14 Temmuz 2009 Salı

istanbul'u öğreniyorum gözlerim kapalı

Rize'den çıkıp da İstanbul'a vardığımızda saat sabahın 8'iydi. İlk iş gidip kendimize paso çıkartmak olacaktı ama sevdicek yanında fotoğraf taşımadığı için sadece bana çıkartabildik. En sevmediğim şehire ait pasom bile var. Sevdicekten daha fazla İstanbulluyum artık :)

İstanbul'u öğreniyorum gözlerim kapalı seanslarında ÇAPA'yı öğrendim. Bir de Tünel'in aslında dünyanın ilk metrosu olduğunu. İlk günü kendimize ayıralım diyip gezmeye karar verdik yorgunluğumuzu unutup. Yerebatan sarnıcına girecekken vaz geçtik ama sonra yolumuz Topkapı'ya düştü. Ne zamandır aklımızda olan müzekartlarımızı aldık sonunda. Eskiden müzeler öğrencilere ücretsizdi ama artık değil. Müzesine göre değiştiğini tahmin etsem de sanırım 10 TL ödemek gerekiyor her seferinde. Ama müzekartınız varsa bir defasında 10 TL ödeyip bir yıl boyunca sınır defa gezebiliyorsunuz müzeleri. Birkaç istisnai müze var ama o kadar da olsun artık. Topkapı'ya girdiğimizde terden ve yağmurdan sırılsıklam olmuştuk ama pes etmedik. Müzeyi gezerken kullanılan sesli sistemlerden de birer tane alıp başladık tarih sayfalarının arasında adımlar atmaya. Sesli sistemler üzerinde nasıl kazıklandığımızı ve yaptığımız salaklığı anlatmayı isterdim ama sanırım bunu anlatmayı sevdicek tercih edecektir, o yüzden ben sadece diyorum ki: depozito nedir, kira nedir dikkat etmek lazım; karşınızdakinin kullandığı kelimelerin anlamlarını bilmeme durumunu da göze alıp ona göre davranmak lazım. Topkapı sarayında en çok ilgimizi çeken şey tabii ki kaşıkçı elmasıydı. Her ne kadar sergiledikleri bir imitasyon olsa da yine de heycanlanmamak mümkün değil. Değerli taşlarla kaplı tahtların görkemi bir yana, onca şeyin el emeği göz nuru olduğunu bilmek tüyler ürpertici gerçekten. Ha bir de peygamberimizin saçı sakalı vb. sergileniyordu mini minnacık kutular içinde ama bunun felsefesini anladığımı söyleyemeyeceğim.

Topkapı'dan sonra yolumuz Gülhane Parkı'ndan geçti. "Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda, Ne sen bunun farkındasın ne de polis farkında" diye mırıldanarak gezindik biraz, oturduk çimler üzerinde, sonra da Taksim'in yolunu tuttuk. Biraz alışveriş biraz yemek derken vakit epeyce geç oldu; neşeli bir eve doğru çevirdik yönümüzü. Projeksiyonla duvara yansıtılan filmler izleyeceğimiz bir film gecesi olacağına dair duyumlar almıştık ama eve vardığımızda vakit o kadar geçti ki filmler izlenmiş, misafirler gitmiş, evsahibi de yorulmuştu artık. Yine de neşeli kurabiyeler yememize engel değildi bu durum :) çok geçmeden uykuya daldık zaten.

Ertesi gün kalktığımızda herkes bir yerlere dağılmıştı çoktan. Hızlı bir kahvaltının ardından biz de Kültür Üniversitesi'ne doğru yola koyulduk..İKÜ'deki çalıştay, sonrasında gittiğimiz Kilyos tesisleri ve dahasını ilk fırsatta yazıcam ama şimdi yeniden yola çıkmak üzere son hazırlıkları yapmam gerek :) Bu seferki rotamız Ankara üzerinden Antalya-12. Gökyüzü Gözlem Şenliği!

2 yorum:

  1. siz istanbula kadar gelin, bana hiç haber bile etmeyin. yazdım bunu bir kenara cadı :(

    YanıtlaSil
  2. Heheee! Şimdi düştün tuzağa 91, "biz geldik" diye baskın yapsak şikayet etmeye hakkın olabilirdi ama şu andan itibaren bu hakkını kaybetmiş durumdasın. Ağustos sonu ve Eylül başında 2 hatfa boyuna İstanbul'dayız; gardını ona göre al: bu yazdıklarından sonra her an pencerenin önünden süpürgesiyle uçan bir cadı-OnurcUK ikilisi görmeye hazırlıklı ol! :)

    YanıtlaSil

İki kelam etmeden gittiğinde üzülüyorum ben.