9 Aralık 2008 Salı

Bayram 1 gün değil ki...


İkinci gün sabah muhtemelen 11,5 civarında kalkar kahvaltı faslını halledip uyuşukluktan kurtulma safhasına geçeriz. Ben önce Şaybe'cimleri arayıp planlarından emin olurum, sonra Sevinç'leri ararım. Şaybe'cimler, Sevinç'leri ve beni bekledikleri için evde duracaklardır, Zerrin'cimi ve eğer kabul ederlerse anneannem ve dedemi de alıp Şaybe'cimlere gideriz, ve bir şekilde Sevinç'lerle orda karşılaşırız yine. Evet ekip aynı ekip ama mekan farklı =) ve tabii ki Şaybe'cimin benim için özel olarak yaptığı limonlu kek, ve küçük bir ihtimal ki Cemile Hanım Teyze'nin artık yaşlandığı için pek yapamadığı özel poğacalar önemli bir farktır benim için. O limonlu keki Şaybe'cim gibi yapan yoktur dünyada bence, ve Cemile Hanım Teyze o poğacaları her yaptığında yaklaşık 25-30 tane yapar sanırım ve sadece 1 tanesine ceviz veya zeytin koyar "bakalım bu senenin şansı kimdeymiş görücez" der bi de, ve her seneki gibi ben ilk yediğim poğaçada bulurum o şanslı olanı, düzen bozulmaz =) Bir süre sonra Meral Abla'lar gelir ve Sevgi Teyze'ler ve belki Gönül Teyze'ler de gelir. Tüm çocuklar, yani ben Haydut ve Eşkiya en çok Meral Abla'nın gelişine seviniriz çünkü o harçlık verir ama ben Gönül Teyze'yi görmeye daha çok sevinirim çünkü çok hoş sohbettir, ve her ne kadar tutturamasa da pek keyifli kahve falı bakar. Bir süre sonra bu kalabalığa dayanamayan dedem huysuzlanır ve biz evimize gideriz, pijama terlik televizyon keyfi başlar, Zerrin'cimle yumuş yumuş kanepede otururken "bak bu sefer uyumayalım da güzel bi film bulup onu izleyelim tamam mı" konuşmasının üstünden yarım saat geçmez ki biz sarmaş dolaş uyuya kalırız kanepede, ikinic gün de böyle biter...

Evet 25'ine gelmiş hala bayramlarda ordan oraya atlayıp zıplayan, el öpen, şeker yiyen garip bir yaratık gibi dursam da biliyorum ki ben evde olmayınca ne hikmetse bizim ev ölü evi gibi oluyor. 13-14 yaşındaki kuzenlerde hiçbir neşe belirtisi yok, telefon çalmaz, televizyonun sesi çıkmaz, ve sanki anneannemin yemekleri güzel bile kokmaz, bilmiyorum neden böyle olduğunu. Arada bir telefon ediyorum eve, sanki az önce ölüm haberi almış gibi bir sesle açıyorlar telefonu, arayanın ben olduğumu anlayınca sesleri yerine geliyor, yavaş yavaş arkadaki sessizlik bozuluyor, önce konuşmalar sonra gülüşmeler geliyor, ve mutlaka birisi diyor telefonu kapatmadan önce "sen bu evin neşesisin" diye. Hoşuma gidiyor ama üzülüyorum da aslında. Artık evin neşesi o bıcırık kuzenlerim olmalı sanki, sanki beni artık eşşek kadar oldun kategorisine koymaları gerek gibime geliyor. Garip ki eve gidip uslu uslu bir koltukta oturduğumda herkes neyin var diyip duruyor, ama şarkılar söyleyip danslar ederek millete çay koyduğumda, hatta hızımı alamayıp birilerinin kucağına atladığımda normal geliyor. Bunlar için artık biraz(!) büyüdüm sanki ama birisinin bunu evdekilere anlatması gerek belki de. Hep mutlu olmak ve mutlu etmek sorumluluğu üstümdeymiş gibi yorgun hissediyorum kendimi bazen. Yine de insanın böyle kocaman bi ailesi olması güzel, çok güzel!
Yarın: bayram harçlıkları nereye gidiyor? (bayram yazı dizisi son bölüm)

PS: bu yazı rengi çok mu göz yoruyor bana mı öyle geliyor? Fikir beyan ederseniz seviniciiim.

3 yorum:

  1. anlamaları zaman almaz witcie biraz zor kabulleniolar ama:)
    yazı rengin değilde canım temanın rengi öle biraz):

    YanıtlaSil
  2. son yazıda yazı tipini değiştirdim sanki daha rahat oldu gibi mi acaba?

    YanıtlaSil
  3. Siyah üstüne siyah yazsan yie keyifle okunur kanka!
    Ankara'da sensiz bayram şekersiz şekerlik gibi GEL ARTIIIIIKKKKK!!

    YanıtlaSil

İki kelam etmeden gittiğinde üzülüyorum ben.