Bir zamanlar, her haftasonu benzin aldığımız bir benzinlik vardı İstanbul yolu üzerinde. Bir tarafındaki mini kafe ve taze sabah poğaçaları annemin, kocaman dergi reyonu da benim için çok keiyfli yerlerdi. Benzin almaya girer girmez arabadan atlar, dergilerin arasına dalardım. AutoCar, Auto Show ve şimdi adını bilemediğim bir de motor dergisi, ranzamın yan duvarını süslediğim araba ve motor resimlerinin en vazgeçilmez kaynağı idi benim için. Aktüel ve Tempo, o zamanlarda da en az şimdiki kadar içi kof dergilerden olsa da o yaşlarda ilgimi çekiyordu bir şekilde; abidik sosyetik düşüncelerimi biçimlendirmeme de etkisi olduğunu düşünüorum aslında bu dergilerin. Bilim ve Teknik beni için, Nokta ve/veya Aydınlık da annem için alınmadan dükkandan çıkılması imkansız olan dergilerdi. O zamanlar bir de Bilinmeyen adlı bir dergi vardı; özellikle bitkilerin bizim düşüncelerimizi hissedebildiğine dair ve UFO'larla ilgili olan yazı dizileri ile kaldı aklımda. Matematik Dünyası, ve adını şimdi hatırlayamadığım iki de edebiyat dergisi vardı, raflar arasında özellikle aradığım. Ve tabii ki BYTE, Chip, Pc Net, Pc World,..., az çok aynı içerikleri ve sıklıkla kendini tekrarlayan konularına rağmen aynı anda birkaçını birden aldığım dergilerdendi. Canım annem, bi kez bile bu anlamsızlığıma itiraz etmedi ya, ben olsam o sabrı gösteremezdim sanırım. Her haftasonu bunca dergiyi kucaklayıp tutarını hiç düşünmeden yüzümde koca bir gülümseme ile koşa koşa dışarı çıkardım. Kimi zaman arabaya atlardım hemen, devam ederdik yola; kimi zamansa arabada beklemekten sıkılan annecimi kahve içerken bulurdum yan dükkanda...
Haftasonu yine düştük yollara; Kayseri-Ankara-Eskişehir-Ankara-Kayseri! Geciken, yolda bozulan, sigortası atan, koltuğu geriye yatmayan ve zaman zaman da pis kokan otobüs hikayelerimizi yazmaya değer görmüyorum doğrusu. Belki sevdicek değinir bi ara kendi blogunda, o zaman okuruz ordan. Şimdi yazmak istediğim, otogarların birinden aldığımız, beni eski günlere götüren şu dergi: Yeni Aktüel. En son kaç yıl önce almıştım bilmiyorum, en az bir on yıl var sanırım. Bu sayıdaki giriş yazısı LGBTT (lezbiyen, gay, biseksüel, travesti, transseksüel) Onur haftası ile ilgili. Bu haftanın ne olduğunu pek anlayamadım ama anladığım şu ki, bunlardan hiçbirinin özenti sonucu değil ancak insanın doğasında varsa gerçekleştiğini, ve bunun bir hakaret/küfür konusu olmaması gerektiğinin vurgulanmaya çalışıldığı. Anafikir iyi olsa da bunu bu kadar beceriksizce yapan birisini nasıl editör yapmışlar dergiye, onu anlamadım işte.
Neyse, beni asıl koltuktan kaldırıp yazmaya iten, "sevişmeden, birlikte uyuyanlar" yazısı oldu. Yazıda farklı cinsten insanların da "kanka" olabilecekleri vurgulanmaya çalışılıyor. Ama bu arada saçma sapan iddialar da var ki benim sinirimi bozan da bu oldu. Örneğin, röpörtaj yapılan bayanlardan birisi diyor ki; erkek kankası olduğundan beri sevgilisini daha iyi anlıyormuş. Bir evli ve çocuk sahibi olan bir beyfendi ise karısı ile olan sorunlarını erkek arkadaşları yerine kadın arkadaşlarına anlatınca, aldığı yorumlar sayesinde karısının ne düşündüğü ve hissettiği hakkında empati yapmaya, fikir sahibi olmaya çalışıyormuş. Bundan daha saçma bişiy olamaz bence. Karınla/kocanla bi derdin var, gidip başkalarına dert yanacağına adam akıllı onunla konuşsan, kalıbımı basarım ki hiç bir derdin tasan kalmaz. Ha burda temel nokta, adam akıllı konuşmak. Karşındakini anlayabilmek üzere dinlemek! Yoksa her zaman yapıldığı gibi, karşımdaki sussa da konuşma sırası bana gelse diye beklemek değil. Bir insanı kendisinden daha iyi anlatabilen bir başkası olabilir mi hiç?!! Benim aklıma almıyor. Ha bu demek değil ki ben derdim olunca kimseye anlatmıyorum. Tabii ki anlattığım zamanlar oluyor, pek sık olmasa da, ama bu hiçbir zaman söz konusu kimseyi daha iyi anlamak kişinin kendinden başka birisine danışmak üzere değil, ancak sakinleşmek, veya içimde tutamadığım bir üzüntümü paylaşıp ancak avutulmak için oluyor. Yoksa birisi ile olan sorunumu bir başkası ile konuşarak çözmeye çalışmak...ı-ıh, bana çok salakça geliyor.
Yazıda geçen bir diğer cümle de eski sevgiliden kanka olunamayacağına dair: çünkü bitmiş ilişkiler her zaman pişmanlıkları, kıskançlıkları ve hep eski aşk kırıntılarını içinde barındırır. İşte bu genelleme beni sinirden küplere bindiriyor. Ne münasebet yahu, illa ki herkes bu sığlıkta olmak durumunda mıdır yani? Benim hiçbir biten ilişkim kıskançlık barındırmıyor içinde; aksine benden sonra uzun süre yalnız kalan eski sevgilim için acaba şimdi en uygun sevgili kim olabilir diye düşündüğüm bile oluyor. Bir ilişki bitince içine neden illa ki haset karışmak zorunda ki? Ya da neden pişmanlıklar ve aşk kırıntıları kalmak zorunda? Aşk kırıntısı dahi varsa o ilişkiyi bitirmemek için elinden geleni yapmaz mısın? İlla ki bitecekse de, o kırıntılar senin içinde sağ iken zaten başka bir ilişkiye başlamazsın ki... Eski sevgilileri ile kanka olmayı becerebilen bi ben mi varım yani bu dünyada? Peh! Hiç de öyle olmadığından eminim. Ha yüzünü şeytan görsün dediğim bir-iki kişi de oldu tabii ki ama zaten onlarla kanka olmam söz konusu olamaz. Normal şartlar altında düzgünce bitmiş sevgililerden bahsediyoruz burda. Uf sinirlenince kendimi yeterince iyi ifade edemediğimi düşünüyorum. Yine bu anlardan birindeyim... Grrrr!
Olur kardeşim, eski sevgiliden gaaaayet de güzel kanka olur ve kankanın karşı cinsten olması sevgilinle olan ilişkin için bir iyileştirme çalışması olacaksa o kankaya kanka denmez zaten! Kızdırmayın adamı! Höyyyt!!!!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
İki kelam etmeden gittiğinde üzülüyorum ben.