28 Mart 2009 Cumartesi

Hayat sana tesekkur ederim...

25 sene once bugun cekilmis bu fotograf... Simdi mi? 26 sene bitti artik, 27 yasinda ekkej kadar bi hatun oldum guya... aklim kac yasinda bilinmez ama kalbim hala 19'unda, onu biliyorum iste. Fotografta ise taaa o zamandan bu yana beni hic uzmeyen arkadasim Rabbit var yanimda...Eh yani o benden bir yas daha genc...
Bugun benim dogum gunum...
Aslinda yazmak istedigim, ozellikle bu gune sakladigim bi dolu satirim vardi ama artik donuste yazarim umarim..
Simdilik...ne diyebilirim ki... hayat sana tesekkur ederim...

Acılarım oldu herkes gibi elbet

Herkese kısmet olmayan sevinçlerim

Unutulmayı da göze aldım, evet

Hayat sana teşekkür ederim

26 Mart 2009 Perşembe

Padova

Sag salim geldik Padova'ya! Bugun Vendik'i kesfedicez! Garip bi gun, ama guzel..sanirim daha da guzel olacak... hani cocukken bi parti falan olur da gitmez istemezsin ama sonra gidince cok mutlu olursun bu sefer de bitsin istemezsin ya...bazen de dusa girerken oluyo bu bana..neyse..
guzel guzel.. gayet guzel..
ben garibim sadece biraz
PS: Apple dussun kafana OnurCUM!

25 Mart 2009 Çarşamba

Hızlıca

Efenim Köln maceramızdan sonra büyük çapta bir atraksiyonumuz olmadı, hep şehir içinde dolandık durduk, fotoğraf vs. çektik.

Sabah 6:45 de yurdun önünden arabalarla Frankfurt yollarına düşüyoruz, 16 sularındaki Venedik uçağımız için biraz erken bi vakit olsa da pek sıkılacağımızı sanmıyoruz. Dönüşümüz ise pazar öğlen 12 sularında sanırım... Bu süre zarfında yazamayacağımı tahmin ediyorum ama olur da arada fırsat bulursam bişiyler yazabilirim belki...

Özleyin beni e mi! Ben şu yoğunlukta bile yazamadığım için çok özlüyorum blogumu valla!

22 Mart 2009 Pazar

4. günün özeti


Öğleden sonra başlayan gün Ruxy'in de bize katılma kararıyla biraz hız kazandı, hep birlikte Köln'e gittik. Daha önce gidip de kapalı saatlerine denk geldiğim Çikolata Müzesi'nde bi kez daha şansımızı deneyelim dedik, keza açık olup olmadığını bilmeden düştük yollara. Şanslı günümüzdeymişiz ki açıktı. Çikolatanın tarihçesi, kakao ağacının nasıl yetiştirildiği, kakao çekirdeklerinin nasıl işlendiği vb. çok güzel resimlerle anlatılmıştı müzede; çocuklar için de birçok oyunlar vardı. Hatta botanik bahçesine girip nemden ve ısıdan fenalık geçirme tehlikesi bile yaşadım; bizimkilere pek çaktırmamaya çalışsam da ortamda 3-4dk.'dan fazla duramayıp koşar adım çıkıp gidişim durumu gizlememe pek de yardımcı olmadı sanırım, ama neyse ki bayılmadan atlattım. Müzenin 2. katında çikolata makinesi vardı; mini çikolata fabrikası desek daha doğru olur sanırım. Kocaman kaplarda karıştırılan sıvı çikolatalar makinede minik kaplara dökülüyor, soğumaya bırakılıyor, kaplardan çıkartılıp sıraya sokuluyor ve sonra ambalajlanıp kutulara düşüyor. Bunu yalanarak izlerken ve bir yandan da kocaman makinelerin arasından geçerken yolun sonunda kocaman bir çikolata havuzu ile karşılaşıyorsunuz, ve tontiş sayılabilecek iki teyze huri misali, biküviler daldırıp o ılık çikolataya, size ikram ediyor...
Üçüncü kata çıktığımızda pek fazla vaktimiz kalmamıştı çünkü müzenin kapanmasına yarım saat vardı. Çoğunlukla çocuklara hitap eden oyuncaklarla dolu bir kat olması bizim için pek de sıkıcı olmadı, tabii ki biz de oynadık zıpladık; başta Ruxy biraz utangaçlık etse de bizden feyz alarak o da normale döndü :))
Müze çıkışında teknelerin artık nehir gezilerine başladığını gördük. Upuzun bir sıra vardı önümüzde tekne turu için, Ruxy de ne zamandır öyle bişiye katılmak istiyordu; hemen gitti sordu soruşturdu, ama bizim pek içimizden gelmedi o anda öyle bişiy, çünkü aslında biz o tekne turunu gündüz yapmayı planlıyorduk (karşı kıyıya geçmekten ibaret olan 3.dk'lık yolculuğumuz aklıma geliyor da :)) ).
Şansımızı Dom Kilisesi'nden yana kullanalım dedim, iyi ki de öyle demişim, "Night Fever" dedikleri bir törene denk geldik. Kilise o karanlığın içinde kasvetli değil de öyle büyülü bir haldeydi ki... Önce sadece bir kayıt sandığımız o ilahi sesin sahibini gördük, kız canlı canlı ilahi okuyordu, arkasında da bi adam piyano çalıyordu... Müziğin de canlı olması, işin büyüsünü bi kat daha arttırdı tabii ki. Sonra orda geçen rahibelerden birisi elimize bir kağıt ve mum verdi; kağıda dileğimizi yazıp dilek kutusuna atacak, mumu da yakıp oraya koyacaktık, böylece rahibeler bizim dileğimizi okuyup tanrıya bizim için dua edeceklerdi. Ne yazacağım konusunda epeyi kararsız kaldım başta ama sonradan her zamanki gibi, güzel günler gelene kadar başımdaki sıkıntılarla başedebilecek güçten başka isteyecek birşey bulamadım. Bir de içimde bir yerlerde saklı duran huzur ve mutluluğu bulup çıkarmam için yardım istedim. Yeni birşey yok yani...
Kilisede huzurumuzu da bulduktan sonra artık iyice acıkmıştık. Malum akşam 7 oldu mu tüm dükkanlar kapanıyor bu gavur memleketinde; adam gibi yemek yiyecek yer de yok, e nereye gittik? Tabii ki dönerciye :) Bonn'daki gibi değildi ama yine de açlığımızı doyurduk işte. Sonrasında zaten o kadar yorgunduk ki, istikamet dooooru tren garı! Treni beklerken gardaki dükkanlara bir göz atalım dedik ki... şansıma ingilizce kitaplarda ucuzluk vardı, 2-3 tane kitap alabildim yine yanlışlıkla. Artık neyime alıyorum hala kitap vs. bilmiyorum. Zaten dönüşte getiremeyeceğim kadar çok kitabım var burda, allah ıslah etsin beni ne diyim artık... Tren yolculuğu sırasında OnurCUM'la kafa kafaya verip uyuduğumuzu söylememe gerek yok sanırım; arada gözümü açıp bakıyodum da Ruxy de bize bakıp bakıp gülüyodu :) ama çok yorgunduk yahu...
Eve geldik, yine acıkmıştık ama o saatte yemek sağlıklı değildir diye kendimizi uykuya verdik. Verdik de neye yarar? Ben uyudum amma velakin gecenin 3'ünde bi mutfak faresi gelip odada ki tüm hamurişi şeyleri mideye götürmiş, bak seeen! (bkz. 3.günün özetine gönderilen son yorumun zamanı)

Güzel bir gündü, süper bir gündü, kısa ama hızlı bir gündü.