7 Kasım 2014 Cuma
Refah
5 Kasım 2014 Çarşamba
Aklımdakiler
21 Ağustos 2014 Perşembe
ne var ne yok
Haftaya perşembe, Dublin'den İstanbul'a, gidiyorum. 1 gece Zerrincimle geçirip, cuma günü Ulan Bator'a doğru yola koyuluyorum. Herşey yolunda giderse 30 Ağustos sabah 11 civarı varacağım Moğolistan'a. +8 saat diliminde bulunan Moğolistan, Türkiye'den vize istemiyor neyse ki. Ama aksilikler biter mi? Bu sabah bir mail aldım yer ayırttığım otelden, 2-7 Eylül arası otelimiz kullanıma kapalı olacaktır, başınızın çaresine bakın diye. Kabus gibi! Civarda, hatta toplantı yerine daha yakında, başka bir otel ayarladım; 100$ daha pahallı, ve ne yazık ki booking.com'da birkaç negatif yorum mevcut. Artısı, kaldığım süre boyunca ücretsiz bisiklet vereceklerini iddia ediyorlar, ve bir de konumu. Eksisi, havaalanından alacaklar mı emin değilim, daha pahallı, ve tedirginim.
F ile 2 gün Londra - 2
Cumartesi günü "continental" kahvaltı ile başladık güne. Ben sevmedim doğrusu ne kahvaltıyı ne de görevlileri ama F. gayet memnun kaldı.
Yine yürüyerek Kensington Park'a doğru yola koyulduk. Bu defa bisikletlere atladık ve öylece gezdik parkı. Haftasonları, aslında tüm 'public holiday'lerde Barclay's ın sponsorluğunda tüm şehre dağılmış olan bisiklet kiralama servisi ücretsizmiş ilk yarım saatte. Eh zaten biz de anca o kadar gezindik. Bisikletlerden inince parkın köşesindeki minik bir cafede çay içtik, ve istikamet Hyde Park. Tam Buckingham Sarayı'nın önüne geldiğimizde farkettim ki 2010 yılında yüksek lisanstan mezun olduğumda teyzemin hediye ettiği, ve o zamandan beri hiç çıkarmadığım kolyem yok boynumda! Çok üzüldüm, aradım taradım ama yok. Otelde bulacağım umuduyla devam ettim güne...
Devlet tiyatrolarının bir gişesiyle karşılaştık James Park'a varmadan. Akşam 8'de Covent Garden civarında sahnelenen "The Woman in Black" oyununa bilet aldık iki kişilik. Suzan Miller'in bir romanından sahneye aktarılmış, gerilim ve korku dolu bir tiyatro!
James Park'tan geçip atlı süvarilerin alanına vardık. Alan, bir gösteri nedeniyle kapalıydı ama en azından Whitehall'a çıkıştı bir atlı ile fotoğraf çekilebildik. Bir sonraki durağımız Elizabeth Tower, nam-ı diğer Big Ben olacaktı ama ancak önceden rezervasyon ile girilebiliyormuş içine. Zaten tüm yapmak istediklerimizi tek güne sığdıramayacağımızın farkında olduğumuzdan, çok da üzülmedik doğrusu. Westminster'e vardığımızda hedefimiz nehir turu yapmaktı. Bu noktada biraz dikkatli olmak gerekiyor: aslında 4 tane gişe olmasına ve farklı firmalar benzer ve belki de aynı hizmeti sunmasına rağmen, herkes tek bir gişenin önünde kuyruk olmuş durumda. Bunun tek nedeni ise sürü psikolojisi. Kimse sağına soluna bakmıyor ve doğrudan önündeki sıraya ekleniyor. Tabii ki biz öyle yapmadık ve yan gişeden güzelce aldık biletimizi, Thames Nehrin'de hoş bir gezinti yaptık. Londra'nın gece turunda da, nehir gezisinde de yanınıza almanızı önereceğim şey, rüzgar/su geçirmez yağmurluklarınız ve bir de kaşkol, boynunuzu kapatmanız için. Böylesi güzel bir gezintinin üstüne eminim ki kimse bademciklerini üşütmek istemez.
Hızlı adımlarla vardık Fortune Theatre'a, üst locada aldık yerimizi. Ver gerçekten de korkuttu bizi yıllardır bu sahnede oynanan bu klasik oyun. Şimdi bir an önce kitabı da alıp okumak gerek!
Tiyatro çıkışı Covent Garden'dan geçip şehir merkezine yürüdük. Bu sırada bir çok hediyelik eşyacıya da uğradık tabii. Günün başında 4 tanesi £10 olan magnetleri günün sonunda 8'i 10'a bulunca biraz hayıflanmadık değil ama insan bilemiyor ki fiyatlar ne kadar düşecek...
Yol üstünde bir de M&M dükkanı bulduk ki, dükkandan öte bir müze resmen! Çeşit çeşit peluşlar, tshirt ve kupaların yanı sıra hediyelikler ve kocaman kocaman heykeller! Kendimi kaybetmedim desem yalan olur.
Saat 11'i az geçmişti ki artık eve dönelim dedik. Burnumuzun dibinde metro durağı görünce de pek sevindik haliyle. Picadilly Circus'tan girdik içeri. F. önümden geçti kendi Oyset kartıyla, ben kendiminkini cüzdandan çıkarayım derken omuzuma asılı çantanın derinliklerinde cüzdanımı aramaya, içinden de kendi kartımı bulmaya koyuldum. Günün öncesinde TK Maxx'ten almış olduğum eşşek kadar çanta ile turnikelerden geçmek biraz sancılı olsa da, son bir defa daha başardım, ve F.'i gideceğimiz yöndeki kayan merdivenlere doğru ilerlemesi için uyardım. Kayanmerdivenlere geçtik, 2-3 basamak anca indik, kafamı kaldırıp etrafa bakayım dedim ki.... F.'in sırt çantası sonuna kadar açık! Cüzdanını ayrıca bir çanta içinde taşıyordu ve o çanta da ortalarda yoktu! Panik, telaş, acele, hayıflanma, polis, tutanak, banka telefonları, kredi kartı iptalleri, acaba çantada başka neler vardı'lar... Londra'daki ikinci ve son günümüzün hüsran üstüne hüsranla sonuçlanmasıyla, otele vardık. Tabii ki kolyemi de bulamadık.
F ile 2 gün Londra - 1
28 Temmuz 2014 Pazartesi
Bayram
Şanslı sayılır mıyım bilmem. Kıymet bilen bir insan olunca, kaybetme korkusu çok oluyor. Ve ne yazık ki insanoğlu fani, er ya da geç birileri kayboluyor... Kayıp değil aslında, toprağa, ota, ağaca ve buluta karışıp yine bizimle oluyor göçüp gidenler ama biz ellerini öpüp bayramlarını kutlayamıyoruz ya, o koyuyor insana...
Hepinize mutlu, huzurlu, sevdiklerinizle birlikte, bol harçlıklı, bol baklavalı bayramlar...
1 Temmuz 2014 Salı
İnsanlar...
Pegasus, çocukların hayallerindeki tatili Dünyanın En Güzel Hediyesi’ne dönüştürüyor.
23 Haziran 2014 Pazartesi
Şimdilik böyle
Çocukken, "deli" tanımlaması yapılarak tımarhaneye konulan ve ilaçlarla etkisizleştirilen insanların "asıl akıllı" insanlar olduklarından, ve onlar ayılıp da "gerçekleri" görüp de diğerlerini de ellerinden geldiğince uyarmaya çalıştıklarında, üstün akıllı bir sınıf olan "doktor"ların, bu "deliler"in herkese gerçeği yayacağından korktukları için, "deliler"i kapattıklarından şüphelenirdim. Sanırım bu yüzden "The Island" filmi pek etkiler beni. İzlemedinizse izleyin. Cümle çok uzun mu olmuş? Bölerek okuyun, belki o zaman anlarsınız. Hayır, hiçbir anlatım bozukluğu yok!
Sinirlerim tepemde, evet! Bir süredir böyle. Ve ben yine her zamanki gibi her ne hikmetse, yazdıkça rahatladığımı unutmuşum. Yalnız kalamamak, unutturuyor insana kendisini. Fazla yalnız kalınca da ayrı bir dert. Ben yine çocukken, "sevgilim olunca ayrı evlerimiz olacak" derdim, valla akıllı kızmışım ha! Şimdiyse "ama aynı şeyi o söylese ben ne kadar kırılırım" diye düşünüyorum. Tabii bir de hormonlar falan devreye girince, "beni seviyo mu?" "demin seviyodu ama hala seviyo mu?" "şimdi de seviyo mu?" durumu var ki... of!
2 yılı geçti belim ağrıyor. MS de değil, bel fıtığı da. Yapmadıkları test kalmadı. Üstüne bir de kuyruk sokumu kemiği çatlaması olduğundan şüphelendiğim yeni bir rezillik eklendi. Tam öğrendim bisiklete binmeyi, gözlemevi-ev arasından başka bir mesafeye gidebilir oldum, bisiklete binmem yasak hale geldi sağlık sorunları nedeniyle. Ulan İrlanda'dayız ama ne arabamız var, ne bisiklete binebiliyoruz, ne de paramız var etrafı gezebilecek. Gel de küfretme şimdi!
Hadi gezme, otur oturduğun yerde de işine bak, doktor ol; olur da birinin yıldızı hastalanırsa onu tedavi edersin diycem kendime, diyemiyorum! Neden? Eh kuyruk sokumu kemiğim oturmama izin vermiyor da ondan! Oturamıyorum!
Oturamıyorum! Yürüyemiyorum! Bisiklete binemiyorum! Camış gibi yatarak da astrofizik doktorası vermiyorlar canım burada. Murtaza "yattığın yerden okursun" diyerek 15cm kalınlığında makaleler öbeği verdi bana. "Ulan hıyar, canım acıyo be ne makalesi!" diyemiyorsun tabii. Neden diyemiyorsam.
Ha bu arada, ben depresyonda falan değilim diyordum da bipolar çıktım, siklotermia imiş benimkinin adı, söylemiş miydim? Heh, işte durum böyle olunca anti-depresenlar durumu daha da kötüye götürür diye ilacı kesti doktor. E zaten işe yaramıyordu sıkıntı yok. Ama onun yerine vermesi gereken ilacı vermedi, bunu napıcaz? Aklınızdan geçenleri biliyorum, deli etmeyin beni! "En doğurgan zamanındasın, hamile kalırsan cenin için zararlı bu ilaç" diyerek vermedi kadın, gerek olmadığından değil. Ayrıca manyak mıyım ben ki ilaç içmek isteyeyim gerek olmasa? Çocuk falan doğurmayacağım dedimse de dinlemedi kadın. Kendimi kesersem eğer bir gün zıvanadan çıkıp, o zaman dava açarız artık kendisine, naapalım! Tahammül etmek kolay değil bu hayata. O kadar ki, bunu söylemek bile sakıncalı. "Ama neden öyle diyorsun tatlııııım" "sus allahaşkına" lar gelir hemen. Kolay mı lan hayat? Bunca bokluk içinde çok mu keyif alıyosunuz siz? alıyorsanız eğer, maşallah size, aman yaklaşmayın da bulaşmasın bendeki boklar size de. Keza hiç de "oh ya hayat ne güzel" değil hayat. Katlanmaya çalışıyoruz işte. elimden geldiğince aranızda kalmaya çalışıyorum. Ama bunu da söylemesem daha iyi olacak di mi? Sonra da birileri kendisini köprüden falan atınca arkasından "ay çok hayat doluydu, hiç böyle birşey yapacak birine benzemiyordu" dersiniz güzel güzel, olur biter di mi? Yok canım, öyle değil işte. Benim köprüden atmaya falan niyetim yok ama işte arada kısa devre olunca olanlar oluyor, napalım? İsteyerek değil yani, en azından benim için değil.
Fazla karışık oldu bu yazı. Yani okuyunca öyle gelecektir muhtemelen, yazarken bana çok normal geldi, hatta sakin bile, sürekli kafamın içinde olup bitenlere kıyasla.
Her şey aslında Ece'nin Makbule denilen hatunla röportajını izlememle başladı. Ne uyuz oldum o Makbule'ye ha! Ah onun yerinde ben olsam noolurdu sanki! Ne pis kıskandım var ya! Neyse o röportaja bilahare yazı yazıyım ben artık.
Şimdilik böyle. Uslu bir kız olup da daha okunası şeyler yazarım ben yine ama şimdilik böyle işte.
11 Mayıs 2014 Pazar
Birleştirmece / Flip card installment
Bu defa anlatacak fazla birşeyim yok ne yazık ki.
Keyifle izlemeniz dileğiyle...
--------
Hello crafty friends!
I don't have much to say this time.
I hope you'll enjoy!
7 Mayıs 2014 Çarşamba
Bir sabah
4 Mayıs 2014 Pazar
vidyo müzüüü
15 Nisan 2014 Salı
Stamping techniques-2 / Damga-boyama teknikleri-2
Some of the items I mention in the video:
Sizzix HeroArts - Fern And Hummingbird: http://shop.heroarts.com/p/fern-and-hummingbird
If you want to buy anything from Stampin' Up, such as Stamp-a-ma-jig, Stampin' Up markers or even Sizzix Big Shot; here is a link to my online shop: http://tugca.stampinup.net
Thanks for watching!
==============================================================
Videonun ikinci kısmı huzurlarınızda efenim.
Bu videoda alkol bazlı kalemlerle minik bir kuş renklendiriyorum. Stamp-a-majic kullanımı ve damgayla eş kesme kalıplarına dair birkaç ipucu da var.
Videoda bahsi geçen bazı ürünler:
Sizzix HeroArts - Fern And Hummingbird: http://shop.heroarts.com/p/fern-and-hummingbird
Türkiye'de bulamayan arkadaşlar benimle irtibata geçerlerse yardımcı olabilirim.
Sorularınız varsa lütfen çekinmeyin.
7 Nisan 2014 Pazartesi
Stamping techniques-1 / Damga-boyama teknikleri-1
Here I have my very first video of stamping techniques. If you have any questions please please please feel free to ask or comment.
Cheers!
Selam millet!
Huzurlarınıza ilk videomla çıkıyorum. Herhangi bir sorunuz veya öneriniz olursa lüüüütfen yazın, olur mu?
Öpücükler!
1 Nisan 2014 Salı
Ne değişti
İkinci seçimlerde işler çığrından çıktı. "Yok artık ya daha neler!" dedik, seçimlerdeki katakulliler dillere destan oldu.
Üçüncü seçim zamanı ben artık çoktan yitirmiştim inancımı ama yine de "oyları bölen hain" olmamak adına, sürüye uydum... Bu defa olanlar ise, insana aklını kaçırtacak derecedeydi. Densizlik alıp başını gitmiş, hırsızlık her gün her yerde karşımıza sırıtarak bakan insanlarda vücut bulmuştu.
Ama ne olduysa oldu ve birdenbire herkes bu oyuncak seçim sonuçlarına inanıp "yüzde elli" meselesini ciddiye aldı, "iki kişiden biri" "onlara" "oy vermiş" oldu. Bunun neresinden tutsam elimde kalıyor!
"İki kişiden biri": oylar adam gibi sayılmadı diyoruz, e o zaman bu sayılara neden/nasıl inanıyorsun?
"onlara": AKP'ye falan değil, biz ve onlar! Bölündük ey halkım! Uyan artık!
"oy vermiş": oy vermiş değil, oyları çalınmış, saklanmış, yırtılmış, yakılmış!
Peki ne oldu da biz bu cümleye inanır olduk? Ne oldu da unuttuk seçimlerin bir piyesten ibaret olduğunu? İşte ben burayı kaçırdım... Bilmiyorum...
29 Mart seçimleri
Kozumuzu sandıkta paylaşalım dediklerinde, "yahu milyarları çalmışsın biz sana nasıl güvenelim" denildi ama uygulamada "o zaman gerçekten bağımsız, halktan bir kurul kurulsun" veya ben ne biliyim işte bi başka çözüm, önerilmedi. Sorunların farkında olmak iyi de, çözüm önermedikten sonra bu, halkı mevcut iktidar sahibi zalimlerin eline terk etmekten başka bir şey değil ki! Keza öyle de oldu...Tek bir farkla! 1980 kuşağı, artık evden çıkmak için anne-babasının iznini alacak yaşı geçmişti ve "dur bakalım" dedi! O apolitikleştirme projesinin başarılı ürünleri gibi görünen kuşak, oy sandıklarının başında durdu, daha seçim başlamadan sandıklara atılan, çuvallarla kenarda bekleyen sahte oyları buldu, oylar sayılırken ve yazılırken fotoğrafladı, oylar beklerken başına nöbet tuttu, oylar sevk edilirken arabayı takip etti, oylar sisteme girilirken yapılan "hata"ları düzeltti!
Bu kuşak, artık sorunları gösterenlerden değil, çare bulanlardan! "Ya bir yol aç, ya da yoldan çekil" desturundan hareket eden bu kuşak bana en azından yaşıtlarımın ve kardeşlerimin kayda değer insanlar olduklarını gösterdi.
"Yurtdışına yerleşirsin artık" diyenlere, "benim vatan borcumdur öğrendiklerimi gelecek nesillere aktarmak"dediğimde, artık "bu ülkeye, bu insanlara mı?" diye soramayacaklar! İyi ki ümidimi ve inancımı yitirmemişim ülkeme. İyi ki sahtekarların bu vatanı ele geçirdikierine ve çoğunluk olduklarına inanmamışım. İyi ki böyle güzel arkadaşlarım, iyi ki böyle güzel kardeşlerim var...
Bir de eklemeden geçemeyeceğim, artık Türkiye'de TKP'li bir belediye var!
24 Mart 2014 Pazartesi
çift kutup
Nereye koyacağın, ne yapacağın bilemediğin bu enerji, elini attığın hiçbirşeye konsantre olmana izin vermezken bile yazmak lazım.
Ancak yazmak paklar bu harıl harıl çalışan düşünce makinesini.
Sürekli birşeyler peşinde koşturan birisi olunca insan, bu durmak dinlenmek bilmez hallerini normal sanabiliyor. Ama biraz geriye çekilip takvimler üzerinden izleyince bu dalgalanmayı, işte o zaman görüyorum "normal" değil, manik olduğunu durumun.
Bu defa kesin karar verdim ve tanıyı koydum her ne kadar doktorlar kararsız olsa da. Doktora gidip de bak benim şu şu semptomlarım var, acaba ben şuşu muyum demek yanlış geliyor bana ama söz konusu psikoloji olunca bunu yapmak gerekiyormuş galiba.
Kısaca, "merhaba bipolar hayat"! En azından artık yaşadığım şeyin ne olduğunu, neden olduğunu biliyorum. Bu büyük bir rahatlama. Yoksa insan sürekli "ama herşey yolundayken ben neden böyle rezil bir hissiyattayım? Neden ama neden?" diyerek kendini daha da dellendirebiliyor veya akla uygunmuş gibi görünebilecek nedenler bulmaya çalışırken "ya bu kadar suya sabuna dokunmayan şeyler de sorun olamaz ki" diye kendine kızabiliyor ya da bu sebeplere inanıp pireyi deve yapıp hayatı anlamsız bir çıkmaza sokabiliyor.
Peki bunun tedavisi? Tedavi edilmesi gereken bir durum mu bu gerçekten?
18 Mart 2014 Salı
El işleri - crafting
21 Şubat 2014 Cuma
Never enough!
After I discovered the joy of playing with paper and all those crafty things, I couldn't take myself of going into the deeper. The more techniques I discovered, the better and patient I became. What do you say?
On the other hand, UK has very good support for such hobbies. Especially the magazines such as Papercraft Inspirations and Card Making, and their lovely gifts such as stamp sets and papers, took me into this new world. Can you believe that you are getting such a set for free?!
Yes, OK, you pay for the magazine but those magazines are your source of inspiration, and sometime you even learn new techniques from them! Surely this is valid basically when you have an awful internet connection and can not surf on Pinterest!
So my little craft workshop started to expand; especially when I found myself in USA totally alone with my credit card! Ah please look at these...
Surely my credit card was totally full on the way back home! But I wasn't aware that right afterwards I would go to the heaven of papers; Belgium! At the beginning I was very happy to have a good use of all the nice papers I have bought from S. Korea but they weren't enough! It never is!
Recycled New Year Cards
19 Şubat 2014 Çarşamba
Witchie's Crafts
There were some cross-stitches that I loved too much and didn't want to waste them as cards, so I found a way to make them lasting all year as calendars:
27 Ocak 2014 Pazartesi
Tek çocuk
15 Ocak 2014 Çarşamba
Kasım'dan kalma
"Uzun zaman oldu yazmayalı. Zerrin ablamın sözüyle yazıyorum şimdi de. Ne olursa olsun ara vermemek gerek yazmaya. Gün içinde fırsat olursa değil gün içinde ne olursa olsun yazmak lazım. Herşeyde olduğu gibi bunun için de insanoğlunun zilyon tane bahanesi var tabii ki. Neyse, şimdi yazma zamanı. Her zamanki gibi olan biteni mi yazmalı yoksa son zamanlarda epeyce sansüre uğratmış olduğum hissiyat ve düşünce alemi mi bilmiyorum. Hayat aslında hep aynı şeyleri gösteriyor ama biz, ya da bazılarımız demek gerek belki de, inatla şaşırıyor ve inatla devam ediyoruz hayatın olduğundan daha iyi olduğuna inanmaya.Hayat aslında gerçekten dedaha iyi ama bize o yüzünü göstermiyor olabilir mi? Eğer öyleyse neden? Biz bunu hak etmediğimizden mi? Yoksa henüz zamanı gelmediğinden mi? Hayattaki varlığın bir anlamı olması gerektiği konusunda fazlaca kafa yoran insanlar olarak bizler için ne kadar da önemli "ASLINDA" dünyanın nasıl olduğu. Ne kadar da önemli içten içe inandığımız o iyiliğin gerçek olması..."
Taa 13 Kasım'da yazmıştım bunu. Hem de tablette yazdığım ilk ve en uzun metin oldu. Neden bilmem, yayınlamamışım. Sanırım unuttum :) Şimdi yine elime tableti alıp yazayım deyince (doğrusu diyince gibime geliyor ama bakmaya uğraşamayacağım şimdi. Zaten hep bu ve bunun gibi detaylar yüzünden sekteye uğruyor yazlarım son zamanlarda.) aklıma geldi.
Yatağa girdiğimde saat 12 sularıydı. Şimdi 02:38. Tam midemin tepesinde bir leblebi tıkalı gibi bir hissiyat var. insanlar buna gaz diyorlarmış ama bence bu başka bir şey. Ne olduğunu bilmiyorum ama çok sinir bozucu. Ha aklıma gelmişken, mideniz yanıyorsa turşu yiyin; sütten bile iyi geliyor.
Göz tembelliği
Çoğunuz gibi benim de iki gözüm var. Beş parmağın beşi bir mi bilmem ama benim iki gözün ikisi bir değil. Hem de hiç değil! Ah o sol göz yok mu.. ha var ha yok. Hatta bence yok ama görünürde var. Var ama olmasa daha mı iyiydi derseniz...buyrun siz karar verin: bi kere tembel. ikincisi kayma var, üçüncüsü de neredeyse kör. 4.75 de nedir yani kardeşim? Gözsen gözlüğünü bil! Göz dediğin görmeli ne de olsa!
Ah bu salak sol göz neler çektirmedi bana ya; bi kere sırf onun yüzünden başladı gözlük maceram daha ilkokuldan mezun olduğum sene. Ama o bile sorunlu çünkü sol göz ne kadar tembelse sağ göz de aksi gibi o kadar çalışkan! Aksi gibi çünküüü bir gözlüğün iki camının numaraları arasındaki fark 2,5'tan büyük olamazmış. Nedenini bilmiyorum ama durum böyleymiş işte. Hal böyle olunca göz doktorları ve gözlükçüm kafakafaya verip camlarının biri 3 biri de 0,5 derece olan bir gözlükte karar kıldılar. Göz bozukluğu fark edilene kadar hiç bir görme derdi olmayan bana, dünyayı dar kıldılar. Keza sağ göz gayet güzel gördüğü için hiçbir sıkıntım yoktu ama ne zaman ki gözlüğü takmaya başladım, baş ağrılarına da merhaba dedim. Ve hep düşündük ki "gözlüğmü sürekli takmadığım için ağrıyor başım". Bu yetmezmiş gibi bir de bu tembeli adam edicez diye "sağ göze yama veya gözlük camı önüne bir engel" koyulması gerek demesinler mi?! Tabii ki benim gibi bir cadıya sökmedi böylesi bir tedavi.
Çocukluğum boyunca büyüyen kafam sayesinde çeşit çeşit gözlük kullandım; kalın çerçeveli, çerçevesiz, renkli camlı, hafif camlı, vs. vs. vs. Ne var ki gerçek huzuru geçen yıl tek taraflı lens kullanmaya başladığımda buldum. Tabii onu takmayı öğrenmek de ömrümden ömür çaldı ya, neyse şimdi iyiyiz.
Artık tam "bu görme meselesi artık çözüme kavuşmuş bir sorundur"huzuruyla gündem dışı olmuştu kiiii CIIIRT diye gerisin geri gündemin taaa kendisi oluverdi geçtiğimiz aylardan birinin bir cuma gecesi / cumartesi sabahı.
Neler oldu neler bitti, ne acılara gark oldum... çok fena dertli şeyler. Sanırım son yazıda bahsetmiştim, o yüzden şimdilik detaya girmiyorum ama siz siz olun, gözünüzün kıymetini bilin canlar.