bu fırsat kaçar mı bee etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
bu fırsat kaçar mı bee etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Haziran 2010 Salı

Idefix frsatları!

Hızlı bir güncelleme yapayım dedim ki iki yazı tuttu bu hızlı güncelleme, geldik sebeb-i ziyaretimize;

Sağ tarafta yeni bir kutucuk daha var artık; idefix'in fırsatlarını gösteriyor. Bu fırsatlar benim mailime sürekli geliyor, ben de hep diyorum ki "şunu blogda yazayım, kesin çok seveceklerdir", ama sonra sıra bi türlü ona gelmiyor ki. E ben de kolayını buldum işte. Bu eşsiz hizmet, bir tık uzağınızda :P Sağ sütundaki idefix kutucuğunda benim ilgimi çeken, sizin de özel olarak ilginizi çekeceğini düşündüğüm şeyler oldukça buradan haber vermeye çalışacağım. Mesela şu günlerde NTV Yayınları'ndan bugünü anlamak için üç kitap; Ortadoğu'yu Anlamak, Büyük Oyunu Anlamak, Irak'ı Anlamak... Üstelik üçü bir arada sadece 50 TL. Kendimi pazarlamacı gibi hissettim bi an, ama tüm bu heycanım bu kitapları da kütüphaneme eklemek isteyip de alamayacak oluşumdan ibaret. Ben alamıyorum belki siz alırsınız diye haber vereyim dedim işte...

24 Aralık 2008 Çarşamba

24 Aralık 2008 - 00:57

yazmam gerek, o güzel gülen gözlere ve kendime haksızlık etmemek için...
yazmam gerek, o güzel dakikaları unutması kuvvetle muhtemel hafızama kurban etmemek için...

Gece 2,5da bindik Kent'in Kayseri arabasına, iğrençti. Fen-Edebiyat fakültesine vardığımızda sabah 8,5 civarındaydı, 09:55'di İbrahim Hoca'nın kapısını tıklattığımda, seminerime başladığımda 10:15, rahata erdiğimde sanırım 11'di.

Zerrincim, OnurCUK ve Ziza ile birlikte keyifli adımlarla ilerlemeye başlayıp titrek tavşanı gördüğümüzde kampüste, saat kaçtı bilmiyorum. Sanırım Stresi Rahatlık geçiyordu. Eve vardık, biraz zaman aldı benim hayatımın en rezil seminerini vermiş olmamın huzursuzluğunu ve fakat atlatmış olmamın verdiği rahatlığı farketmem. Ziza ve OnurCUK hemen kahvaltı hazırlıklarına giriştiler, aslında sabah 6'ya kadar beklemişlerdi kapılarını çalmamı ama böylesinin daha iyi olduğuna karar verdik sonradan, hayatımın en dostane ve en lezzetli kahvaltısını yaparken. Özellikle OnurCUK'un yaptığı peynir tavalama ve Ziza'nın yaptığı ekmeği anlatabilmeyi, ben yazdıkça sizin ağzınızda o tadı hissettirebilmeyi çok isterdim ama o şans bana aitti bu sabah.
Mükemmel ötesi bir kahvaltının ardından oturma odasına geçtik, aktarılacak filmler diziler müzikler ders notları, izlenecek komik videolar ve OnurCUK'un XVI. Ulusal Astronomi Kongresi'ndeki konuşması vardı bizi bekleyen. Gün içinde Mehemet ve James ile tanıştık, Seval'i de ağırladık kısa bir süre, Lazca'dan bahsettik, facebook çılgınlığından, 80leirn sonu 90ların başındaki çizgi filmlerden ve arkadaşlarımızdan bahsettik.
Zaman nasıl geçti bilmiyorum, tek bildiğim kendimi çok "aitmiş" gibi hissettiğim, uzun zamandır özlediğim sohbet ve çok güzel bir mutluluk tadı... Kocaman bir teşekkür burdan sizlere, o güzel gün ve içimi ısıtan o güzel gülen gözleriniz için..

Akşam vakti, Şener ve taze sözlüsü ile buluştuk, halamın evine gittik. Babaannem de ordaydı, ve Zekiye ve çocukları. Son bıraktığımda pencereden dışarı bakıp "dıgıl dıgıl" diyen Elif'i artık konuşan ve yürüyen ve hatta sıkıca parmaklarımdan tutup benimle danseden bir tombalak olarak buldum karşımda. O huysuz Ayhan'ın artık ilkokul 2.sınıfa gittiğini ve ben yokken insanlara benden bahsettiğini öğrendim "biliyo musun bizim ailemizde astronom var, bana uzak kitapları alıyor" diye. Akşamın beni en çok güldüren hikayelerinden birisi ise babaannemin babam çocukken bir ayakkabıcıya yaptırdığı ve kaybolmasın diye babamın beline taktığı lastik ipli tasma oldu. Evet ya, kaybolmasın diye bir tasma yaptırmış ipi lastikten ve beline takarmış dışarı çıktıklarında. Hay allahım yaa =))) Ve...hemen üstüne... en sevdiğim çocukluk arkadaşım ve aynı zamanda da çok uzak da olsa bir akrabam sayılan Taner'in evlendiğini öğrendim, içim kırıldı, gözlerim doldu, konuyu değiştirdim hemen. O benim en iyi çocukluk arkadaşımdı. Yazın benim için en sıkıcı İstanbul günlerinin bile en keyifli hatıraları, sabaha kadar atari oynadığım, birlikte salıncağa bindiğim, birlikte yaramazlıklar yaptığım en iyi arkadaşım evlenmişti, bana bir davetiye bile göndermeden, bir telefon bile etmeden bir kısa mail bile yazmadan... Daha sonra terminalde oturup otobüsümüzün kalkış saatini beklerken Zerrincim'e anlatıyordum ne kadar kırıldığımı, 3 damla damladı gözümden, durdurdum gerisini ama içim burukldu yine.

Ve fakat bugün çok güzel bir gündü tüm "ama"larına rağmen:
- seminerimi verdim her ne kadar bana yakışan bir şekilde olmasa da, çok da kötü değildi
- Ziza'nın blogunda benden bahsettiğini görüp mutlu oldum ama üzüldüm sabaha kadar uykusuz kalmalarına sebep olduğum için
- OnurCUK'un süper süprizi beni çok mutlu etti
- Bol bol güldüm hiç rol yapmadan, hiçkimseye "Türkiye'yi temsil ediyor olma kaygısı" hissetmeden, içimden geldiğince, içimden geldiği gibi güldüm bol bol
- Huzurlu hissetttim kendimi
- Şener için ne kadar önemli olduğumu hissettim, çok önemli olmasam da yine de önemliler arasında olduğumu görüp çok mutlu oldum
- Ayhan'ın beni benden bahsedecek kadar hatırlamasına çok sevindim
- Elif'le dansetmeyi sevdim
- Bu güzel günü yaşarken Zerrincim'in de benimle olması öyle iyi geldi ki..zaman zaman canının sıkılmasına üzülmeme rağmen sıkıntıdan fazla mutluluk paylaştığımızı düşünüp "iyi ki gelmiş" dedim

Şimdi otobüsteyiz, yine Kent Turizm'de. Giderkenki pis ve huzursuz yolcuğula rağmen neden yine Kent'le döndüğümüzü bilmiyorum, ama şunu çok iyi biliyorum ki bir daha asla Kent'le seyahat etmeyeceğim. Hatta kendime yaptığım bu haksızlıktan ötürü haftasonu İst. seyahatimi KamilKoç Rahat Hat'la yaparak kendimden özür dileyeceğim.

Ve bi de...
...eve uyuz misafirler gelmiş, o yüzden hiç eve gidesim yok.
... yarın akşam Bilimliler toplantısı var ama mekan hala belli değil, sinir oldum, en kötü ihtimalle Zeynep'le mutlaka buluşucaz.
... İst'a Perş .akşamı gidip Pazar sabahı Ank'da olacak şekilde dönmeyi planlıyorum ama henüz kesin değil
... otobüs çok pis kokuyo, midem bulanıyo, koca otobüste Zerrincim ve benim dışımdaki herkesin abuk ve eril cibilliyette olması çok rahatsız ediyor, otobüs çok pis kokuyor, midem bulanıyor...

10 Aralık 2008 Çarşamba

Finden Sie nicht auch deutsch sprechen?

Naapcam hiç bilmiyorum, hiç! Taa üniversitenin ilk yıllarından bi arkadaşım gelmiş Bonn'a, onunla buluşucam. İyi hoş da, akşam MPI'dekilerle yemeğe gidiyorlarmış, sen de gel diyor. Evet biliyorum bu davet süper ama ben hala Almanca KO-NU-ŞA-MI-YO-RUM! Of allahım yaa.. Anlıyorum anlamasına, hatta çok zorladım mı yazıyorum bile ama konuşamıyorum. Zaten yurttakiler de sinir ediyor iyice, bazen çalışıp çıkıyorum mutfağa gidip biraz pratik yapıyım diyorum başlıyolar hemen bana garip garip bakmaya. -Nooldu diyorum yanlış mı kurdum cümleyi? -Yoo çok doğru. -E o zaman telafzum mu yanlış? -Hayır, hayır, gayet güzel. -E sorun ne o zaman? -Ya biz alışık değiliz senin Almanca konuşmana da ondan garip geliyor. Kih kih kih... Allahım nerde o sayfalarca Almanca mektup yazdığım günler? Azcık düzgün çalışsam hatırlıycam halbuki biliyorum ama neyse işte yine geldi yumurta kapıya dayandı, benim için öncemli onca adamın arasında yine sessiz kukla gibi oturup hafif tebessümlerle katılıcam konuşmalara, eğer gidersem! Gerçi iyi oluyo böyle, burdaki yırtık kızlardan sonra bayaa bi hanım hanımcım görüyorlar, çok etkileniyorlar. Hele bi de zarifce giyinip minik bi yaka iğnesi veya fular taktım mı, taze yaz sabahı gibi kokan hafif bir parfüm ve hafif topluklularla ortama girdim mi bir de ağzımı bıçak açmayınca, üstüne de onların rezil aksanlı ingilizcelerinin yanında aksansız bir İngilizce ile konuşunca süper oluyor. Tabii ellerinde kağıt kalem olmayınca formüllerini de bir kenara bıraktıkları için, meydan benim güzelim yorumlarıma kalıyor ki değmeyin keyfime. Ama.. Ama'sı var işte işin. Bi kere Kayseri'deki olaydan sonra(bi ara anlatırım ama kısaca bir tecavüz öyküsü diyeyim size) bir süre gündüz bile tek başıma çıkmaya korkar hale gelmiştim, sonra gündüzlere alıştım ama geceleri çok zorda kalmadıkça çıkmıyorum tek başıma. Şimdi bunlar kesin benim bilmediğim bi yere gitmişlerdir yemeğe çünkü ben geldiğimden beri restoranta falan gitmedim burda. Herşey hem ateş pahası hem de yemeklerin üstüne iğrenç soslar koydukları için ya yiyemiyorum ya da yesem de anında midem bozuluyor falan filan.. Of.. Tek başına çıkmak var, mekanı bulmak var, eğer arkadaşım da almanca biliyorsa gecenin çoğunu sessiz azınlık olarak geçirmek var, bunun bi de dönüşü var, ve bir de yarın sabah erkenden kalkıp kuasarlar dersine yetişmesi var. İyisi mi ben sessiz sedasız evimde oturup kuantum çalışayım, hiç olmadı örgü falan örerim... =/

Zaten Zerrin'cime de ulaşamıyorum, teleşlıyım öğlenden beri..