. Çok sevdim kağıtlarımı. Referans makalelerimin bi kısmını o yeşil kağıtlara çıktı aldım, çok güzel oldular, ama bi dolu oldukları için hem kağıtlarım çok az kaldı hem de siyah tonerim azaldı :(

sonra farkettik ki biz bu sene 12 ağustos'ta olsun düğünümüz diye heves ederken ailelerden yediğimiz goller sonucu gelecek yaza ertelediğimiz bu olay ramazana denk gelmekte. Şimdi işin gücün yoksa Perseid'lere de ki 2010'da biraz erken yağar mısınız lütfen? peeehhh! çok keyfim kaçtı!

Gece gece az önce ev halkı ve bir kaç misafirimiz basket oynamaya gidiyoruz diye düştü yola, e malum ben de tek başıma evde kalacak değilim, takıldım peşlerine. Kayseri'de gecenin bi yarısı okul bahçesine dadanmadığım kalmıştı, onu da yaptım tam oldu şimdi.

Sonra başka nooldu acaba diye düşünüyorum... Ha, kuzenim evlendi, bu bahane ile sevdiceği baba tarafımla tanıştırıcam derken kinderden bi de babam çıktı. Singapur'dan gelmiş düğüne, ben de babalar günü hediyesi olarak damadıyla tanıştırdım kendisini. Biraz yadırgadı galiba ama alıştı sonra. Hatta bi ara aştı kendini, gelip isteyeceklerse falan dedi ama "hop dedik abi bu da laf mı yani"

Ha bi de işte maykıl amca ölmüş.
Benim keyfim kaçık, işim çok...
başım ağrıyo, uykum yok, heroes izlemek istiyorum ama memo tv izliyo şimdi. bi de buzdolabındaki karpuzu kestim ama ısınana kadar sevdicek onu yer bitirir muhtemelen. neyse naapalım, afiyet bal şeker olsun.

ha bi de bi deee, hafta sonu ilkokuldaki kankamın düğünü var Eskişehir'de, sevdicekle birlikte oraya gitmek istiyorum, hem yol üstünde Ankara var diye Zerrincim'i de görücez, üstelik teyzem de yazlıktan dönüyomuş, onu da özlemiştim, onunla da hasret gideririz... Ama yine de Ankara sorunlu şehir, herkes ayrı bir ilgi alaka bekliyo o yüzden zor oluyo ama yine de çok özlüyorum herkesi. Özlemeye bi çare bulunmalı. Bu arada bunları yazarken uykum da geldi artık, gidip yatıyım bari.