30 Ekim 2012 Salı

 Çok iş

Ben bugün sanırım dünyalar kadar iş yaptım. Ya da aslında hergün böyle geçmeli ama ben her gün bu motivasyon ve konsantrasyonu bulamıyorum. Keşke Murtaza her ay 1 hafta yok olsa böyle, ne güzel olur. Keşke ben hep kendim yönetsem analizlerimi...

Bugün sabahtan 9 Kasım'daki toplantı için kalacak yer ayarladım kendime.
Sonra yüksek lisans tezimden çıkacak olan makalenin giriş yazısını yazdım, yeni ekleyeceğim grafikle uğraştım.

Bumarang'ın yeni teklifini yayına soktum unutmadan.

9Kasım'da sunacağım postere koysam mı koymasam mı diye ancak sonuçlarına baktıktan sonra karar vereceğim analizlerle uğraştım. Aslında henüz analizlere geçmedim, modelleri indirdim ve gridleri oluşturdum. 

An itibariyle pilim bitmiş durumda. Sanırım eve gidip horul horul uyuyacağım.

Şu sıralar okuduğum kitap da "Women who think too much" benim gibi "overthinker"lar için yazılmış güzel bi kitap aslında ama sanırım bundan da daraldım. Sözün özü fazla düşünmeyin arkadaşım diyor kitap ama bunu fazla düşünmenin ne kadar gereksiz olduğunu gözüne soka soka yapıyor ki bilinçaltın da kapsın bu durumu ve ha bire seni fazla düşünmeye zorlamasın, o zorlarsa da sen onu yakala ve fazla düşünme. Tamam, ben anladım, deniycem. Eve gidince başka kitap okuyım diyorum, ama bunu yarım bırakmak istemiyorum keza bu sıralar ha bire kitap bırakıyorum. Gerçi bi o kadar da okuyup bitirdiğim kitap var ya, neyse...

Bond, Sony ile İstihbarat Toplamaya Devam Ediyor!


Sony "Skyfall" kampanyası için ikinci görev geldi, şimdi durum değişti. Bildiğimiz üzere “Skyfall” İstanbul’da çekilmiş Bond filmlerinden. İkinci görevde, Bond nasıl İstanbul’a geldiyse, senin de İstanbul’da bir noktaya gitmen ve burada olduğunu kanıtlaman gerekiyor ki, Bond işini rahat rahat yapabilsin.

Bu görevde @Sony_Turkiye'nin belirttiği lokasyona gidip 4square üzerinden fotoğraflı check-in yapman ve Twitter’da görev hashtag’i olan #M2bengittim altında yaptığın check-in’i yayınlaman gerekiyor. Sony bunu yapan oyuncuların emeklerini karşılıksız bırakmıyor ve çok özel ödüller veriyor. Duyduğum kadarıyla ödüller arasında Xperia Tablet S ve Bond 50. Yıl Blu-ray seti var.

Sony bu arada İstanbul dışındakileri unutmamış, hafta içinde twitter ve facebook hesabı üzerinden soracağı sorulara hızlı ve doğru cevap veren "Ajanlara" sürpriz hediyeler verecekmiş.

Şimdi dikkatimi çekti. Sende aynı durumdaysan hemen takibe başla, istihbaratı topla:

Bir bumads advertorial içeriğidir.

29 Ekim 2012 Pazartesi

bugün o "birgün"

"Birgün bana hak vereceksin, birgün anlayacaksın beni" dediğim, ama bana inanmayan çok kişi oldu hayatımda ne yazık ki. Aldığım kararların kalbime rağmen, mantığımla alınmış olduklarına inamayan, beni acımasızlıkla, zalimlikle, duygusuzlukla suçlayan çok kişi... Ama bugün gördüm ki haklıymışım, çektiğim ve çektirdiğim tüm acılara rağmen doğru kararı almışım, çektiğim ve çektirdiğim tüm acılara değmiş... Biliyordum! Aferim bana!

24 Ekim 2012 Çarşamba

Bond, Sony ile İstihbarat Topluyor!


23. macerasına çıkan James Bond’un yeni filmi “Skyfall”, 2 Kasım’da vizyona giriyor. Bu sefer MI6 saldırı altında ve James Bond hem arkadaşlarını korumak, hem de M’e olan sadakatini kanıtlamak zorunda. Sen de gerçek bir Bond hayranıysan, Sony’nin sürükleyici sosyal medya oyunu “AjanS” bir hayli ilgini çekecek.

Sony, “Skyfall” lansmanı ile birlikte geçenlerde açıkladığı sosyal medya oyununun ilk görevini dün verdi. Bond’un zihni sinir alet edevatları olmadan sıkıntıya düşeceğini düşünen Sony, “4 ekran ile Bond’a yardım et” görevini açıkladı. Q’nun verdiği görevde 4 ekran olarak TV – Tablet – Akıllı Telefon ve Laptop düşünülmüş. Bu 4 ekranın nasıl kullanılacağı da kullanıcılara bırakılıyor.

Q’nun sorusu ise şu şekilde:

“Eğer sen olsan, bu 4 ekrandan hangisini seçerdin ve o ekrana hangi özelliği eklerdin?”

Sen de bir ekran seç, farklı ve Bond’un işine yarayacak bir özelliği Twitter’da #M1benyaptım hashtag’i ekleyerek paylaş. En çok retweet edilen ve Sony jurisi tarafından seçilen fikirlerin sahipleri, Bond’un güvendiği Sony Xperia Tablet S, Gala Gecesi davetiyesi ve Bond 50. Yıl Blu-ray seti kazanacak.

Bakalım gerçekten Bond’a yardımcı olabilecek zihni sinir bir yanın var mı?

Yeni görevleri öğrenmek için, #AjanS hashtag’ini takibe devam et.

https://www.facebook.com/SonyTR
https://twitter.com/Sony_Turkiye #AjanS #M1benyaptım

Bir bumads advertorial içeriğidir.

9 Ekim 2012 Salı

Günlük Ped

Selam fıstıklı baklavalar! Hem de Antep Fıstıklı!


Gittiğim her ülkede yeni bir alerji ile karşılaştığımdan mütevellit, size ne tür şeylere dikkat etmeniz gerektiğine dair bir yazı yazmayı planlıyorum, sanırım 3 yıldır! Ama bu yazı o yazı değil. Bu yazı, pamuğunuz bitip de çıkması gereken ojeleriniz varken tuvalet kağıdı veya peçete yerine ne kullanmanız gerektiğini öğreten bir yazı. Eğer yeterince dikkatliyseniz ne olduğunu anlamış olmalısınız, günlük ped! Bir kere emişi güçlü olduğu için asetonun cırp diye uçup gitmesine izin vermiyor, ikincisi ise peçete gibi kendinden geçip parça pinçik olmuyor ıslanınca. Geçtiğimiz hafta İtalya'da öğrendiğim iki şey varsa birisi budur. Diğeri de Andrea'nın erkek ismi olmadığıdır ama onun konuyla alakası yok.

8 Ekim 2012 Pazartesi

Yine hayat



Birşeyler oldu canımı sıkan. Kendimi kandırılmış ve aldatılmış hissediyorum. Durumu geri getirmek için yapabileceğim hiçbirşey yok. Karşımdaki belki birşeyler yapar ama yine de bu kırgınlığın kolay kolay geçeceğini, geçse bile ardında iz bırakmayacağını zannetmiyorum. Düşünmemeye çalışıyorum, önemsememeye, başka şeylere odaklanmaya, güzellikleri ön plana çıkarmaya, ama olmuyor. Ne yapsam içimde bir yumruk gibi oturuyor, çünkü bu aldatılmışlık benim günlük hayatımı çok etkiliyor. Keşke insanlar bu kadar bencil olmasa - sanki ben bencilliğin tanrıçası değilmişim gibi yazıyorum bunu di mi? Evet bencilim ama bencilliğim insanlar bana zarar vermeye başladığı zaman devreye giriyor ve bence bu yüzden bu bencillik gayet sağlıklı bir bencillik, diğerlerine zarar veren cinsten değil sadece kendimi korumama yardım eden cinsten.

Yalan söylemek üzerine...

İnsanlar bana yalan söylüyorsa bunu hak etmişim diye düşünüyorum. Birisi bana bu elbise yakışmamış dediğinde verdiğim tepkiye göre ertesi günkü makyajımı eleştirir veya eleştirmez. Ona dürüst olma cesareti vermemişsem karşımdaki bana yalan söylüyor diye ona kızamam. Aynı şekilde, eğer ben birisine yalan söylüyorsam bu benden çok karşımdakinin suçudur öncelikli olarak. Bir de bazı insanlar var ki yalandan da olsa güzel şeyler duymak isterler, veya bilmek istemezler gerçekleri, bu da ayrı bir konu. Peki daha henüz tanıştığınız birisine neden yalan söylersiniz? Ya da neden kandırırsınız karşınızdakini yeterince tanımazken?

Kötü şarap

İtalya'daki toplantı süresince kaldığımız yurt birçok kişi için buluşma noktası niteliğindeydi, çoğunluk orda kalıyor, akşamları terasta takılınıyordu. Herkesten biraz geç gittik Çarşamba akşamı. Terasa adımımızı atar atmaz, adını bile bilmediğim biri yanaştı, "Heey! Bakın çok güzel şarabım var, istemez misiniz?" diyerekten. Şaşırdım ama insanlar birbirlerini önceden mailler üzerinden tanımış oldukları ve hafızam çok kötü olduğu için belki de bu kişi beni tanıyordur diye düşündüm. Teşekkür ettim ve bir yudum aldım şaraptan. Ne yalan söyleyeyim şarap sevmeme rağmen pek anlamam iyisinden kötüsünden. O kadar ısrarla verilen şaraba da biraz tembihli yaklaştım ilk yudumu almadan önce biri içine işedi mi naaptı yoksa şalgam falan mı acaba diye aklıme gelmedi desem yalan olur. Ama içtim sonrasında, "Nasıl ama güzel di mi? Beğendin di mi?" demesiye ikram eden kişinin. "Evet çok güzelmiş teşekkür ederim" dedim ama tam da o sırada kendisnin bira içmekte olduğunu farkettim. Biraz zaman geçti, iyi bir arkadaşımız uyardı beni "iyi bir şarap değildir o, içmek istersen bunu iç diye." Ben umursamadım önce ama "onu içersen ertesi gün başın ağırır, illa şarap içmek istiyorsan benimkinden iç bak bu kaliteli" diyince hiç göze alamadım başağrsını ve yarısı dolu bardağımı koydum yerine. Yanımdakilere dönüp "e bize şarap ikram eden o çocuk bira içiyor, ne iş?" dediğimde de kendisinden konuşulduğunu anlayıp döndü hemen ve "sevdin ama di mi güzel di mi" dedi. Hıhı diyip geçiştirdim ama kötü hissettim kendimi. Önce anlam veremedim neden böyle yaptığına, sonra heralde "ucuz şarap bu kimse içmez lan bunu" dediyse birisi o çocuk da "ben içecek birilerini bulurum" diyip kapıdan ilk gelene ikram etti belki de diye düşündüm. Büyük ihtimalle olay tamamen bundan ibaret ama çok dokundu bu bana. Bak tee çarşamba günü olan şey hala aklımda ve hala dert içime, düşünün artık ne kadar kafaya taktığımı. Ha ertesi gün migren ağrısı ile uyanmam ve 2 apranaxa rağmen geçmeyen başağrısını hiç hesaba katmıyorum bile. Ama ya o arkadaşımız uyarmasaydı? Ben o şarabı içer bitirirdim ve ertesi gün ölürdüm heralde. İnsan bunu neden yapar?

Kıssadan hisse

Etrafınızdan zarar görmeyeceğiniz kadar bencillik barındırın içinizde, ama bencilliğinizin ve düşüncesizliğinizin sevdiklerinize zarar vermesine izin vermeyin, salak olmayın! 

İnsanları şaka için bile olsa kandırmayın. Kim bilir belki benim gibi takıntılı bir kırıklık yaşamalarına neden olursunuz.

22 Eylül 2012 Cumartesi

Barselona'da Üküncü Gün

13 Ağustos 2012

Bu sabah 9'a kurmuştum saatimi, Hop-on/Hop-off'a gideyim 10'da diye ama sonra vazgeçtim. Çünkü dün oteli ararken zaten yanlışlıkla Palau Güell'i gördüm, sonra da o heykeli... E ben kendim bitirmeyeyim şehri dedim, bi de paraya kıyamadım aslında yalan yok =) Hatta Barselona Kart'ın bile lüzümsuz olduğuna karar verdim ve iade etmeye karar verdim. Nasıl olsa kart ancak ilk defa kullandığınız zaman başlıyor kullanılmaya, büyük ihtimalle sorun çıkarmadan iade alırlar. Bir de farkettim ki ben bu sıcakta hiiiç müze falan gezemem, benim karttan asıl vazgeçme nedenim o oldu. Bi de bi de paramı başka şeylere harcayınca fazla parasız kalacağımızı anladım, bari kredi kartında biraz yer açılsın istedim. Evet biraz düşüncesiz bir hareket etmişim gibi geliyo ama müzelerin içine gireceğimizi düşünmüştüm, ne bileyim bu sıcakların beynimi eriteceğini.

Haritada yakında bir turist info buldum ve gittim ki bir levha: En yakın info 1 km ötede Catalunya durağındadır yazıyo. Ha bu arada sevdicek ile skype yaptık telefondan, anca fark etmiş o gelince kalacağımız yurtta 10 kişi ile aynı odada olacağımızı. Neyse son karar, sevdicek hosteli iptal edecek, ben de burda oda ayarlıycam. Dün zaten sormuştum resepsiyondaki çocuğa, "Bir oda var ama banyosu tamir edilecek, eğer olursa o boş olur" demişti. Gittim onunla konuştum. Yine aynı şeyi söyledi ama bu defa eğer tamir olursa odayı benim için ayırmasını söyledim. Tamir olmazsa da o haliyle de kabul ettiğimizi yönetime bildirip indirimli bir fiyat soracak bizim için. 

Çıktım, ilk iş postaneye gittim. Ankara'daki Ulus postanesi gibi kocamaaaan bir bina. Bu defa binanın büyüklüğüne aldanmadım. Ne garip yaa, büyük binayı bulmak daha zor. İlk kartları Zerrincim'e, anneanneme, teyzemlere ve bir de Yeliz'e gönderdim. Bir tane de saklamalık 0.36€'luk pul aldım kendime. Ordan çıkınca otele dönüp odayı sordum, öğleden sonra gel dedi resepsiyondaki çocuk. Barcelona kartları alıp iade etmeye gideyim diye odaya çıktım ama nassı sıcak nassı sıcak ve de nassı pis bir başağrısı... en iyisi biraz uyuyayım dedim. Sevdiceğin aramasıyla uyandım yaklaşık 1 saat kadar sonra. 

Kartları aldım, Drassanes'den bindim metroya, Catalunya'da indim. Şaşkın şaşkın etrafa bakındıktan sonra buldum info'yu. Meğer bunların merkezi ordaymış ama iade edeceksem aldığım yere gitmemi önerdiler. Ben yine de bir şansımı deneyeyim diyip merkeze gittim ki bir kuyruk bir kuyruk! Önce azimle girdim sıraya ama sonra daralıp çıktım. Nasıl olsa biletim var, büyük ihtimalle de mevcut otelde kalmaya devam edeceğimiz için yarın valizler de sorun olmaz, giderim sevdiceği karşılamaya havaalanına, orda iade ederim kartları diye düşündüm. 
Bu Catalunya durağı aslında La Rambla'nın uzun mesafede devamıymış, yürürüm ki ben burayı dedim. Ama önce "Plaça de Catalunya" meydanında oturup sandviçlerimi yedim. Orda bir de Gaudi kılıklı minareler gördüm ama sevdicek gelince birlikte gideriz diye uzak durdum, sadece fotoğrafını çekmeye çalıştım polaroid ile. Ne kadar uğraştımsa da olmadı ama. Bu sırada parkta bir adamla muhabbet ettik biraz. O ispanyolca ben ingilizce konuştuk, az biraz da anlaştık =) Zaten ilk gün akşam sahil kenarındaki standlardan birindeki teyze ile de öyle anlaşmıştık.

Parktan çıkıp cadde boyu dükkanları geze geze ilerledim. H&M'de tam istediğim model, beyaz bir bikini denedim hem de 5€ idi ama bu memesiz kızlar ülkesinde tabii ki bana uygun beden bulamadım. Hediyelik eşyacılarda çok hoş mutfak önlükleri var ama benim istediğim gibi içi naylon dışı kumaş değil hiçbiri. La Rambla'nın bu kadar yukarısında bir de bolca çiçekçi var.  Ve bir de meyve pazarı buldum "St. Josep - La Buqueria" adında. Avrupa'da benim mantığıma uygun meyve satan tek yer olduğunu düşünüyorum - sanırsın tüm Avrupa'yı gezdim! Bir güzel karpuz yedim ki 1€'ya! Süperdi! Meyve salataları 1.5€ ve hiç de uyduruk değil Almanya ve UK'daki gibi. Karpuzu kiloyla satıyorlar yahu kilosu 1€ daha noolsun! Ama kirazın kilosu 12€'yu görünce yuh dedim!


Otele döndüm, azıcık dinlendim ama oda nasıl sıcak!  Otele  dönerken de manavdan nektarin ve erik almıştım, meyveye doydum resmen =) Yazılacak yeni kartları alıp lobiye indim. Kartları yazdım ama baktım ki yeterince kart yok, çıkıp biraz daha alayım dedim. Kart aldım derken "La Rambla"ya uğramamak olmaz tabi. Yol üstünde tam da Palau Güell'in önündeki kaldırımda bir iskambil kağıdı buldum. Önce almıyodum pistir diye ama sonra dayanamadım aldım. Yolda buldukları iskambil kartlarını biriktiren insanlar olduğunu biliyorum. Bence çok nadir rastlanılan birşey bu. Bu da sanırım hayatım boyunca yolda gördüğüm 2. kart.

La Rambla'daki tezgahlar gündüz de varlardı. Ben nedense sanki sadece haftasonu akşam için var olduklarını düşünmüştüm. Bizim Kızılay'daki işportacı mantığı sandım heralde. Sadece onlar değil, dünkü futuristik sanatçılar da bugün vardı. Saksı altı, bişiy kapağı falan kullanıp sprey boya, gazete ve spatülle harika diyarlar, eşsiz gezegenler yaratan sanatçılar. Üstelik de herkes onları izlerken iş çıkartıyorlar! Yaşlıca olana maske taksana dedim. Eskiden takıyordum ama sonra vazgeçtim dedi. 


Her sayfiye yerinde olduğu gibi burda da portre çizen ressamlar, karikatürcüler... Hayatımda sadece bir kere o karikatürcülere bişiy çizdirdim, o da babamın annemi tavlamaya çalıştığı zaman üçümüzü Atakule'de çizen adama, üstelik o zaman da çok istekli değildim. Nasıl gıcık olmuştum adamın çizdiği şeye! Daha ortaokuldaydım sanırım. O zaman anladım ki benim kendimle dalga geçilmesine tahammülüm yok. Zaten sonradan aşırı gururlu olduğumu kavrayınca bu da otomatik olarak onaylanmış oldu. Hayır iyi birşey olduğunu iddia etmiyorum ama insanın kendini bilmesi de bişiydir.

Sokak sanatçılarından biri çok güzel periler resmetmiş. Keşke bunları asacak yerim olsa evimde de alabilseydim...


Çinli bir kadın da güzel ve neşeli harflerle isim falan yazıyor, üstelik 5€'ya. Baktım bütçeye uygun, hemen gidip Tuğça <3 Onur yazsın istedim. Yatak başımızdaki aile logomuzun altına asarız diye düşündüm.  O kadar çok harf olunca 7€ istedi, ben de kıramadım. Sonunda Çince "nihaa" dedim, güldü. Teşekkürler demeyi öğrenmeye çalıştım ama şimdiden unuttum. Şaişai gibi bişiydi sanırım...


Derken otele döndüm yeniden, yeni aldığım kartları yazmak üzere. Lobiye geçtim çünkü oda çok sıcak oluyor. Tüm masalar doluydu, zencinin biri ayaklarını uzatmış karşısındaki sandalyeye, yüksek sesle müzik dinliyordu masayı pek kullanmadan. İzin isteyip oturdum. Bir süre sonra saçma sapan konuşmaya çalıştı. İşin saçmalığı şu ki adam İngilizce bilmiyor! Biraz konuştuk derken bu sırada ben bunları yazıyorum defterime. Kime yazıyorsun, ailene mi sevgiline mi dedi. Kendime dedim ama bunu bile anlamadı. Bu sırada Adam bana £20 kontor kodu gönderdi çünkü burda yeni bir hat almayınca malum cıp cıp cıp gitti kontörler. Aslında günlük 25MB internete £2 çok değil gibi gelmişti başta ama o internetle skype görüşmesi yapmaya kalkışmak biraz mantıksız oldu tabii. Bu arada zenci adam yine sordu kime yazıyorsun sevgiline mi diye, neyse ki evet deyince ilgiyi kesti, bir süre sonra da gitti. 


Derken keltoş, gözlüklü bir tip geldi, elinde kareli defteri ve dolma kalemleriyle. Oturdu karşıma ve başladı çizmeye. Bu arada ben de bitirdim işte yazımı ve bu arkadaşla sohbete başladık. Adı Enzo imiş.  Bana İtalya'yı anlattı, kendisi İtalya'lıymış...


Barselona'da ilk gün

13 Ağustos 2012
22:35

Dün o kadar koşturmacalı ve yorucu geçti ki iki saattir yazmak için güç bulmam taa bu saati buldu. Aslında herşey çok güzel başladı. Uçaktan iner inmez geldi valizlerim, hem de hasarsız =)

Turist info'yu da buldum kolayca. Hem Onur'dan ayrı 3 günüm olduğu için kendime üç günlük travel card aldım (3 gün boyunca sınırsız sayıda metro ve otobüs kullanabiliyorsun) hem de Onur'a ve kendime 5 günlük Barselona kart (hem sınırsız ulaşım hem de bazı müze vb.lerde indirim - üstelik online alırsanız da %10 indirim var). 

Hem travel card'ların hem de Barselona kartların gün saysına göre fiyatı değişiyor. Eğer müzeye gitmeyiz diyorsanız Barselona Kart yerine travel kart daha mantıklı. Ama dışını görüdüğünüz müzelerin içini de merak eden tiplerseniz Barselona Kart mutlaka daha çok işinize yarayacaktır.



Şehre gideceğim otobüsü de buldum kolayca, doğru durakta da indim. Ve macera başladı. Espanyol metro durağı amma merdiven doluymuş arkadaş yaa! İne çıka canım çıktı valizle. Hiç mi kimse yardım etmez yani huh! Otele yakın iki durak vardı haritada biri Paral.lel diğeri de Drassanes. Ben Paral.lel'den daha kolay gideceğime karar verdim. Neyse ki metro çıkışındaki merdivenlerden biri yardıma geldi ama o da valizin ucundan tuttu! Çıkar çıkmaz sokaktaki ve elimdeki haritalardan baktım, kendimden gayet emin buldum yolumu. 

Gittim gitmem gereken yere ama oteli bulabilene aşkolsun. Bi marketimsi, hediyelik eşyacıya sordum, birkaç parça birşey de aldım, özellikle de kar küresi bulunca hemen atladım ya Kore'deki gibi bulamazsam bi daha diye. Adam da pek sevdi beni, hemen harita çıkardı, aradı buldu, tarif etti. Bir de uyardı üstelik çantana sahip çık diye. Tamam dedim, gittim dediği yere ama nafile. Binalarda numara yok, otelin adı yok... Geri döndüm elimdeki haritaya göre, Türk dönerci buldum, ona soracakken baktım polis amca, hemen atıldım tabii söyle bana nerden bulurum şurayı? diye. Tarif etti, tamam dedim, gittim, yok, orası o sokak değil. Geri gittim yine çünkü o dükkancının gösterdiği başka Ay kabus! 

En sonunda of dedim oooof! Parası neyse öderim, açayım şu interneti de google maps söylesin bana. Buldum maps'ten, yürüyorum, noktanın sağı solu önü ardı her yerini gezdim ama yok otel, çıldırıcam! O kırmızı noktaya en yakın olduğum yer evsizlerin kıvrılıp yattığı bir binanın kapısı! Orası olamaz ama orası değilse neresi? En sonunda polisleri gördüm yine yolda. Takıldım peşlerine, meğer orda karakolumsu bir yer varmış. Neyse gösterdim adresin yazılı olduğu çıktıyı, adam tarif etti. Dedim hoca yok, yok orda öyle bir yer! Peki telefon ettin mi dedi, yok etmedim dedim. Diyemedim tabii kontörüm yok diye. Hem arasam da telefondaki tarif etse de ben anlamam ki, sen konuşur musun dedim, OK dedi. Aradık ama açan yok. Bu arada yaşlıca başka bir polis geldi. Ona da anlattık durumu. Demesin mi "Geçenlerde gazetede okudum böyle kandırmaca ile milletin parasını alıyorlar." Ya adam polis olmasa uyduruyor diycem. Sonuçta booking.com güvenilir bir yer, millet yorum da yapmış sitede, var yani böyle bir yer ama ben bulamıyorum. Bu defa genç polis de "O zaman git bi daha ara, yine bulamazsan booking.com'a rapor et ve kendine kalacak başka bir yer bul."dedi. Halbuse alsa beni motoruna alsa da birlikte gidip baksak nolurdu sanki. Aman iyi tamam diyip bi daha telefon ettim. Bu defa açıldı! Polis aldı telefonu biraz konuşup bana verdi. Zavallı telefondaki çocuğun ilk söylediği şey "biz varız, biz gerçeğiz ama bulması biraz zor" =) Neyse tarif etti ve buldum ki ha bire etrafında döndüğüm KOOOSKOCA binaymış! 
Hemen odama çıktım, ayakkabıları bir çıkardım ki kocaman su toplamış zavallı sol ayağım üstelik bir de patlamış =( Nasıl acıyor! Zaten yorgunluktan da canım çıkmış, hemen attım kendimi yatağa, uyumuşum 1,5 saat! Uyandım, duş aldım, giyindim çıktım dışarı. 

Yol boyu yürüdüm ki hem Zerrincim'in hem de Ozi'nin bahsettiği heykele vardım.

Hemen dibi de deniz, sahil boyu da birkaç pul ve sevdiceğe mini bir hediye aldım. Sahil boyu yürüdüm, canlı müzik yapan iki adamı dinledim azıcık, sonra da onların az ötesinde oturup ayaklarımı denize sarkıttım. Bir yandan müzik, bir yandan deniz havası, ılık bir esinti... e acıktım tabii. Çantamdan popkek ve kraker çıkardım, güzel müzikle salınacak karnımı doyurdum, biraz da balıkları besledim tabii tek başına yemek olmaz.


Sıkılınca kalkıp meşhur "La Rambla" boyunca yürümeye koyuldum. Yine yol boyu minik dükkanlar, yanlarda bolca hediyelik eşyacılar... Adamlar çözmüş pazarlık meselesini, Avrupalılar pazarlık yapmıyor ama bu İspanyollar onlara öğretmeye çalışıyor bence. Kupaların üstünde 7.95€ yazıyor, bakıp geri koyarsan "senin için" 6€ oluyor bir anda! Hatta kimisi "güzel Türk kızına güzel fiyat" diyor, hem de Türkçe! 

Hemen hemen heryer kartpostal satıyor ama pul sadece postane ve "tobacco shop"larda oluyormuş. Bir dükkanda pul buldum ki o da 0.70€'luk pulu 0.85€'ya satıyor. Kalsın o zaman deyince satıcı hemen "Türk müsün?" dedi. Meğer sadece Türkler almıyormuş =) 

Hiii bi de o minik dükkanlardan birinde çoooooooook güzel bir satürn kolyesi gördüm ki... 

Bir de otele dönerken sexshop bar gördüm. Onur geldiğinde en azından kapısından kafamı sokmazsam çatlarım valla! Gerçi bunu söyleyince Onur'dan sağlam bir dayak yeme ihtimalim de var ama araya çok zaman girdi ya, özlemiştir beni kıyamaz bence kafa göz dalmaya =D

Dönüşte markete uğradım su ve yiyecek almaya, ne görsem?! Berry cider! Aldım tabii ki! Bir de salam, kaşar ve ekmek aldım. Gerisi otele gidiş ve horr...

Barselona'ya gidiş

İşte beklenen yazı! Güney Kore'de başlattığım gezi güncesinin ikincisi olan Barselona günlüğünü olabildiğince kısa ve öz haliyle buraya yazmaya çalışıcam. 



11 Ağustos 2012 

Selamın hello! 
Bir beleş yolculuk daha! 
Bu defa twitter + facebook üzerinden Barselona'ya kazanılmış bir THY bileti. 
İki kere üstüste olunca insanın pek inanası gelmiyor ama gerçekleşiyor işte. Gerçi pek de kolay gerçekleştiğini söyleyemem. Öncelikle Dublin-Barselona seferi olmayan THY'i İstanbul aktarmasına ikna etmem gerekti, ardından da yedek listesindeki onaysız bilete vize vermesi için İspanya konsolosluğunu ve son olarak da yedek biletin onayı… Son dakikaya kadar gideceğimin garantisi yoktu yani. 



Şimdi uçaktayım. İlk durak İstanbul, hem de Zerrincim'le birlikte geçireceğim güzel bir gece! Yarın sabah da istikamet Barselona. Son bir saattir gidilecek yerleri listeledim. Başta pek hevesli ve umutlu ve enerjik olmadığım için bu plan işini sevdiceğe bıraktım ama eh artık şu anda da heycansız kalamam ki!

Barselona'da ilk üç günüm yalnız geçecek. İlk gün zaten biraz sersem olurum muhtemelen. İkinci gün Hop-on/hop-off turlardan birine katılmayı düşünüyorum. Hem FFÖ de bunu tavsiye etti. Üçüncü gün biraz sıkıntılı olabilir elimde valizle, çünkü sevdicek gelince başka otele geçicez . Bu otel/hostel aslında biraz uzakta olduğu için ben biraz tedirginim ama yarı fiyat olunca hallederiz elbet bir şekilde dedik. Keşke Couchsurfer bulabilseydik, ama ya herkes dolu ya da tatilde. 

Şimdi hazırladığım mini listeyi yazayım size. Birçok yer var tabii gidilebilecek ama bunlar benim mutlaka gitmek istediğim yerler. Karşılarında da nasıl gidileceği, giriş fiyatı, ve neden gitmedik istediğimi hatırlatacak mini açıklamalar. Ne kadar işinize yarar bilmiyorum doğrusu ama zaten gidildikçe mekanlar hakkında daha detaylı bilgi gelecek. Yine de sorunuz varsa sorunuz. 



Museu Picasso - Barselona karta %20 indirimli giriş - Gitmek için Metro Line 4 (Jaume I durağı) 1963'te açılmış, PRP'nin bazı çalışmalarını kendisi bağışlamış. Bileti online da alabilirsiniz. Öğrenci değil ama 25 yaş aldı indirim var, ses etmeyip öğrenci kimliğinizi gösterirseniz 29 yaşında da olsanız indirimden faydalanabiliyorsunuz =D 

Sagrada Familia - Barselona karta 2€ indirim - Gaudi'nin en baş eseri diye adlandırılıyor. Bir yanı The Passion Façade diğer yanı The Nativity Façade 

Fundacio Joan Miro - Barselona karta %20 indirimli - Biraz uzak gibi görünüyor haritada, gidişi sıkıntılı olabilir ama güzel ve neşeli heykeller varmış. 

Park Güell - Giriş ücretsiz - Gaudi'nin eserlerinden oluşan bir park

Palau Güell - Gaudi'nin Güell ailesi için başka mimarlarla birlikte tasarladığı bir saray yavrusu. 

Museu dela Xocolata - Baserlona karta giriş ücretsiz - Jaume I, Metro Line 4 ile gidiliyor. Ama biz daha önce Köln'de über bir çikolata müzesi gezmiş olduğumuz için muhtemelen buna gitmeyiz. 

Casa Battlo - Barselona karta %20 indirimli - Metro Line 4 - Passaig de Gracia'da inilecek. - Bina, St Geroge'un erjderhayı öldürüşünü sembolize ediyormuş. 

Casa Mila - Barselona karta %20 indirimli - Metro line 3 veya 5 ile Diagonal'de inilecek - Özellikle üst katına mutlaka çıkmak gerek diyorlar. 

Tibidabo - Barselona karta %20 indirimli, normal fiyatı kişi başı 25.5€ - Eğlence parklarını seviyorsanız, bütçeniz ve vaktiniz uygunsa mutlaka gidilmeli. 

La Rambla - Bizim İstiklal misali bir cadde. Yol boyu sağlı sollu hediyelikçi dükkanlar var. 

Cosmo Caixa - Barselona karta bedava giriş - Sanırım şehirden biraz uzakta, gitmek sıkıntılı olabileceği için kısıtlı gününüz varsa ikinci plana atılabilecek bir interaktif bilim müzesi. Büyük Patlamayı tasvir eden bir odası falan da varmış. 

Park del Labirent d'Horta - Yine şehirden uzak ve kuzeyde biryerlerde. Aristokratik Barok hayallere dalacağınızın garantisi diyorlar burası için. 

Poble Espanyol - Metro Line 1 veya 3 ile Espanya durağına gidilecek. - İspanya'daki birçok bölgedeki binaların taklitlerinin olduğu bir yer.

20 Eylül 2012 Perşembe

Bugün

Asıl yazmak istediğim şey dışında hemen hemen şeyi yazıyorum buraya yine.

Bu hafta başından beri bir lüzümsuz yazokulu düzenleniyor burda ve biz de öğle ve akşam yemeklerimizi o ekiple birlikte yiyoruz. İyi oluyor tabii, güzel arkadaşlar edindik falan ama hem akşam eve yorgun ve çakırkeyif dönüyoruz hem de vakit geç oluyor bilgisayar karşısına geçip de birşeyler yazmak için. Bir de son zamanlarda bende "evde bilgisayar kullanma" fobisi başgösterdi. Maillere bakmak için bile açmak istemiyorum aleti, değil ki facebook bakmak, blog yazmak. Hal böyle olunca, Barselona defterimi de yanımda ofise getirmeyince, sakin bir dönemi bekliyor yazılar. Neyse. 


Bugün sabahtan beri çok bulanık hissediyorum kendimi. Son 1 haftadır sağlıklı besleniyorum üstelik ama yine de yediklerimden tiksinir durumdayım. Ofiste içtiğim kahvenin tadı kahve gibi gelmiyor artık. Çok mu süt koyuyorum acaba diye deneme yaptım bugün ama az süt koyunca da sevmedim. Sanırım bir süre sütsüz kahve istiyor canım. Ama tembellik öyle had safhadaki, ofise gelip de sandalyeme oturunca bir daha akşam eve gitme vaktine kadar kılımı kıpırdatmak istemiyorum. Tabii mecburen kalkıyorum yerimden ama isteyerek olmuyor. Halbuse her saat başı bi dolansam etrafta, iki eğilip kalksam, hiç değilse bahçeye çıkıp tavşanlara sincaplara bir selam versem benim için nekka iyi olacak, biliyorum. Aslında bazen yapıyorum ama yok bugün içim daralıyor çok. Mesela şimdi istiyorum ki eve gidip güzel bir sıcak içecek eşliğinde kitap okuyayım saatlerce, Sütlaç da gelsin kıvrılsın yamacıma. Ama eve gidince iş böyle olmuyor işte. Atıyorum kendimi yatağa, elimde telefon, bi twitter bi instagram bi twitter bi instagram, arada Güllaç'a sarılıp 1 saat kestirmece, sonra yine twitter azcık facebook diye diye bitiyor gün. Evin doğru düzgün bir penceresi olmadığı için gündüz gece hep karanlık. Minnacık pencereler eve  ancak kışın deli gibi soğuk girmesine yarıyor o kadar. 


Hayatımın aslında güzel olduğunu bilmek ama buna rağmen huzursuz, mutsuz ve şikayetçi olmak. Bu çok arsız ve kıymet bilmez bir davranış, farkındayım. Ama aklımın bildiğini kalbime oturan fil anlamayınca için sıkışıyor işte, naapabilirim? Bulutlara odaklanıp düşüncemi manipüle etmeyi öğrendim kısmen ama böyle zamanlarda insan onu da yapmak istemiyor. Karanlığın beni ele geçirmesine izin vermek en kolayı ama hayatta kolay olan şeyler çok nadiren doğru şeyler oluyor. Asıl mesele de bu "hayat sınavı"nda zorluğuna rağmen doğruyu seçmek değil mi zaten... 

Bu akşam fotoğraf kulübünün toplantısı var. Bu haftaki konu makro ve yakın çekimler. Benim fotoğraflarıma bakmak isterseniz burdan buyrun.

14 Eylül 2012 Cuma

Education UK'de Seyahat ve Eğitim Bir Arada


İngiltere’de yaşam ve eğitimle ilgili tüm bilgiler tek bir adreste toplanıyor. Her yıl 1,8 milyon kişi dil eğitiminden sosyal yaşam olanaklarına kadar tüm ipuçlarına Education UK ile ulaşıyor.

İngiltere’de yaşam ve eğitim olanaklarını araştırmak için bakacağınız ilk yer www.educationuk.org/turkey adresi olmalı. Birleşik Krallık’taki eğitim kurumlarından burs seçeneklerine, görülmesi gereken yerlerden festival ve eğlence mekanlarına kadar her konuda detaylı bilginin verildiği web sitesi, hem İngilizce hem de Türkçe içerik sunuyor.

İngiltere’yi ilk kez ziyaret edecek kişiler için her alanda detaylı bir kaynak niteliğinde olan Education UK, İngiltere’de eğitim ve yaşamınızı ihtiyaçlarınız ve hedefleriniz doğrultusunda şekillendirmenize yardımcı oluyor. Hem dil okulları hem de yüksek öğrenim kurumları hakkında detaylı bilgi verirken, tatil ve festivallerden alışverişe, bütçe planlamasından seyahate kadar pek çok püf noktasını açıklıyor.

Keşfe internette başlayın

Education UK web sitesinde eğitim alanınızı ve gitmek istediğiniz okulları seçtikten sonra Birleşik Krallık’ı keşfetmeye başlayabilirsiniz. Web sitesi, yolculuğunuzu planlayıp İngiltere’ye varmanızdan, konaklama olanaklarına ve ailenizle iletişiminize kadar her konuda size destek oluyor.

Seyahat öncesi yapılması gereken hazırlıklar, İngiltere öğrenci vizeleri, alışveriş, yeme içme, seyahat ve İngiltere’de yaşam ile ilgili her türlü bilginin sunulduğu web sitesinde temel harcamalarınızın belirtildiği bütçe planlama bölümü de yer alıyor. Kutlamaları, festivalleri ve heyecan verici kültürüyle İngiltere’nin oldukça şaşırtıcı bir yer olduğu da verilen bilgiler arasında.

Facebook’ta takip edin

Education UK web sitesi içeriği beş ana başlıkta toplanıyor. İngiltere’de Eğitim Seçenekleri, Kurs ve Eğitim Kurumu Arama, Burslar, Güncel Bilgiler ve İngiltere’de Yaşam başlıkları altında, İngiltere, İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda’yı keşfe çıkıyorsunuz. Ayrıca British Council Turkey Facebook sayfasından da EducationUK ile ilgili en güncel bilgileri takip etmeniz ve ödüllü yarışmalara katılmanız mümkün.

Bir bumads advertorial içeriğidir.

10 Eylül 2012 Pazartesi

geçen haftalı mim

"Hem soruyon hem de yazmıyon cadı, mal mısın nesin!" dediğinizi duyuyorum canlarım. Ama hele bi sorun ki nie?

Geçen hafta sütlaç efendiyi ameliyat ettirdik. Kısırlaştırdığımız zaman bunun testisleri henüz yeterince olgunlaşmamış ve bu nedenle de vücutta olması gereken yerde değilmiş, o nedenle ancak birini alabilmişler. Geri kalan diğeri nedeniyle, kedi tam anlamıyla kısırlaşmış olmuyor ve yine azgınlığa giriyor. Dahası, o tek kalan testis hayvancağızda kansere neden olabiliyormuş. Hal böyle olunca hemen olmasa da durumun el verdiği ilk fırsatta hallettik işte. Sütlaç'ın yarası, yalamış mı yemiş mi, iyi mi, ateşi var mı, Güllaç neden kızgın falan diyerek geçti Pazaresi ve Salı.

Çarşamba akşamı ise tee Bonn'dan arkadaşım Ruxy'nin gelişi vardı gündemde, Dublin'e gidip onu karşıladık. Perşembe akşamımızı da gasp etmeyi başardı bir şekilde Ruxy. Cuma akşamı ise çok gizli bir iş üstündeydim, ben diyim 3 güne, siz diyin 3 aya bitecek bir süpriz hazırlığındayım St.Ziza için, sabahlara kadar o alıkoydu beni.

Eh Cumartesi derseniz zaten twittercılarıma malum, burda halk günü vardı, canım çıktı resmen, öldüm öldüm! Pazar günü ise artık vazgeçtim "Homage to Catalonia"dan ve sevgili Paris_in_me'nin hediyesi Brida'ya başladım, ve elimden bırakamadım. Aslında sevdicek izin verse dün bitirmeye niyetliydim ama bugün biter sanırım, bilemedin yarın yani. Nedense kitabın sığ olduğunu düşünmüştüm tee ilk çıktığı zamanlar, çünkü Portobello Cadısı'nı yazdıktan sonra bi cadı hikayesini daha aynı ustalıkla ve kendini tekrar etmeden yazmasını beklemiyordum Paulo Coelho'dan, yanıldığımı anladım.

Şimdi ise yüzyıllardan sonra yeniden bir mim yazmak için karşınızdayım efem, paris_in_me mimlemiş beni.

Günün nasıl geçti?
Şimdilik saat daha 10:30 olduğu için günüm henüz geçmedi ama güzel bir haberle başladım güne, umarım devamı da böyle gider.

İsim vermeden bahset...
Valla bu kısmı pek anlamadım ama sanırım aklıma gelen kişiden bahsetmem gerek isim vermeden: Allah'ın belası şey, senin salaklıkların ve yüreğinin götürdüğü yere git felsefen yüzünden canım çıkıyor lan ne zaman uslanacaksın?

Neden hep cam kenarı?
Ben son yıllarda koridor seçmeye başladım hem uçakta hem otobüste. Çünkü uçakta tuvalete gitmek istediğin zaman birilerini uyandırman gerekmesi çok can sıkıcı olabiliyor. Gerçi bu sefer de hosteslerin kafana bişiyler dökmesi çok olası ama yine de daha rahat bence.
Otobüste ise yanına şişko şişko ve üstelik pis kokan teyzeler oturursa sıkışıp kalıyorsun camla teyze arasında. O yüzden sıkışmaktansa koridora sarkmayı tercih ediyorum. Gerçi o zaman da hostesler ezip geçiyo seni ama yine de daha az tehlikeli bence.

Bugün kendin için naptın?
Yağtığımız herşey zaten kendimiz için değil mi?

Twitter ana sayfanı aç gözüne ilk takılan;
"Elmaya gösterilen müsamaha neden tavuktan esirgeniyor? Sen tavuğu seviyorsun diye tavuk ölmek zorunda mı?" 
Komiksiniz lan, ne diyim.

Düşün ki o bunu okuyacak:

And I don't want the world to see me
'Cause I don't think that they'd understand
When everything's meant to be broken 
I just want you to know who I am


Kahkaha atmana sebep olan karikatür:
Kahkaha attıığım söylenemez ama pek gıdıklıyo bu beni 




Klavyeye bakmadan birşeyler yaz:
birşeyler

Bir cümle düşün sonra da kelimelerin yerlerini değiştirerek yaz:
Neden zıplıyor içimde filler yine

Ctrl + V yap:
Keep bicycle moving, because if you stop pedaling, you will fall off.

Kimi mimlesem?
Ben de sevdiceği mimliyim bari. Belki yazamama zinciri kırılır bu sayede. 

3 Eylül 2012 Pazartesi

Nereyi anlatayım?

Selam millet!

Sonunda az biraz iyi bir ruh hali ile buraya yazmak nasip oldu ya, içim nasıl ferah anlatamam. Yok hayat yine aynı, aynı cambazlıklara zorluyor bizi ama nasıl olduysa bugün eski gücüme doğru bir adım attım da ne zamandır yapmak istediğim şeylerden birinin üzerine bir çizik attım sonunda. 

Malumunuz Kore'deyken başlamıştım gezi günlüğü tutmaya. Eh Barselona'ya gidince de devam edilmesi üzerineydi planlar. Ne var ki elim gitmedi bi türlü yazmaya oralarda. Toplasam 25 sayfa, ilk 3 gün falan anca yazmıştım. Bugün oturdum ve kalan tüm günleri olabildiğince detayıyla yazdım. Toplam 48 sayfa oldu sonundaki ekstra bilgilerle, aradaki fotoğraflarla... 

Şimdi gelelim asıl meseleye: Ben ki tee bundan 2,75 sene önceki sanal İsrail günlüğünün son 3 gününü yazmayı bitirememiş, ve hatta Güney Afrika günlüğünü iyice yarıda bırakmış olduğumun bilinciyle Güney Kore günlüğüne başlamış ve ilk birkaç günden sonra yarım bırakmış pis bi cadıyım... Pek belli olmuyor burda biliyorum ama nefret ediyorum bişiyleri yarıda bırakmaktan. O nedenle zaten yenilere başlamamaya çalışışım. Güya kendimi zorluyorum mevcutları bitirmeye. 


Okumaya başladığı kitap kötü çıksa kendini okumaya zorlayanlara hitaben söylenmiş bir söz okumuştum bi keresinde, "Karpuz kelek çıkınca yemeye devam etmediğiniz gibi kitap da size kötü geldiyse kendinizi zorlamanızın ve vaktinizi boşa harcamanızın bir anlamı yoktur." anlamında. Bu söze kadar, yazılmış her kitap mutlaka okunmalıdır diye düşünürdüm ben. Bunu okuyunca bir aydınlanma yaşamıştım resmen. Eh bir ortaokul çocuğu için mümkün tabii =)


Sorum şu: Ben size ne yazayım? 
A) Önce Kore'yi mi yazayım?
B) Yoksa hazır hatıralar tazeyken Barselona mı anlatayım size, sonra dönüp Kore'yi anlatmaya devam etmek kaydıyla? 

Bi cevap verin bakiim; hazır havayı yakalamışken yazayım.

30 Ağustos 2012 Perşembe

Sorun şu:

İçimde öyle rezil bi his var ki herşeyimi altüst ediyor. Sanki hiçbir şeyi beceremeyecekmişim gibi geliyor. En basit kodu bile yazamam, en basit grafiği bile çizemem gibi geliyor. Neden böyle bir kitlenmeye girdim bilmiyorum. Şimdiye kadar yaptıklarım bu yapmam gerekenlerin yetmiş katı daha zor şeylerdi halbuki. İşin saçma yanı şu ki yapmam gerekeni biliyorum, nasıl yapacağımı da sakin sakin okursam çözerim, sorun falan yok yani ortada. Ama ekranın karşısına geçtiğimde, çıktıları elime aldığımda, kodlara baktığımda olan oluyor işte. Aklım zihnim kaçıp gidiyor ve ben eblek bişiye dönüşüyorum bi anda. Lan tek yapmam gereken okumak! Okusam gerisi gelecek. Ama ben bu sıralar kitap bile okuyamıyorum. Ve sanırım bu yüzden de blog falan yazamıyorum. Hatta işin daha da üzücü yanı, Kore'de yaptığım gibi bir İspanya defteri bile yapamadım doğru düzgün, tatili bile yazamadım yaa... Hala bekliyor ve gün geçtikçe ayrıntıları unutuyorum doğal olarak. 


Biri bana bir konsantrasyon ve cesaret hapı falan verse de özüme dönüp işlerimi yapsam, hobilerime falan dönsem yeniden nekka güzel olacak. Of!

Umarım bugün de hiçbirşey yapmadan "harcadığım" bir gün olmaz. =(

24 Ağustos 2012 Cuma

sahipsiz kalmış bu blog


Bu bloğun sahipsiz olmadığına, sahibinin kepenkleri kapatıp gitmediğine kim inanır? Ben inanmazdım mesela. 

Bi ara yine yazma meselesinde pek zorlanıyordum da en azından "dots of the night" yazıyordum. O zamanlar geceleri yatmadan yazıyordum ama şimdi belki sabahları böyle bişiy yaparak başlayabilirim güne. 

Ölmedim hala hayattayım diye ses vereyim dedim aslında hepsi bu. 

Bu arada bir Barselona macerası çıkardım aradan. Bir de Murtaza ile soğuk savaş yaşadık ama bitti sanırım emin değilim. Biraz iş çıkarabilirsem kesin bitecek de çalışamıyorum, konsantre olamıyorum bu sıralar bi türlü. O kadar ki tee bi zamanlar Barselona'ya gitmeden önce okurum diye aldığım "Homage to Catalonia"dan bile 10 sayfa mı ne anca okuyabilmiş durumdayım. Pofff!

12 Temmuz 2012 Perşembe

çok


Ne oldu desen elle tutamam ama çok oldu desem yalan olmaz mesela. Ne kötü di mi? Hayat çok zalim. Hem de çok! Hayır, ben değilim zalim olan. Hayat bana da zalim. Hem de belki de herkese olduğundan daha zalim bana.

Zordur taş olmak... Kaskatı bekleyip de hiç ses etmeden, orta yerinden çatlamak ve parça parça yok olmak en sonunda.
Ve zordur zakkum olmak... güzelliğinle büyüleyipö zehrinle öldürmek; içten içe burkularak kıvranmak, zor...

11 Temmuz 2012 Çarşamba

far far away

Kore'yi anlatıyordum size di mi? Üstüne başka koşturmacalar geldi. Almanya'dan arkadaşım geldi Romanya'lı. CouchSurfıng'e bir teyze geldi İrlanda'dan kızı akıl hastanesinde kendisi bakıyor torununa. Camdan nazar boncuğu yaptım kendime. eski CSer bir arkadaşımız geldi Letonya'dan ki biz onu Litvanya'lı sanıyorduk. Piyano çalmaya başladım yeniden. Derken iyice daraıldı içim ve dedem de gitti bu diyardan. Onu uğurlamaya gittim ben de Türkiye'ye, 3 günlüğüne.
Geldik geri, ama
daralıyor içim
geçmiyor bu
kalp çarpıntısı
iç daralması
can sıkıntısı

ben bilyorum kendimi, iyiye gitmiyor içim

ben gitmek istiyorum kimsesiz bir ormana
yalnız başıma oturup yağmur altında sırısıklam olmaya
kedilerimden bile uzağa



15 Haziran 2012 Cuma

Pikniği Hak Ettik

Bütün hafta boyunca yeterince yoruluyoruz. Hafta sonuyla beraber arkadaşlarla pikniğe gitmenin tam zamanı. Yaz sıcakları bastırmadan gitmek lazım pikniğe.

Bir de pikniğe giderken iskambil kağıdını unutmamak lazım. Güzel bir piknik alanı, arkadaşlarımla beraber güneşli bir hafta sonu. Daha ne isterim?



 Hayallerimi süsleyen piknik tam da böyle. Bir de mercimek köftesinin benim için anlamı başkadır. #piknikteiyigider!

Bir bumads advertorial içeriğidir.

10 Haziran 2012 Pazar

Witchie ne okuyor?

On Bir Dakika biter bitmez yeni bir kitaba başladım. Öyle "biter bitmez" ki, ilk yarım saat içinde falan. Nedenini bilmiyorum. Yeterince doyurmadı beni On Bir Dakika. Belki de en sevdiğim arkadaşlarımın fazla övmüş olması nedeniyle beklentilerim yükseldi, belki de yazarı nedeniyle bir beklentim vardı. Nedeni her ne ise arkadaşlarıma uyup da "mutlaka okuyun" diyemem. Ama daha önce bu türde bir kitap okumamışsanız ilginizi çekebilir tabii ki. Bu türde derken, kitap hayat kadınlarına farklı bir yaklaşım içeriyor, onları daha iyi anlamanızı veya daha önce pek de aklınıza gelmemiş bir şekilde algılamanızı hedefliyor.

Şimdi elimde Yiğit Okur'un Tır Kamyonları var. En son ne zaman bir öykü kitabı okumuştum hatırlamıyorum bile. Hızlı okunması bakımından çok hoşuma gitti. Hele ki benim gibi konsantrasyon güçlüğü çeken birisini nasıl mutlu etti anlatamam. Sırada Orwel'in "Katalonya'ya Selam"ı var ama sanırım ona başlamak için Temmuz'u bekleyeceğim. 

Sizce Tır Kamyonları'ndan sonra, yani büyük ihtimalle yarın, ne okuyayım dersiniz? Bakın ihtimaller şunlar:

A) İskender - Elif Şafak
B) Karanlık Bir Gecede - Peter Handke
C) Tohum Ölmezse - Andre Gide

yorumlarınızı bekliyorum şekerler.

9 Haziran 2012 Cumartesi

Kore'de ilk gun

02.04.2012

Seoul'dayız!


Dün gece metro ile yolumuzu kaybetmeden Kevin'in evini bulduk ama saat 23'ü geçmişti. Kevin'i uyandırmasak mı yoksa inatla kapıyı çalsak mı diye epeyce düşündükten sonra zile bir kere bastık, bekledik, sonra da içeri girdik. Bir girdik ki ev boş! Meğer Kevin evi bize bırakıp kız arkadaşına gitmiş!
Resmen "trust to humanity reloaded!" şoku yaşadık! CouchSurfıng süper bişiy ya!



Ev demeye de bin şahit gerek, tek bir oda! Benim yurt odam bile bundan büyüktü (tabii bunu sevdiceğe sorarsanız benim yurtodan kibritkutusundan hallice ama neyyyse). Güzel bir duş aldım ki en son Armagh'ta alabilmiştim, çok mutlu oldum. Gidilecek yer planı falan derken yatmaya karar verdiğimizde saat 3'ü geçiyordu, uyuduğumuzda 4'e geliyordu. Sabah alarmı 8:30'a kurduk, sonra ben 9:30'da uyandım ama vakit ne zaman 13 oldu bilmiyorum, uyuya kalmışız! Gitti günün yarısı! 


Apar topar hazırlandık ve Namdaemun Market'e gittik. Youtube'da videosunu gördüğümüz honeystring'ci çocuk yoktu ama taklidi vardı =)

Videonun orjinali:




Yol boyu sokak yemeklerini de denedik tabii. 




rice cake: pirinç kekiiçi fasülyeli tatlıiçi fasülyeli tatlı


Şimdi saat 16:40, Shinsegae alışveriş merkezinde kahve molası verdik çünkü benim başım ağrıyor hafiften. Kahvecimiz de Starbucks =) Sırada Myeongdong China Town ve pulcular var. Bakalım bulabilecek miyiz?
Kore notları yazarken...

...

Myeongdong'un dışından ziyade içinde, alt geçitteki kapalı çarşıda vakit geçirdik. Bilyon tane pul, pul defteri ve cımbızı aldık. Pulcu amcalardan biri Türkiye'den olduğumuzu öğrenince bizi o kadar sevdi ki birkaç pul hediye etti, hatta biz dükkanından çıktıktan sonra da peşimizden koşup "Mister Turkey, mister Turkey" diye çağırıp biraz daha pul verdi. Hepsi de Türkiye'den olduğumuz için! İlk defa Türklerin sevildiği bir ülkedeyiz! 

pulculardan birinde

Şimdi Dongdaemun civarında bir lokantadayız. Yemekler masamızda pişiyor. Garson çok sevimli.  
20:30

masada pişen yemeklersevimli garson

Kore'e ye gidiyoruz!

Her ne kadar benim Kore biletim bedavaya gelmiş olsa da tabii ki sevdiceksiz gidecek değildim. Ama onunla aynı uçakta uçmayı ummak da biraz gerçek dışı bir hayal olacaktı tahmin edebileceğiniz gibi. Sonunda onun biletini de hallettik bir şekilde, Kore'de ve Japonya'da (bir geceliğine de feribotla Japonya'ya geçmeyi planladık) kalacak yerleri CouchSurfing'den (kısaca anlatmak gerekirse tanımadığın insanların kanepelerinde kalıyorsun, sadece insanlık namına) ayarladık, gezeceğimiz yerlerin planını yaptık ve baş başa bu ilk keyif amaçlı gezimizin adını "gecikmiş balayı" koyduk. Hem sevdicekle başbaşa ol, hem işle ilgili hiçbir zorunluluk olmasın, hem de kredi kartları olabildiğince temiz bir şekilde kırtasiye cennetine git. E ben buna balayı demiyim de ne diyim?


Kore yolculuğum boyunca gün be gün blog yazmayı ne kadar istesem de bunu gerçekleştiremeyeceğimi, oradaki kısıtlı vaktimi bilgisayar başında geçirmekten hoşlanmayacağımı biliyordum. O nedenle bu defa kendime bir gezi defteri yaptım. Sonradan anladım ki çok yerinde bir karar olmuş. Defteri yazacak hiç vaktim olmadıysa iki arada bir derede alışveriş merkezinde tuvalete girdiğimde yazdım. Evet sevgilim yaptım bunu =) 
Yolculuk öncesinde görmek istediğim yerleri, nasıl gidileceğini, kalacağımız evlerin adreslerini ve iki haftalık planımızı basitçe görebileceğim bir takvimi de bu deftere not etmiştim zaten. Şimdi okuyacaklarınız da işte bu defterde yazanlar. Tabii ki arada eksikler olduğunu fark edersem, işinize yarayacağını düşündüğüm bilgileri de eklemeye çalışacağım. Ama metinlerin akışını bozmamak adına bunu sona da bırakabilirim, henüz emin değilim.  Defterin bir güzel yanı da her gittiğim yerde toparladığım hatıra niteliğindeki şeyleri derli toplu tutması oldu. Mesela Korece yazılmış bir lokanta menüsünü bu deftere iliştirmesem yıllar sonra kim bilir nerden çıkacak ve belki de atılacaktı. Örneğin fotoğrafta gördüğünüz biletler ve kağıt kahve bardağı =)


İşte defterin ilk günü... Araya Twitter notlarımı da sıkıştırdım. Bence fena olmadı. Siz ne dersiniz?


01.04.2012
1 haftalık Manchester-NAM2012 koşturmacasının ardından Birmingham'a geçtik 1 geceliğine. Valizleri yeniden düzenledik, azıcık dinlendik. Sevdiceğin Seoul uçağı Amsterdam aktarmalı, neyse ki transit vize gerektirmiyor. Uçağı tam vaktinde kalktı, GMT 01:40. Benim 16:05 uçağım ise 2 saat rötarlı, İstanbul'a geldi. Rötar sıkıntı olmadı, bu arada Dicıl ile gezindik, birer kadeh bişiyler içtik. Ben winter berries cider, Dicıl da Smirnoff ice fanatiği =) 

Duty free'de parfümlere bakınırken ben bir kez daha aşık oldum Miracle'a. Bu kadar pahallı (£42) olmasaydı keşke.
Birmingham-İstanbul uçuşu sırasında önceden telefonuma indirmiş olduğum Seoul uygulamalarına baktım. Seoul'da yapacak zilyon tane şey var. Umarım vakit yeter.

16:05 uçağı 2 saat rötar yapınca İstanbul-Seoul uçağı öncesi lounge'da geçirecek vaktimin kalmadığına üzülmüştüm. Derken TSİ 00:45 uçağı da 1,5 saat rötar yapınca koşa koşa lounge'a gittim tabii ki. Ama öncesinde evinde kalacağımız CouchSurferlara lokum ve nazar boncuğu magneti aldım. Onur ve kendime de Türkiye t-shitleri. Hem Korelilerin hem de Japonların Türk dostlukları düşünülürse o t-shirtleri giymek işimize yarayabilir bence =)

Loungeda önce buzlu bir Bailey's içtim.
Niyetim sadece orda oturup dinlenmekti ama zaten Manchester'da yalan olmuş olan diyeti daha fazla sürdüremedim o güzelim kurabiyeleri ve çayı görünce.

Yine de çok yemedim. Biraz peynir, bir tuzlu iki tatlı kurabiye ve iki bardak çay. Sonra zaten uçuş kapısına gitme vakti gelmişti. Ne var ki kapıda da 1 saate yakın bekledik öyle boş boş.



Şimdi uçaktayım. İnişe 1 saatten az kalmış olsa gerek. Uçaktakilerin %90'ı Koreli ve çoğu da İngilizce anlamıyor. Bakalım Kore'de nasıl olacak.

...

Sevdicekle buluştuk! Bana Hollanda'dan lale kalem almış! Turkcell burda çalışıyor! Numaranın başına *110* sonuna da # koymak gerek. Havaalanında wireless ücretsiz!