Bilimin Öncüleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bilimin Öncüleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Mart 2009 Salı

tübütak, büsküvü gibi, komik bişiysin sen artık

Birçok gazete yazmış, bloggerlar da yazmış..uyanır uyanmaz, daha yataktan çıkmadan, gözümdeki çapağı silmeden, gece yatarken açık bıraktığım bilgisayarın ekranına kaldırıp kafamı, reader'ıma gelen yazıları okuduğumda bugünün haberinin "Flaş! Flaş! Flaş! Bilim ve Teknik Dergisi Darwin'i sansürledi" olduğunu anlamakta zorlanmadım, tüm uyku sersemliğime rağmen. Ama yine de şaşırmadım. Bekliyordum, daha da bekliyorum. Değişim her ne kadar Bilim ve Teknik Dergisi ekibinde olsa da bunun asıl nedeni TÜBİTAK kadrosundaki değişiklikler ama halka en çok yansıyanı işin dergi tarafı yoksa verilen ve kabul edilen projeler vs.lerden de gidişattaki vehametin uygulamaya nasıl yansıdğı ortadaydı. BvTD'nin önce editörü değişti, çok sevdiğimiz Raşit Gürdilek gitti, yerine daha yüzünü bile görmediğim Sayın Çiğdem Atakuman geldi. Tabii ki tek başına değil ekibiyle birlikte. Dergi içi çıkardıkları huzursuzlukları hiçbir birinci ağızdan dinlemesem de görmemek için kör değil ruhsuz olmak gerekiyordu zaten. Ardından bu yaz 11.si düzenlenen Ulusal Gökyüzü Gözlem Şenliği'ne el atıldı. "Bu etkinlik gerçekten gerekli mi? Sanki bir grup lüzumsuz insan dağa bayıra çıkıp lüzumsuz yere para harcıyorlar gibimize geliyor, öyle mi hele bi kontrol edelim" operasyonu düzenlendi. Operasyonun ajanlarının TÜBİTAK'ın ve devletin her yerine giren düşünce sistemine uygun insanlar olduğunu söylememe gerek var mı? Ajan dediklerim kötü insanlar değildi aksine çok güzel yürekli güzel düşünen insanlardı ama ... ne olursa oldun ajandılar işte. Ve onların üsttekilere vereceği son rapor büyük ihtiamlle GGŞ'nin kaderini etkileyecekti. Tüm ekip olarak her zaman elimizden geleni yapmamıza rağmen en çok canımızı dişimize takarak çalıştığımız gözlem şenliklerinden birisi olmasına rağmen "12.GGŞ'den ne haber" diye sorduğumda aldığım, daha doğrusu alamadığım cevaplar gösteriyor ki GGŞ gereksiz para harcama etkinliği olarak damgayı yemiş ve rafa kaldırılmış, üstelik tüm dünyada avaz avaz "bu yıl dünya astronomi yılı, bir etkinlik düzenleyin, halka bişiy anlatın da ne olursa olsun, biz sizi destekleriz" çığlıkları atılırken. TÜBİTAK sanırım bilim kamplarına da bir ket vuruyor bu sene, çok da emin değilim. Halbuki tam da toplumda bilime merak uyandıracak çalışmalar, güzel yayınlar ve etkinlikler düzenlemeye başlamış, işleri rayına oturtuyorlar artık kanısı uyandırmıştı. Hele ki gökyüzü gözlem şenlikleri artık öylesi bir süreklilik kazanmıştı ki bence Türkiye'de bu konudaki bilimsel kongreleri de gölgede bırakıp en verimli astronomi etkinliği haline gelmişti. Hayatında daha önce kaçınız Samanyolu'nu görebildi ki? Kaç kere Satürn'ün halkalarına çıplak gözle baktınız? Kaç kere yıldız kayması ile ilgili bilimsel bir çalışmada yer alıp uluslararası bir ağa verilerinizi gönderdiniz? Hepsini de geçtim, tamamen keyfi olarak, kaçınızın çocuğu takımyıldız mitolojileri dinlerken samanyolunun altında uyuyakaldı kucağınızda? Dünya astronomi yılı bangır bangır heryerde sesinini duyurmaya çalışırken ve herkes buna destek verirken TÜBİTAK bunu gereksiz görüyorsa zaten daha ne beklersiniz ki?
Şimdi bana tek ilginç gelen, zaten sistemin adamı olan kişiyi, yayın yönetmeni Çiğdem Hanım'ı neden günah keçisi ilan ettikleri? Kesin vardır bunun da altında bi bit yeniği, görücez bakalım..
Neymiş, Çiğdem Hanım'ın suçu derginin kapağına Darwin'i koymakmış. TÜBİTAK, BvTD'nde Darwin'i de sansürlemiş. Aferim aferim! Zaten dünya öküz boynuzları üzerinde duruyor ve hepimiz de Adem'in kaburga kemiğinden yaratıldık. Bilim falan, safsata bunlar safsata. Ama içinizden biri çıkarda ben simyayı çözdüm derse işte o zaman asıl bilim budur diye ilan edip dinleri para olanların bilimleri de gerçekten saf para olur, işte o zaman tam olur!

Edit:
Bugün gördüm bi de bu var, tüm laflar ne kadar kıvrak ve oynak!

19 Ekim 2008 Pazar

Bilimadamı(*) dediğin ... (-I)




Kimya biliminin dehası Lavoisier’nin, asıl eğitimi hukukmuş ve Paris Barosu’na kayıtlı bir avukattı. Bilimsel gözlem ve yorum üzerine yaptığı konuşmaları ile ünü bütün dünyaya yayıldı. Kimya bilimini reddeden yobazların kafasını gösterip “Bu kelleler hiçbir şeye yaramaz” dediği için tutuklandı; aynı gün yargılanıp ölüme mahkum edildi. Lavoisier, matematikçi Lagrange’i çağırdı.

Gerçek ve gerçekten de kullanılmış bir giyotin!!!

“Kellem giyotinden sepete düştüğünde gözlerime bak; eğer iki kere kırpıyorsam bil ki, insan kafası kesildikten sonra bir süre daha beyninin düşünmekte olduğunu anlarız.” Lavoisier’nin kafası kesildikten sonra sepete düştü ve gülerek iki kere göz kırptı.
Matematikçi Lagrange diyor ki, “Lavoisier’nin son saniyedeki ispat arayışı, bilimselliğin yüzyıllar sürecek meşalesidir. Ama o yobaz kafalar üfunet üretmek için asırlarca karanlıkta sürünecekler…”*

Geçtiğimiz günlerde bana forward edilen bir e-posta olduğu için internette biraz aradım kaynağını bulmak için ama nafile… Böylesi bir hikayenin uydurma olacağını zannetmiyorum ama her zaman için kaynak belirtilmesi taraftarıyım… Onu ararken bunu buldum bir de:

“1794′de solunum üzerinde deneylerini yapmakta olduğu bir sırada, Lavoisier Devrim Mahkemesi önüne çağrılır. İki suçlamaya hedef olmuştur:

1. devrim karşıtı olarak karalanan aristokrasiyle ilişkisi;
2. vergi toplamada yolsuzluk (Lavoisier topladığı vergilerin küçük bir bölümünü laboratuvar deneyleri için harcamıştı).

Lavoisier’i kurtarmak için dostları mahkemeye koşmuştu, ama tanık olarak bile dinlenmemişlerdi. “Yurttaş Lavoisier’in çalışmalarıyla Fransa’ya onur sağlayan büyük bir bilgin olduğunda hepimiz birleşiyor, bağışlanmasını diliyoruz,” dilekçesiyle başvuran günün seçkin bilim adamlarına yargıcın verdiği yanıt kesin ve çarpıcıdır: “Cumhuriyet’in bilginlere ihtiyacı yoktur!” Galileo yaşamının son on yılını Engizisyon’un göz hapsinde geçirmişti. Lavoisier’in sonu daha acıklı olur: elli bir yaşında iken “devrim” adına kafası giyotinle uçurulur. Lavoisier, boynunun vurulmasını beklerken kitap okuyordur. Cellat, onu giyotine götürmek için yanına geldiğinde, Lavoisier, nerede kaldığını unutmamak için okuduğu kitabın arasına bir kitap ayracı koymuştur.”**

Hani olur da kimdi bu Lavoisier diye de aklına takılan olursa diye Lavoisier’in adıyla da anılan ama daha çok kütlenin korunumu olarak bilinen kanunu hatırlayalım:

“Kütlenin korunumu kanunu, zaman zaman Lomonosov-Lavoisier kanunu olarak da adlandırılan, kapalı bir sistemde var olan çevrimler ve işlemler ne olursa olsun, kütlenin sabit kalacağını belirten kanundur. Denk bir ifadeyle açıklamak gerekirse kütlenin durumu yeniden düzenlenebilir fakat kütle yaratılamaz veya yok edilemez. Böylece, kapalı bir sistem dahilindeki her türlü kimyasal tepkime ve proseste tepkenlerin (yani reaktantların) kütlesi, ürünlerin kütlesine eşit olmalıdır.”***

* Bilimadamı=biliminsanı=bilimkadını = Bilimin ne adamı ne kadını olur, bazı kalıpların nasıl gelmişse öyle gitmesinde bir sakınca görmüyorum, feministlik yapmanın alemi yok bilimden bahsederken. Bu demek değil ki kadınlar dayak yesin, aptal saptal törelerin kurbanı olsun (sadece Anadolu’da değil, Uzak Doğu’da, orda burda şurda…) vs. vs. vs. … Ama bunu kadına indirgemenin, kadınla sınırlamanın anlamını göremiyorum ben. İnsan olan hiçkimse haketmediği davranışlara maruz kalmasın, yapmak istemediği şeyleri yapmaya zorlanmasın, insanca yaşama hakkı elinden alınmasın… Özgürlük iki bacak arasında olan birşey değil, akıl gibi, duygu gibi, zeka gibi, birçok şey gibi…bu nedenle kadına indirgenmesi çok anlamsız geliyor bana. “Bilimadamı”ysa bilimadamı, “adam gibi adam”sa adam gibi adam, “adam ol!”sa adam ol…ne ise o! Ben öyle diyorum.


** http://tr.wikipedia.org/wiki/Antoine_Lavoisier & Bilimin Öncüleri (Cemal Yıldırım), TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları

***http://tr.wikipedia.org/wiki/K%C3%BCtlenin_Korunumu_Yasas%C4%B1