sinirlendirme beni etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sinirlendirme beni etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Mart 2015 Cuma

Sinir oluyorum - iii

Selamın hello dostlar! 

Bir sinir oluyorum yazısına daha hoş geldiniz. Bu günkü sinir krizimizin nedeni özünde yalancı ve ikiyüzlü insanlar, ancak spesifik olarak parası olup da parasızmış gibi yapanlar. Bu insanlara ayrı bi sinir oluyorum! 

Sinir oluyorum çünkü ben insanlara inanıyorum. Kim ne derse inanıyorum ve üzülüyorum onlar için. Tabii ki o kişilerin bir önceki yazıda bahsettiğim "devası bariz dertler muzdaripleri" derneği üyesi olduğunu fark ettiğimde, veya bu yazıdaki gibi yalancı, ikiyüzlü, sinsi, pis insanlar olduklarını fark ettiğimde durum değişiyor. İşte o zamanlar üzüntüm yerini kızgınlığa bırakıyor, ki hayır, benim öfke kontrolüne falan ihtiyacım yok; insanların mantıklı davranmasına ihtiyacım var.

Bir insan neden kendisini aciz gösterir ki? Acınmak benim hayatta isteyebileceğim en son şeylerden biridir sanırım. Birisi neden kendisine acınmasını ister, anlayamıyorum. 

Üniversite yıllarında bir arkadaşım vardı. Hepimiz gibi her ayın 7'sinde o da öğrenim kredisini beklerdi dört gözle. Çoğumuzun aksine, sürekli şikayet ederdi annesinin ve babasının nasıl pinti olduğundan, ablalarının kendisine nasıl da zor zor destek çıktığından. Yiyeceği 3 gram yemeğin, bineceği ekstra dolmuşun hesabını yapardı. Hepimiz yapardık, ama o daha bi başka yapardı. Sanki çok başka, çözülemez bir derdi var, saklamak istiyor ama herkes sürekli "anlat anlat" diye ısrar ettiği için mecburen açıklıyor edasıyla söylerdi cebinde ancak dolmuş parası olduğunu, veya tek vasıta parası olduğu için bilmem-nereye kadar yürümek zorunda olduğunu. 

Sanki evdekilere kafa tutucam diye 1 haftadır her gün okula yürüyerek 4km gidip 4km gelen, öğlen yemeklerini simit ayranla geçiren ben değilmişim gibi, inanır ve acırdım o kıza. Kırtasiyelerden sayfasını normalde kaça yazdırıyorlarsa 2 kuruş eksik para isteyerek iş alıp, sabahlara kadar yazdığım tezlerin ödevlerin parasını bu kızla bölüşürdüm. 

Derken bir gün, evet beklediğiniz ayılma aynı geldi, bana içi çok ısınmış olan bu kız arkadaşımız "ya bi dakka ben bi para çekicem şurdan hazır kimse yokken yanımızda" dedi.  Anlamadım ve her zamanki gibi aklımdan geçenler yüzümden okundu. "Sana güveniyorum, sen diğerleri gibi değilsin. Millet hemen 'oo bankada paran varmış bana şunu ısmarlasana bunu alsana' muhabbetine giriyor, hiç sevmiyorum. Halbuki ben bu paraları biriktirip kışın okulun turuyla Ilgaz'a, yazın da Side'ye gidiyorum." dedi. Yüzümün aldığı hali tahmin edebilir misiniz bilmem ama yüreğimdeki sıkışmayı anlamış olacağınızı umuyorum. 


Her şeye rağmen iyi bir kız, bu olay haricinde de dürüst ve dobra biri olduğu için arkadaşlığımızı bozmadım. Gel zaman git zaman en iyi arkadaşımız olduk birbirimizin hatta. Hala daha maddiyata verdiği önem azalmamış, sevgililerini ilk buluşmada ona ne kadarlık yemek ısmarladıklarına ve aldıkları hediyenin pahallılığına göre ölçmeye devam eder durumdaydı ama, özünde iyi kızdı; ailesinin yaklaşımı yüzünden bu hale gelmişti, hayatın zorlamasıydı, falandı, filandı...

Bir gün evlerine gittim ziyarete. Sürekli ısrar ediyordu hep o bize geliyor da ben neden hiç onlara gitmiyorum diye. Değil ilkokul-ortaokul, lise yıllarımda bile arkadaşlarımın evine gitmeme izin verilmediğinden bu benim için uzun zamandan beri yaşamadığım bir deneyim olacaktı. (Sanırım toplamda 3 kere falan gitmişimdir bir arkadaşımın evine, ilkokuldan liseye, mezun oluncaya dek!) Eli boş gidilmez diye marketten meyve suyu bisküvi falan almıştım giderken. Kapıyı kendisi açtı, odasına geçmeden önce annesine merhaba demek ve götürdüklerimi bırakmak için mutfağa geçtik. Bilmiyorum günümüzde, Ankara'nın merkezi yerlerinde, normal mı karşılanıyor ama bileğinden dirseğine kadarki mesafenin yarısı altın bileziklerle dolu, tostoparlak bir teyze ile karşılaşınca hissettiğim duygular çok garipti benim için. Daha sonradan öğrendim ki bu arkadaşımın ailesinin 7 (YEDİ) tane evi varmıştı kirada, ve babasının bazı arsaları falan... Daha fazla nesi var nesi yok hatırlamıyorum, hafızam beni üzen şeyler konusunda pek istikrarlı bir unutma politikası sürdürüyor neyse ki...

...

Yazarken yeniden o günlere gittim, içimde kırılan o güven damarının verdiği sızıyı hissettim... konuyu nasıl bağlayacağımı falan da düşünmüştüm aslında ama o da uçup gitti aklımdan. 

Sözün özü, paranız varken yokmuş gibi yapmayın. Acındırmayın kendinizi. Param yok diye inleyip, iki tane MacBook Air'im var diye çıkmayın, param yok diye yakınıp borç istediğiniz arkadaşınıza "aslında 4-5 tane çeyrek altınım var ama onu bilmemne-zamana saklıyorum" demeyin. Param yok, kredi kartı borçlarımı nasıl ödiycem diye yakınıp, "bari düğünden kalan altınları bozdurayım" demeyin dan diye. Önce üzüyor, sonra da çok hem de çok kızdırıyorsunuz beni! Yapmayın!


Kızgınlığım aslında size değil, bu yaşa gelip de hala daha kendini acındıran kimselere güvenmemem gerektiğini öğrenemediğim için kendime, ama yine de siz yapmayın böyle. Sinirlendirmeyin beni.


3 Mart 2015 Salı

Sinir oluyorum - ii

Çaresi bariz olan veya bariz olmasa da çaresi olan ve bunu bilen insanların harekete geçmek yerine sürekli şikayet etmelerine sinir oluyorum.

Kız sürekli şikayet ediyor danışmanının kendisine ne kadar kötü davrandığından, ama ne bir imada bulunuyor adama, ne de açık açık konuşuyor. Ha, cesaretin yok mu adama laf söylemeye, suratın asık durmaya, açık açık konuşmaya? O zaman kapa çeneni arkadaşım! Ha bire adamın ne kadar kaba, kötü ve düşüncesiz olduğundan şikayet edip sonra da "ay o çilekli pasta çok sever, yarın bir dilim de ona götüreyim bu pastadan" deme. Diyosan da benim yanımda deme! Mal mısın ya?

Herif ha bire depresyonda. Depresyonda çünkü kendini beğenmiyor. Beğenmiyor çünkü çok kilolu olduğunu düşünüyor. E kilo ver o zaman! Kolay değil, tamam, ama imkansız da değil. Ayrıca senin için o kadar önemli madem, neden bunun için birşey yapmıyorsun? Ha sağlık derdin vardır, kullanmak zorunda kaldığın ilaçlar yüzünden kilo almışsındır vs., o zaman başka. En azından kilonu belli etmeyecek kıyafetler giyebilirsin. Düzgün kıyafetler seçersen aynadaki görüntün o kadar da rahatsız etmeyecektir seni. Ayrıca madem değiştiremeyeceğin bir durum bu, o zaman başka şeylere odaklanmanın, kendini pozitif hissetmeni sağlayacak şeyleri gündemine almanın vakti gelmemiş mi dostum? Yapma Allahaşkına... Hep şikayet hep şikayet, sadece kendini değil etrafındakileri de daraltıyorsun!

Hatunun hep söylediği laf: işler yetişmiyor, tüm yük benim üstümde. E güzel bir ekip kur kendine, iş bölümü yap, proje yönetimi yap, önceliklerini belirle ve ona göre davran. Ötekinin derdi; tezinin bir türlü bitmeyişi. Yahu her akşam 3 saat facebookla 1 saat CandyCrush ile geçerse bitmez ki o tez! Bir akşam arkadaşları gelir öteki şehirden, öbür akşam annesi skype yapalım der. Yahu sen millete diyeceksin ki "önümüzdeki 3-5 ay benim bir derdim var, dokunmayın bana". Sen diyeceksin ki "benim önceliğim tezimi yazmak". Sen gerekli önemi vermezsen kendi işine, milletin hiç umurumda olur mu senin tezin? Bir diğerinin şikayeti parasızlık. Sanırsın ülkede hiç eleman arayan yer kalmamış. Az ya da çok, illa ki para kazanabileceğin bir yol vardır. Yahu hiç değilse evde oturup internet anketlerini yap da 3 kuruş para girsin cebine ama "onca çaba sarf edicem de karşılığında şuncacık para verecekler, peh" deme.

Senin de sevgili okur, çaresi olan dertlerin vardır illa ki, millete şikayet etme bunları. İlla edeceksen evde karına, kocana, sevgiline telefonda en yakın arkadaşına et, tamam ama aynı zamanda şunu da kabul et ki derdinin aslında çaresi var. Senin gerçek derdin kıçını kaldırıp harekete geçmiyor olmak!

Kimsenin derdini hafife alıyor da değilim, olayı tersinden anlamayın sakın. Her dert sahibine cehennem. Hele ki çözmek adına çaba sarf ediyor ve yine de çözüme ulaşamıyorsan,
en fenası. Ama derdinin çaresi varken çaresizmiş gibi davranma. Deli etme beni! Allah devasız dert vermesin hiçbirimize, devaları görecek göz, harekete geçecek cesaret ve enerji versin.

Öptüm hepinizi!

24 Şubat 2015 Salı

Sinir oluyorum - I


Çeşitli nedenlerle mail yazabilirsiniz birisine. Her e-mail yanıt gerektirmez. Kimisinde 'hastayım yarınki toplantıya gelemiyorum' dersin, kimisinde 'dün akşamki yemek çok güzeldi' diye teşekkür edersin. Bu e-maillere gelen cevaplar, ve cevaba cevap verilmesini gerektirecek konular eklemek, ve cevaba verilen cevaba cevap vermeler... Sinir oluyorum bunlara!

Bazı e-maillerde ise bir soru vardır: Yarın akşam film izleyelim mi, haftasonu bize yemeğe gelsene, bilmem ne ders notları sende var mı, bu projeye katılmak ister misin veya bunu böyle yapayım mı, gibi. Bu maillere de cevap vermen gerekir, hem de mümkün olan en kısa zamanda cevaplaman, hem senin yapılacak işler listende yer kaplamaması hem de cevap bekleyenin vaktini almamak açısından önemlidir. Ama öyle hıyarlar var ki bu dünyada, bunu akıl edemiyorlar işte. Talebe cevabın negatif de olsa o negatif cevabın hiç cevapsız bırakılmaktan daha az negatif olduğunu, akıl edemiyorlar mesela. Kimi zamanlar oluyor ki, 'mailim ulaşmadı mı acaba' diye düşünüyor gönderen. 'Kosakoca adam yani, böylesi bir maile 2 satır olsa bir cevap yazması lazım normalde' diye düşünüyor. Alıcıya suç atmamak için kendi mail ayarlarından tut da alıcının günlük programına ve sağlığına kadar binbir tane lüzumsuz şeyle uğraşıyorsun kimi zaman. Ve en kötüsü de, tüm bu zaman boyunca gelecek olan cevaba göre hareket edeceğin için bekliyorsun. Beklemeyi sinir bozucu bulmayan var mı bilmiyorum, ben nefret ediyorum!

Sırf bu yüzden Sidekick adında bir eklenti kullanmaya başladım son birkaç haftadır. Artık akademisyenlerden arkadaşlarıma, ailemdekilerden iş görüşmesi yaptığım kişilere kadar, kim ne zaman malimi açarsa haberdar oluyorum. Hatta her açtığında haberdar oluyorum. Birisi manyak gibi ha bire mailimi açıyorsa bundan haberdar olmak istemeye de biliyorum. Size de şiddetle tavsiye ediyorum. Buyrun buradan indirin, bana da bir katkınız olsun, sayenizde 1 ay ücretsiz kullanmaya devam edeyim eklentiyi.



Durumu çok paranoyakça bulmuş olanlar olabilir aranızda. En son memnuniyetimi şöyle anlatayım size. Malumunuz Murtaza, benim doktora danışmanımdır. Kendisine dedim ki, "Bana şu özelliklerde modeller üretmen lazım ki analize devam edeyim. En kısa zamanda yapar mısın?". Cevap vermedi. Ama ben bu defa mailimin, gönderildikten 20 dakika sonra okunduğunu biliyordum. Perşembe günü gönderdiğim maile, Salı günü cevap verdi. Eskiden olsa: "Acaba maili almadı mı? Almadıysa bir şekilde kendisine ulaşmam lazım çünkü modelleri oluşturmak zaman alıyor, ve benim de çok vaktim yok. Acaba okudu da gereksiz mi gördü o modeller üzerinden devam etmeyi? Acaba okudu da modelleri oluşturuyor mu bu sırada?" gibi bir çok soru ile, sürekli gergin geçirirdim tüm haftasonumu. Ha peki şimdi okuduğunu biliyorum da ne oldu? Şu oldu: perşembe gece 22'de evinden okuduğu maili, Cuma sabah 9'da bu defa  ofisteyken okuduğunu, ve gün içinde de 6 kere daha maile baktığını gördüm. Bu demek oluyor ki modelleri hazırlıyor, ve dönüp dönüp ne özelliklerde model istediğime bakıyor bu adam. E peki bir zahmet, "OK, modeller hazır olunca sana haber veririm" dese ölür müydü? Ölmezdi. Ama demediği için benim haftasonum ölürdü! Sidekick bildirimleri, kullandığınız web tarayıcının kenarından popluyor ama ayrıca hesabınıza girip önceki bildirimlerinize de bakabiliyorsunuz, aşağıdaki örnekte olduğu gibi:


Sözün özü, size gelen mailde bir soru veya talep varsa, adam olun, 2 cümle de olsa cevap yazın. Sinir etmeyin beni!

21 Şubat 2015 Cumartesi

Sinir oluyorum



Sinirimi bozan bi dolu şey olduğunu hep biliyordum da, bunları yazarsam rahatladığımı unutmuştum nicedir. Dün gece kendi kendime sinir olduğum bir konu üzerinde konuşurken, eh bazen ben de bir uzman görüşüne ihtiyaç duyuyorum :P, eskiden bu kendi kendime konuşmalarımı bloga yazdığımı hatırladım.

Öyle görünüyor ki, "sinir oluyorum" adı altında bir seri geliyor buralara yakın zamanda. Şükür ki işler güçler yolunda gidiyor da yazmaya yeniden vakit ayırabiliyorum bu sıralar. Ben sinir olduklarımı yazacağım parça parça, başımdan geçen olaylarla birlikte. Bu arada siz de yorumlara yazın bakalım nelere sinir oluyorsunuz?

30 Haziran 2009 Salı

Eskiden Aktüel / Kanka - Sevgili

Bir zamanlar, her haftasonu benzin aldığımız bir benzinlik vardı İstanbul yolu üzerinde. Bir tarafındaki mini kafe ve taze sabah poğaçaları annemin, kocaman dergi reyonu da benim için çok keiyfli yerlerdi. Benzin almaya girer girmez arabadan atlar, dergilerin arasına dalardım. AutoCar, Auto Show ve şimdi adını bilemediğim bir de motor dergisi, ranzamın yan duvarını süslediğim araba ve motor resimlerinin en vazgeçilmez kaynağı idi benim için. Aktüel ve Tempo, o zamanlarda da en az şimdiki kadar içi kof dergilerden olsa da o yaşlarda ilgimi çekiyordu bir şekilde; abidik sosyetik düşüncelerimi biçimlendirmeme de etkisi olduğunu düşünüorum aslında bu dergilerin. Bilim ve Teknik beni için, Nokta ve/veya Aydınlık da annem için alınmadan dükkandan çıkılması imkansız olan dergilerdi. O zamanlar bir de Bilinmeyen adlı bir dergi vardı; özellikle bitkilerin bizim düşüncelerimizi hissedebildiğine dair ve UFO'larla ilgili olan yazı dizileri ile kaldı aklımda. Matematik Dünyası, ve adını şimdi hatırlayamadığım iki de edebiyat dergisi vardı, raflar arasında özellikle aradığım. Ve tabii ki BYTE, Chip, Pc Net, Pc World,..., az çok aynı içerikleri ve sıklıkla kendini tekrarlayan konularına rağmen aynı anda birkaçını birden aldığım dergilerdendi. Canım annem, bi kez bile bu anlamsızlığıma itiraz etmedi ya, ben olsam o sabrı gösteremezdim sanırım. Her haftasonu bunca dergiyi kucaklayıp tutarını hiç düşünmeden yüzümde koca bir gülümseme ile koşa koşa dışarı çıkardım. Kimi zaman arabaya atlardım hemen, devam ederdik yola; kimi zamansa arabada beklemekten sıkılan annecimi kahve içerken bulurdum yan dükkanda...

Haftasonu yine düştük yollara; Kayseri-Ankara-Eskişehir-Ankara-Kayseri! Geciken, yolda bozulan, sigortası atan, koltuğu geriye yatmayan ve zaman zaman da pis kokan otobüs hikayelerimizi yazmaya değer görmüyorum doğrusu. Belki sevdicek değinir bi ara kendi blogunda, o zaman okuruz ordan. Şimdi yazmak istediğim, otogarların birinden aldığımız, beni eski günlere götüren şu dergi: Yeni Aktüel. En son kaç yıl önce almıştım bilmiyorum, en az bir on yıl var sanırım. Bu sayıdaki giriş yazısı LGBTT (lezbiyen, gay, biseksüel, travesti, transseksüel) Onur haftası ile ilgili. Bu haftanın ne olduğunu pek anlayamadım ama anladığım şu ki, bunlardan hiçbirinin özenti sonucu değil ancak insanın doğasında varsa gerçekleştiğini, ve bunun bir hakaret/küfür konusu olmaması gerektiğinin vurgulanmaya çalışıldığı. Anafikir iyi olsa da bunu bu kadar beceriksizce yapan birisini nasıl editör yapmışlar dergiye, onu anlamadım işte.

Neyse, beni asıl koltuktan kaldırıp yazmaya iten, "sevişmeden, birlikte uyuyanlar" yazısı oldu. Yazıda farklı cinsten insanların da "kanka" olabilecekleri vurgulanmaya çalışılıyor. Ama bu arada saçma sapan iddialar da var ki benim sinirimi bozan da bu oldu. Örneğin, röpörtaj yapılan bayanlardan birisi diyor ki; erkek kankası olduğundan beri sevgilisini daha iyi anlıyormuş. Bir evli ve çocuk sahibi olan bir beyfendi ise karısı ile olan sorunlarını erkek arkadaşları yerine kadın arkadaşlarına anlatınca, aldığı yorumlar sayesinde karısının ne düşündüğü ve hissettiği hakkında empati yapmaya, fikir sahibi olmaya çalışıyormuş. Bundan daha saçma bişiy olamaz bence. Karınla/kocanla bi derdin var, gidip başkalarına dert yanacağına adam akıllı onunla konuşsan, kalıbımı basarım ki hiç bir derdin tasan kalmaz. Ha burda temel nokta, adam akıllı konuşmak. Karşındakini anlayabilmek üzere dinlemek! Yoksa her zaman yapıldığı gibi, karşımdaki sussa da konuşma sırası bana gelse diye beklemek değil. Bir insanı kendisinden daha iyi anlatabilen bir başkası olabilir mi hiç?!! Benim aklıma almıyor. Ha bu demek değil ki ben derdim olunca kimseye anlatmıyorum. Tabii ki anlattığım zamanlar oluyor, pek sık olmasa da, ama bu hiçbir zaman söz konusu kimseyi daha iyi anlamak kişinin kendinden başka birisine danışmak üzere değil, ancak sakinleşmek, veya içimde tutamadığım bir üzüntümü paylaşıp ancak avutulmak için oluyor. Yoksa birisi ile olan sorunumu bir başkası ile konuşarak çözmeye çalışmak...ı-ıh, bana çok salakça geliyor.

Yazıda geçen bir diğer cümle de eski sevgiliden kanka olunamayacağına dair: çünkü bitmiş ilişkiler her zaman pişmanlıkları, kıskançlıkları ve hep eski aşk kırıntılarını içinde barındırır. İşte bu genelleme beni sinirden küplere bindiriyor. Ne münasebet yahu, illa ki herkes bu sığlıkta olmak durumunda mıdır yani? Benim hiçbir biten ilişkim kıskançlık barındırmıyor içinde; aksine benden sonra uzun süre yalnız kalan eski sevgilim için acaba şimdi en uygun sevgili kim olabilir diye düşündüğüm bile oluyor. Bir ilişki bitince içine neden illa ki haset karışmak zorunda ki? Ya da neden pişmanlıklar ve aşk kırıntıları kalmak zorunda? Aşk kırıntısı dahi varsa o ilişkiyi bitirmemek için elinden geleni yapmaz mısın? İlla ki bitecekse de, o kırıntılar senin içinde sağ iken zaten başka bir ilişkiye başlamazsın ki... Eski sevgilileri ile kanka olmayı becerebilen bi ben mi varım yani bu dünyada? Peh! Hiç de öyle olmadığından eminim. Ha yüzünü şeytan görsün dediğim bir-iki kişi de oldu tabii ki ama zaten onlarla kanka olmam söz konusu olamaz. Normal şartlar altında düzgünce bitmiş sevgililerden bahsediyoruz burda. Uf sinirlenince kendimi yeterince iyi ifade edemediğimi düşünüyorum. Yine bu anlardan birindeyim... Grrrr!

Olur kardeşim, eski sevgiliden gaaaayet de güzel kanka olur ve kankanın karşı cinsten olması sevgilinle olan ilişkin için bir iyileştirme çalışması olacaksa o kankaya kanka denmez zaten! Kızdırmayın adamı! Höyyyt!!!!

21 Şubat 2009 Cumartesi

Bekle!


Msn'de vs. iki satır bişiy yazıp 5 dk cevap vermeyen insanlara sinir oluyordum eskiden, artık "meşgul demek ki ama söylemeye çekiniyodur belki" diyip ben de kendi işime dönüyorum. Ama ben böyle yapınca birden bire, "haa gidiyo musun, iyi bari" diye sitem edenlere ve "aaaa yok canım burdayım, ne meşguliyeti" tepkilerine daha çok sinirleniyorum. Ulan hödük, madem meşgul değilsin beni niye bekletiyosun ekranın karşısında? Ben işimi gücümü bırakıp sana laf yetiştirmeye çalışıyorum ama sen bi meşguliyetin olmadığı halde beni öylece bekletiyosun, bu mudur yani? Bi aklınızı başınıza devşirin yaa! Bi sinirlendirmeyin beni!!! Sabahtan akşama pc karşısında sırayla herkesin uygun olduğu saatleri bekleyip sadece sohbet etmemi mi bekliyorlar yoksa tek işimin msn, gtalk muhabbeti olduğunu mu sanıyorlar, çözebilmiş değilim.

Psikolojik baskı uygulayan programlar


Skype: Take a deep breath!
Programı her açışımda karşıma çıkan bu salak uyarı yüzünden gerçekten derin bi nefes alıyorum, sonra da suni bir heyecanın içinde buluyorum kendimi. Alt tarafı bi program çalıştırdım niye kalbim öyle çarpıyo ki? Aptal aptal telkinlerde bulunmadan sessiz sakin açılsa olmaz sanki.

DC++ : Really exit?
Her defasında sanki o salak programı ebediyyen terk ediyormuşum da bana son bi kez soruyormuşcasına geriliyorum. O minik çarpıya bastımsa kapanmanı istiyorumdur işte, niye bi kez daha sorarak beni ikirciklendiriyorsun ki?

Firefox: Do you want to restore the previous session?
Sanki buna evet dersen geçmişten kopamayan, hep geçmişte yaşan birisi gibi hissediyorum kendimi, ama evet kapatmadan önce açık olan sayfaları görmek istiyorum yine, niye suçlu hissettiriyorsun ki beni?