alışveriş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
alışveriş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Mayıs 2011 Cuma

Beklenen yazı bu değil

Yazının konusu: Sevdiceği gönderdim Türkiye'ye, kaldım yalnız başıma. Havaalanı dönüşünde kaybolup düze çıkmalar, alışlar verişler... Haftanın öncesinde sevdiceğin tezi için koşuşturmacalı yoğun günler... Güney Afrika'dan gelen grupla eğitimler, toplantılar...

MacBookAir kafayı yemişti geçenlerde, yazmaya fırsatım olmadı bi türlü, biraz da sevdicek detayıyla yazar belki diye yazmadım sanırım. Bi gün çok hantallaşınca kapatıp açalım dedik, kapanış o kapanış, açılmadı bir daha. Binbir takla attırdık ama yine de bana mısın demedi. Formatı bastık sonunda, önemli veriler zaten Dropbox'ta olduğu için sorun olmadı, önemsizlere de üzüldük azıcık, filmsiz dizisiz müziksiz kaldık biraz ama neyse dedik zaten çok yoğunuz şu sıralar... Ama yine aynı şey oldu!!! Format atılmış tam taze bilgisayar yine açılmadı. Böyle olunca, tezin yumurtasını da kapıya dayanmış bulunca, artık elden birşey gelmez olunca, AppleStore'un yolunu tuttuk. İşin kötüsü artık garantisi falan da kalmadığı için, biliyoruz içine bi' miktar pound sıkışmış: asıl mesele o miktarın ne miktar olduğu zaten... Sözün özü, harddiskin değişmesi gerekiyormuş, £120 sıkışmış araya, tam da bu Türkiye'ye gidiş öncesi, biletler falan derken zar zor ayakta durduğumuz günlerin sancısında... Yapcak bişiy yok, gidip aldık 1 hafta sonra, şimdilik sorun yok gibi...

Salı günü Güney Afrika'dan gelen bi dolu adamla toplantı vardı. Neler konuşuyor bu bilimadamları diye merak edenler için detaylar şurda. Akşamında da belediye başkanını ziyarete gittik. Çok sevimli bi adam, şimdiye kadar dinlediğim en keyifli devlet erkanı konuşmasıydı. Hem ciddi hem espirili hem talepkar hem düzeyli... Bi de bana "my dear" diyişi yok mu =)

* * * 

Dün sabah yolu ettim sevdiceği, sağ salim vardı çok şükür. Dönüşte havaalanından otobüs terminaline giden otobüsün şehir merkezine vardığına karar verdiğim rastgele bir durakta indim otobüsten. Önce korktum biraz kayboldum sanarak, keza saat daha erken olduğu için dükkanlar da açılmamıştı, havada o gergin serinlik... Sonra "you are here" levhalarından birinde nerede olduğumu kestiremesem de merkezdeki "tourist center"ı görünce rahatladım ve şehrin tadını çıkarmaya karar verdim. Ne de olsa maaşım yatmıştı, gün daha yeni başlamıştı, ve gözlemevine gitmem de gerekmiyordu.  Her zamanki hediyelik eşyacımızdan farklı bir hediyelik eşya dükkanı keşfettim ilk olarak. Çok bişiy kaçırmamışız, keza burdaki hediyeler güzel olsa da bizim alabileceğimiz türden şeyler değildi. Belki burdan ayrılırken kendimize anı olsun diye üzerinde yoncalar işlenmiş bir yatak örtüsü alabiliriz, hepsi o.

Belfast'ta kayda değer tek alışveriş merkezinin Victoria's Square olduğunu zannediyorduk ya, hah işte o konuda yanıldığımızı da kanıtlarcasına, bizim bildiğimiz kıvamda bir alışveriş merkezi olan CastleCourt'u keşfettim. Her ne kadar bir AVM insanı olmasam da özlemişim sanırım, garip bir aidiyet hissettim. Migros'un taa yıllar önce ilk açıldığı zamanlarına benzettiğim için oluştu bu duygu sanırım. Keza o basık atmosfer strese soktu beni. "Everything one pound"cudan aldığım 2 takım gazlı kalem, 2 takım kuruboya ve mikimauslu silikon buzluğu ve "Book Bargain" den aldığım birkaç kitabı saymazsak pek alışveriş yaptığım söylenemez =P Ama tam da günün sabahında "ya benim hiç çantam yok burdaaa" diye sızlanmamın üzerine indirime girmiş zilyon tane güzel sevimli süper deri çantalardan iki tane aldım, ve bunu saymazsak olmaz sanırım =) Haliyle vakit öğlen oldu, acıktım. Üst kattaki fast foodculara gittim. İlk baktığım yer KFC oldu ama adamlar o kadar yavaş o kadar yavaş ki anlatamam. Bi kere tek kasa çalışıyor ve herkesin siparişini tek tek alıp tek tek bekliyorlar, gerisini siz düşünün artık. Hemen yanındaki Burger King'e baktım ama onda da sıra vardı. Sıradaki dükkan ise bomboş ve bilin ne satıyor? Kumpir! Bilemediniz di mi? =) günün spesyalini seçtim, tavuklu körili bişiydi, değişik ama güzeldi. 

Karnım doydu, ben yine kendimi yollara vurdum. Karşıma çıkan her dükkana uğradım. Her dükkana! Çünkü daha öğlen bile olmamıştı ve ben eve dönmek istemiyordum. Alışverişten haz etmeyen biri olarak hızlı hızlı girdim çıktım dükkanlardan, taa ki bir yıldır aradığım tarzda bir dükkan bulana kadar! Bu yağmurlu ülkeye geldiğimizden beri doğru düzgün kıyafet satan bir dükkan bulamadım. Ya her t-shirt'ün kotun sağı solu allı pullu, ya da aşırı pahallı. Türkiye'de en fazla 15'ye alacağın t-shirt hem zevkine uymuyor hem de fiyatı £20 olunca insanın sinirleri bozuluyor tabii. En makul ürünler yine H&M'de var ama onda da indirimi yakalamak gerekiyor. Neyse bu yeni bulduğum dükkan da dışardan bakınca çok cafcaflı bişiy gibi göründü ama her dükkana giricem ya, buna da girdim. Girmemle gözlerimin fal taşı gibi açılması bir oldu. Sol tarafımda güzel güzel katlı rengarenk t-shirtler ve fiyatı da £1.5-2. Sonrasını hatırlamıyorum =)

Eve geldiğimde yorgun argın atım poşetleri bir tarafa, odaya girmemle muslukların açılması bir oldu! Sanırsın ki adam öldü, veya terketti gitti. Amanııın, ben çok fena yaşlanmışım da farkında değilim valla. Neyse çok sürmedi 2-3 dakika zırladım "ben kocamı çok özledim, ya ona bişiy olursa, Allah'ım noolur bişiy olmasın ona" diye diye, sonra geçti. Zaten başım ağrıyordu çok fena, attım kendimi yatağa, yumdum gözlerimi uyudum azcık. Uyandığımda sevdicek de sağ salim varmıştı ama bu defa da Zerrincim'e ulaşamadım. Sardı mı beni bir feci suçluluk duygusu? "Allahım Onur için çok dua ettim de Zerrin'cimi unuttum diye beni cezalandırma noolur" diye bi arabesk kaset koydum ki çok sürmeden Zerrin'cime de ulaştım çok şükür. Ve ilk iş, aldıklarımı denemek, valize yerleştirmek oldu. Ha bak sahi şimdi aklıma geldi, arada bi yerde de Toruist center'a gidip eksik kalan hediyelikleri aldım. E bize ne aldın derseniz, size sorduk ya ne istersiniz diye twitter'dan, aklınız karıda kızda ben naapiyim. Ha yok twitter'dan sorduğun sayılmaz diyen varsa tamam la tamam, kıyamam söyleyin buralardan bi isteğiniz varsa getireyim gelirken. 

30 Mart 2010 Salı

iPod Almak İsteyenlere

x


iPod almak isteyenler için Vatan Bilgisayar bugün süper bişiy yapıyor: %20 indirim!
Tabii sadece iPod için geçerli değil bu, bugün tüm ürünlerde %20 indirim var Vatan Bilgisayar'da. 


Ama iPod hayali kuruyorsanız 32GB'lık bir iPod'u 736TL yerine 589TL'ye alabilirsiniz. Bu kadar para vereceğime GittiGidiyor'dan alırım diyebilirsiniz ama Türkiye Apple Yetkili Servisi Bilkom'a sorduk, GittiGidiyor'dan "garantili" diye satılan iPod'ların garantisi Türkiye'de değil Amerika'da geçerli. Yani olur da bir sorunla karşılaşırsanız hem garantiden faydalanamayacak ve ücret ödemeniz gerekecek hem de güvenilir olmayan ellere teslim edeceksiniz ufaklığı... Birazcık daha fazla vererek garantili bir iPod almayı düşünenlere tavsiyem Vatan Bilgisayar. 

21 Şubat 2009 Cumartesi

Alışverişşş

Aslında sadece ayakkabı değil, kıyafet alışverişinde de öyle seksen saat harcamayı sevmiyorum, afakanlar basıyor. Hatta çoğu şeyi denemeden alıyorum. Her ne kadar giydiğim beden markasına göre değişse de tahmin edebiliyorum bana olacak olan şeyi az çok, zaten olmazsa da ertesi gün gidip değiştiriyorum, çok daha kolay oluyor o daracık kabinlerde eğilip bükülüp kan ter içinde kalmaktan. Ama ayakkabılar gibi sorunlu olduğum bir diğer şey de kotlar. Denemeden alınmıyor ve denemesi çok eziyetli, üstelik kendi başıma da anlayamıyorum iyi olup olmadığını, yani yanımda birisi daha olması gerekiyor, bense çoğunlukla alışverişe tek başıma çıkıp hızlıca alıp dönmeyi seviyorum. Bana fikir vermek için yanımda gelenlerse genellikle benim hiçbişiye doğru düzgün bakmadığımdan, o kadar hızlı geçersem asla ürünleri doğru düzgün göremeyeceğimden bahseder dururlar. Halbuki düzgün tasarlanmış bir dükkana kapısından kafamı uzatsam alıp almayacağım bişiy olduğunu şıp diye anlarım, büyük bir mağzaysa hızlıca bir tur atsam alacağım şey zaten göz kırpar bana. Ha bu söylediğim gece kıyafetleri için geçerli değil tabii ama zaten toplasam hayatımda en fazla 3 kere öyle bir alışverişe çıkmışımdır. Bak yazınca aklıma geldi yine, kot alışverişindeki sıkıntılar nedeniyle bi kota yapışıp günlerce üstümden çıkarmayıp, bi gün yıkayıp hemen ertesi gün yeniden üstüme geçirdiğim zavallı kotlarımdan iki tanesi hayata gözlerini yumdu, en kısa zamanda gidip onları terziye vermeliyim ki yeniden hortlasınlar, keza alışverişe falan gitmek İSTEMİYORUM!

Ayaklara özgürlük!

Alışverişin sadece kadınlara özgü bir tutku olmadığını görecek kadar alışveriş tutkunu erkek tanıdım, hatta özellikle ayakkabı konusunda tanıdığım birçok erkekğin tandığım birçok kadından daha tutkulu olduğunu söyleyebilirim. Ama yine de kadınların adı çıkmış ya dokuza, özellikle ayakkabı alışverişi konusunda, ünümüz çok vahim. Gel gör ki durum benim gibi bir cadı olunca iş değşiyor biraz, keza ben NEFRET ederim ayakkabı alışverişinden. Bi dolu ayakkabım olsun ister miyim onu bile bilmiyorum. Ayakkabılar konusunda tek istediğim, üç yazlık iki kışlık ayakkabım olsun, hepsi bu. Ama tabii ki daha fazla ayakkabım var çünkü acıttıma derecelerine göre giyilebilirlikeri değişiyor ve bu acıtma katsayılarının yüksekliğini ne yazık ki satın alırken hiç çaktırmıyor bu lanet şeyler. evet topamda 5 çift yeter bana ama mümkünse onları da ben gitmiyim almaya, ve mümkünse lütfen yara yapmasınlar, canımı acıtmasınlar, su toplatmasınlar. Ne zaman ayakkabı almak istesem bi kere sevdiğim modeli bulmam imkansız gibi olur. Neden kadınların ayaklarını küçük gösterme isteği vardır bilmiyorum ama zaten küçük ayaklı birisi olarak bir numara büyük ayakkabı almama rağmen hala acıtan yerler oluyorsa, normal boy alanlar kim bilir ne acılar çekiyor diye düşünmeden edemiyorum. Sevdiğim modeli bulunca da 36 numarasını bulmak işkence. Tamam 37'ye de razıyım, ama 39 vermeye kalkışmak tamamen saçmalık yani. Ha 35 numara bile giyebiliyorum kimi zaman ama bulabilmek için çocuk reyonuna inmek gerekiyor. İşin açığı, ben bakınca hiç de küçük görünmüyorlar, hatta kışlık ayakkabılarımı özellikle büyük alıyorum ki 2-3 kat giydiğim yün çoraplar başıma bela olmasın kış boyu. Ama yine de ayaklarıma bakıp, bunların üstünde yürümeyi başarabiliyor musun gerçekten, diye soran arkadaşlarımı anlamam mümkün değil. Vallahi o kadar küçük değiller yahu! Belki de bu ayak meselesi de benim ten rengim gibi, bana özgü bişiydir.. Nereme dokunulduğunu anında ifşa etme özelliği barındıran sevgili bembeyaz tenim, azıcık dokunsam bile kızarabiliyorsa; sevgili ayaklarım da belki azıcık bir basınca aşırı tepki veriyorlardır, bilemiyorum. Öneceleri "hepi topu ayağıma giyeceğim, çamurlara batıp çıkacağım ve yoldaki teneke kutulara tekme atacağım ayakkabılara neden tonlarca para veriyim ki" diyip aldığım ucuz ayakkabılara atıyordum suçu ama verdiğim paraya bakmaksızın istisnasız her yeni ayakkabının minik ayaklarımla girdiği savaşı görünce anladım ki sorun ucuzluğunda, markasında veya kalitesinde değil. Nerden mi aklıma geldi? S&C'de (evet rezil bir biliminsanı olarak bu diziyi de izliyorum) hatunların öylesine taptığı bişiy olarak gösteriliyor ki, onlar ayakkabı reyonlarına baktıkça bana afakanlar basıyor. Ne yalan söyliyim, yazın asfaltın sıcaklarından ayaklarım yanmadığı ve cam kırıkları olmadığı sürece çıplak ayak yürüyüp eve gelince seksen bin kere ayaklarımı yıkamak suretiyle dezenfekte etmeyi tercih ediyorum. Kimi insanlar çıplak dolaşmayı sever ya hani, benim de ayaklarım öyle, çıplak yaşamak istiyorlar. O denli ki, hep alıştığım terlikleri giyemezsem ikide bir biyerlere takılıp tökezliyorum. Boşuna teee Ankara'lardan getirmedim terliklerimi di mi? Boşuna yerden ısıtmalı ev hayali kurmuyorum di mi? Terlik giymeye gerek yok, üşütme ihtimali de yok, süper işte!

14 Ocak 2009 Çarşamba

"Finlandiyada bir hobbit" hikayesi yazamam ki..

Şimdi şöyle oldu: Süper verimli iki günün ardından 'bugün azcık alışverişe çıkıyım da kasımdan beridir hep ertelediğim şu masa takvimimi alıyım artık kendime' dedim ve tabii ki bulamadım, kalmamış. Nasıl sinirlendimse yine kendimi çok rezalet hissederken yakaladım; akşam oldu, AOM oynayalım dediler; he dedim; sonra vazgeçtik film izleyelim dedik ama filme konsantre olamadım ben her zamanki gibi; odama iniyim bari dedim; inerken de sinirlerim boşaldı azcık böyle şıpır şıpır damladı bi üç-beş damla; yazdığım kodu çalıştırıp yatarım diyodum ki baktım bi hobbit var msn'de; piştt demiş, uyanık mısın? demiş, nasılsın? demiş; anam bi sevindim bi sevindim, gerisini siz tahmin edin, saat 01:45'de başladık konuşmaya, aha saat yine olmuş 4 çubuk! Ona anlatıyodum 'bugün alışverişe çıktım aradığım şeyi bulamadım çok üzüldüm, kendimi mutlu ediyim diye 3 ay öncesinden kendime doğumgünü hediyesi aldım ama tam benim için üretmiş adamlar almazsam olmazdı' derkeeeen baktım ki tarif edemiyorum bi türlü, hemen fotoğrafını çektim, işte buyrun bakın; biriniz diyosa ki "yooooook witchie, bu hiç senlik değil" yarın gidip iade ediyorum =P yok yok imkanı yok iade falan edemem, aksine ilk fırsatta hediye paketi yapıcam kendim için, üst raflardan birine kaldırıcam, doğumgünümde hatırlayıp açıp çok sevinicem.


A bi de mart sonunda bizim burdaki TLH tayfası Finlandiya'ya ordaki arkadaşımızı ziyarete gidiyo. Hem de gidiş geliş 40 euro! Kalacak yerimiz zaten var, süper ucuz, süper güzel olacak yani ama ben büyük ihtimalle gitmiyorum. İhtimaller şöyle ki:
- Tüm sınavları geçtimse zaten Türkiye'de olucam bi güzel 1 ay tatil yapıcam, ne işim var Finlandiya'da?
- Sınavları geçtim ama Maria dediyse "gel bakiim çalış köleee" diye, tezime başlamış olucam, ne işim var Finlandiya'da?
- Sınavları geçemezsem bütünlemeler olacak o zamanda, ne işim var Finlandiya'da?

E ne işim var Finlandiya'da? =)))