Evet, sonunda beklenen Güney Afrika yazısına sıra geldi... Oldukça garip geçen bir günün sonunda kendimi yatağa uzanmış, elimdeki telefonla eski blog yazılarımı okurken buldum ve "belki de eksikliğini duyduğum şey eskisi gibi sık sık yazamadığım bloğumdur" dedim kendi kendime. Bunun üzerine, ertesi gün ofise gitme kararı aldığım bir cumartesi akşamında oturup keyifle bir ikinci dünya savaşı filmi izlemek fikri vakren aklımda, oturdum bu yazıyı yazıyorum sizlere.
Güney Afrika macreasının başlangıcı ve planlamasını
şu ve
şu yazıda yazmıştım zaten, belki hatırlıyorsunuzdur. Güney Afrika'ya gitme sebebim, Güney Afrika Astronomi Gözlemevi'nde gözlem yapmak. Daha önce bu tür bir gözlem yapmadığımndan Türkiye'deyken edindiğim 2 yıllık tecrübelerim pek işe yaramayacağı için danışmanımla birlikte gidiyoruz gözleme. Danışmanım, aynı zamanda patronum, kendisine Murtaza diyoruz. Planlara göre Murtaza ile Londra havaalanında buluşacağız. Yani ben Belfast'tan Londra'ya kendi başıma gideceğim. Sonrasında Londra'dan Cape Town'a geçeceğiz birlikte. Çünkü Murtaza tam bizim gözlemimiz öncesinde Japonya'da bir toplantıya katılacak. Ve fakat işler hiç de planlandığı gibi gitmedi, çünkü Murtaza Japonya'ya gitmedi. Büyük depremin olduğu 11 Mart sabahı Londra'dan uçağı kalkmadı Murtaza'nın, Japonya'daki toplantı iptal edilmedi ama Murtaza gidemedi. Hal böyle olunca planlar değişti.
19 Mart Cumartesi akşam 18'de Belfast'tan kalkacak uçağa yetişmek için saat 13 sularında taksi ile kapıya geldi Murtaza. Elimde mavi minik valizim ve sırt çantam, üzerimde siyah kalın paltom ve yanımda sevdicek ile bindim taksiye. Armagh Belfast arası otobüsle 1,5 saat taksi ile gidince 1 saat civarında. Murtaza'nın Belfast Londra uçuşu yakın vakitte belli olduğu için benimle aynı uçağa yer bulamadı, onun uçuşu daha erken o yüzden. Havaalanına varınca Murtaza'yı yolcu ettik, benim uçuşuma daha 2 saat var, aklımızda da hınzır planlar. Belfast'taki ikea, havaalanının hemen yanında, Hollywood Exchance center'ın dibinde. Hollywood'da ise birçok mağaza var, tıpkı bizim KentPark gibi. Bizim de ne zamandır önünden geçip bir türlü fırsat bulup da içine giremediğimiz Decathlon var! Hal böyle olunca, fırsattan istifade atladık taksiye (hemen yanında ama yürüyecek yol yok, anca otobandan gidiliyor), hooop soluğu Decathlon'da aldık. İyi ki de öyle yapmışız, keza kendime güzel bir yağmurluk aldım ve o kalın paltomu sevdicekle gerisin geri eve gönderdim. Bu kararı vermekte zorlanmadım desem yalan olur, keza ilk defa gittiğim bir ülkede ne kadar soğuk bir havayla karşılaşacağımdan emin olamadım ama "Sonuçta Güney Afrika'ya gidiyorum yahuu, çok üşürsem ordan bişiy alırım hem de hatıra olur" diyerek kendimi cesaretlendirdim, sonradan gözlemlerde de çok işime yarayan yağmurluğu almakla ne kadar iyi ettiğimi anladım tabii.
Sevdiceğin beni uğurlaması biraz hüzünlü oldu; ne de olsa evlendiğimizden beri ilk defa ayrılıyoruz ve bu süreçte doğumgünümde de yalnız kalacağım... Sağ salim bir uçuşun ardından Londra'ya vardım. Herkes Heathrow terminal 1'den(iç hatlardan) 3'e(dış hatlara) gitmenin zorluklarından bahsetmişti bana öncesinde. Daha önce Heathrow'da aktarma yapmıştım ama belki de terminaller 1 ve 3 değildi o yüzden zorlanmadım ben heralde diye düşünüyordum. Ama bu defa da hiçbir zorluk çıkmadı. Tamam biraz mesafe var ama, arada bir sorun yok ki. Düz yerde yürüyen bant var, onun dışında birazcık bir mesafeyi de havaalanının aktarma otobüsüyle gidiyorsun zaten. Öyle sıkıntı yaratacak bir sorun yok yani. "T1'den T3'e geçerken çok vakit kaybedersin acaba iki uçuş arası 1 saat yeter mi?" diye sizi dertlendirmeye kalkışan olursa dertlenmeyin boşuna. Ha ama şu var ki güvenlik kontrolleri biraz vakit alıyor. Neden bilmem, o x-ışın aletindeki sıra çok yavaş ilerledi beklerken, ya da bana öyle geldi...
Güney Afrika para birimi olan Rand'ı Armagh'taki iki döviz bürosunda da bulamadık. Bankadan almak mümkünmüş ama onu da en az 1 hafta on gün öncesinden sipariş etmek gerekiyormuş bankaya. Bunu bilmediğimiz için, yolculuğa iki gün kala bankaya gitmek de bir işe yaramadı haliyle. Londra veya CapeTown havaalanında döviz bozdurabileceğimi söyleyince Murtaza, ben de fazla dert etmedim ve gerçekten de Heathrow 3'e girince beni selamlayan kocaman bir döviz bürosuyla karşılaştım. Murtaza ile en kötü durumda uçuş kapısında buluşmak üzere sözleşmiştik ama daha kapıya varmadan, bekleme alanında buldum onu. Birkaç dükkan gezmeyi düşünsem de neden bilmem hemen gittim Murtaza'nın yanına. "Kahve ister misin?" sorusuna ilk anda hayır diyerek sırt çantamı ona emanet edip dükkanları hızlıca gezdikten sonra aldığım kahve ve atıştırmalık şeyler ise Murtaza'nın "Hadi geç kalıyoruz, bi yandan kapıya gitsek bi yandan yesen olmaz mı?" deyişiyle boğazıma dizildi. "Aceleniz varsa siz buyrun, ben yiyip geleyim uzun sürmez" dedimse de "Yok yok gidelim hadi!" diyerek bir elimde yiyecek bir elimde kahve, sırtımda çantam, kolumda yağmurluğumla sürükledi beni resmen. Zaten başım ağrıyorken bir de böyle dangalak bir gerginliğe iyice uyuz oldum hem de daha yolculuğun başında, ama başa gelen çekilir diyerek kalktım gittim peşinden naapıyım. O yol da git git bitmedi elimdekilerle, en uzak kapıya gelmiş uçak, şansıma işte...
Uçağa bindik, Murtaza ile yanyana koltuklarda olmak çok da zor olmadı, bu isteğimizi Belfast'taki check-in'de söylediğimiz için. Şimdiye kadar bindiğim en büyük uçaktı. Solda ikili bir sütun, ortada 4'lü ve sağda ikili bir sütun daha vardı. Biz sağdaki ikilideydik, Murtaza pencere kenarını kapmıştı tabii. Çoğu zaman tam bir İngiliz centilmeni olsa da zaman zaman içindeki öküzün ortaya çıktığı yerler de olmuyor değildi ama neyse...
devam edecek...