Gözlemevindeki ilk günüm epeyce yoğun geçti çünkü önemli misafirler gelmiş gözlemevine. Öğle yemeğine hemen aşağıdaki Fransız lokantasına gidiyor topluca, Simon benim yanıma oturuyor, benim yemeğim gelmeden yemeğine başlamıyor.. Benzer durum daha önceki yıllarda bir profesörün evinde yemekteyken olmuştu, karşıma Effelsberg gözlemevinin müdürü koskoca profesör oturuyor ve sadece ben şarabımı yudumladıkça içkisini içiyor... Beyefendilerle karşılaşınca şaşırmamam gerektiğini o gün öğrenmiştim güya ama üzerinden o kadar vakit geçince yine şaşırdım tabii.
Sonra odamı ve masamı gösterdiler bana. Malumunuz şu yazıda paylaşmıştım yaşadığım şaşkınlığı. Odam kütüphane binasında. Bir Hintli bir Alman vatandaşla paylaşıyorum odamı. Hintli kız, adı Naz olsun mesela, çok sevimli bişiy, danışmanlarımız da aynı zaten, en iyi arkadaşım o olacak gibime geliyor. Alman bebe de, adı Runner olsun, gayet iyi niyetli, ve belli ki işinde de başarılı. Doktorasını bu yıl bitirmiş, birkaç gün içinde savunmasını yapacak ve mezun olacak, Güney Kore'ye post-doc. yapmaya gidecek. Odamızda bir yeni bilgisayar daha var, onun sahibi henüz ortalarda yok ama kütüphanedeki diğer odada çalışan MK'nın (ki bu da Hintli bir kız ama hiç sevimli değil, aksine böyle şeytani halleri var ki çok feci, MK=Mal Karı) bir kongreden tanıştığı arkadaşıymış, hatta Runner da tanıyormuş bu elemanı. Adı, daha sonra anlatacağım nedenlerle Yutak olsun bu arkadaşın. Yutak da gelince 4 kişi olacağız odada gerçi şimdiden ikidebirde odaya girip yan masamdaki yazıcıdan çıktı alan ve her geldiklerinde dakikalarca konuşan MK ve Ebil var...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
İki kelam etmeden gittiğinde üzülüyorum ben.