ankara etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ankara etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Mayıs 2009 Cuma

Sözlendik!

7. Cad. Bulka'da sabah kahvaltısı, LCW'dan alışveriş, yüzüklerin alınması, Kızılay'a gidiş, "ya bunların içine isim yazmadık kiiii", isim yazırma faslı, Ostim'e varış, İkmal'de yüzüklerin takılması, poğaçaların yenilmesi, iş güç vırt vızık...

Sözlendik yahuu!
Detaylar, fotolar vs. ilk fırsatta gelecek, şimdi ikmal'den çıkıp Şevval Sam konserine doğru yola koyuluyoruz, biz ve yüzüklerimiz! :)

Dün

Kayseri --> Ankara tren yolculuğu
tren 00:05'de kalkacaktı ama gara geldiğinde 01:30 civarıydı, garda uyuduk o zamana kadar.
Tren çok yavaş gitti, sıkıldık yolda, ama uyuduk bol bol, güzeldi. Tren yolculukları hep güzeldir zaten. Aslında yavaş gitmesi iyi de oldu bi bakıma, sabahın kör karanlığında varmamış olduk. Zerrincim geldi karşıladı bizi, teyzemlere bıraktı, kahvaltı yaptık. Ankara simidi gerçekten Ankara'ya özgüymüş artık kabullendim. Süper bişiy bu simit! Ankara'dayken kıymetini bilmemişim.. Mac'imizi aldık, artık bi ayağı sakat... teyzemlere geri döndük, biraz çalıştık, ben biraz dedikodu yapayım teyzemle derken çalışma odasından bir kaplan sesi gelince anladım ki OnurCUM uyuya kalmış. O uyudu, ben ortalığı karıştırdım biraz, dayım geldi, OnurCUM uyandı, biraz daha çalıştık sonra Ankara'yı özlememe neden olan şeylerden birini gerçekleştirdik Şişkolar ailesi olarak, Uludağ kebapçısına gittik. Seviyorum ben burayı yahuuuu! Sonra sonra.... Şenliklere girelim dedik ama öğrenci kimliğin yoksa 10 YTL'cik bayılmamız gerekiyordu ve fakat kimliğini kullanarak giriş yapabileceğimiz hiçbir(!) arkadaşımız yoktu. Neyse ki anarşik damarı kabardı teyzemin de prof.luk forsunu kullanıp arabayla geçtik kapıdan. Sohbet, muhabbet, azıcık bira, bol bol özlem gidermeler, eski dostlar, garip arkadaşlar, anlamsız tribal enfeksiyonlu kimseler, gereksiz kalp kırmalar, balerinin etekleri, pamuk şeker, dostlar, gülümsemeler... (Allahından bul e mi OnurCUM) MFÖ öncesi garip grup, (kapa çeneni OnurCUM), ama yine de güzel şarkılar, merdiven üstü soğuk beton, soğuk bira, sevimli sevgili, MFÖ, şarkılar, şarkılar, şarkılar, şarkılar, şarkılar, şarkılar, şarkılar, şarkılar...
"OŞ arabada kalsa olur mu acaba?" "/@&%+^+é'^+&é" "İyi be tamam, gıcık şey!"
Zerrincim'le sohbet, balkon sefası, kavun peynir ekmek, sohbet, sohbet, sohbet, uyku, sohbet, mır....

28 Aralık 2008 Pazar

bakalım bakalım

Dönüş biletim olmadan, nerede kalacağımı bilmeden, mantığımı bile yanıma almadan çıktım yola pazar gecesi 23:30'da. Sabah 5,5'da Esenler Otogarı'ndaydım. Biraz bekledim, Çiko'cum geldi, gittik bi güzel kahvaltı yaptık Bonn'daki arkadaşlarımıza hediyeler aldık, Taksim'e gittik dolandık, bana kestane aldı ve servise bindirdi.

Yola çıkarken aklımdaki şey Taksim'de makul mantıklı bir mekan bulup, "ben geldim, son bi kere görüşmek konuşmak istersen buyur beklerim" demekti Mr. Rude'a ama sonra farkettim ki orada görmek istediğim diğer insanlar da var, "yürü be kızım kim tutar seni" dedim kendime, düştüm yollara. Sonrasını ne sen sor ne ben anlatayım...Garipti diyebilirim ancak. Akşam peder beyi aradım, Kadıköy'de buluştuk, eve gittik, ona facebook'u öğrettim, saat 2 civarında da yattık uyuduk. Ctesi günü sabahtan düştük yollara, Özsüt'te hızlı bir kahvaltı yaptık sonra hayırsız kuzenimin iş yerine gittik, affettim tabii görünce, sarıldık koklaştık, viaport yollarına düştük, ben sinir krizleri geçirdim bir miktar, alışveriş yapmayı sevmeyen bir cadı olarak epeyi zorlandım ama geçti gitti bi şekilde işte. Ardından Mr.Rude'un yanına gittim yine. Akşam vakti de tuttum elinden getirdim Ankara'ya... Çok kolay söylediğimi sandığı ayrılma meselesinin aslında kolay olmadığını ama sandığından fazla üzüldüğümü anlatmaya çalıştım bi kez daha ama bunca zaman beceremediğim şeyi şimdi de becerebildiğimi hiç sanmıyorum. Bu hafta bakalım bakalım dedik...bakalım bakalım.. görücez tamam mı devam mı...

Evde durumlar o kadar boğucu ki bunu anlatmamın mümkünatı yok. Koşa koşa kaçıp gitmek istiyorum evden, herkese ve herkese sinir oluyorum. En çok da misafir adı altında gelip ailenin huzurunu bozan insanlara sinir oluyorum. Sözkonusu canlının benimle aynı tarihlerde Türkiye'ye gelip gitmesi ise ancak benim tatillerimi zehir etmekte. Adam psikopat diye tüm terbiyesizlik, küstahlık ve edepsizlik haklarını nasıl alabiliyor bilmiyorum ama bu şekilde devam ederse benim de o kötü yüzümün ortaya çıkması çok yakın.

Sinirliyim, gerginim, gitmek gitmek gitmek istiyorum. Ya da açılıp şöyle bi koca tokat yapıştırmak istiyorum suratına!

Kar yağıyor bu sabahtan beri, şehre indiğimde karla kaplıydı her yan, ama çıkıp kartopu oynayacak kimsem yoktu işte.. kendi kendime "kar yağıyooo" nidalarımı dinledim durdum. Kar hala yağıyor ama bende ne huzur var ne neşe... Tüm bencil insanlardan nefret ediyorum, beni seven herkesin bencil olmasından da nefret ediyorum. bi bahane bulup çıkıp gitmek istiyorum bu evden. hayal ettiğim tatilimin içine eden herkesin tek tek elini sıkıp teşekkür etmek istiyorum. Gerçekten sayenizde tam da ihtiyacım olan tatili yaşıyorum!

24 Aralık 2008 Çarşamba

Kar ve Ayva Tatlısı!



Sabah 5,5 du sanırım otobüsten indiğimizde, her ne kadar Ankara'ya yaklaştıkça ben ara ara uyanıp cama çarpan kar tanelerini görmüş olsam da gece vakti Emek'in o karla kaplı, sessiz ve pembeye çalaan sokaklarının verdiği kar mutluluğu bambaşka! Yürüyerek gittik eve Aşti'den, Zerrincim kayıp düşme tehlikesi ve muhtemel sapıklardan korkarken ben iki de bir "kar yağıyo yaa, ne süper bişiy di miiiii" nidalarıyla pek bi rahatsız ettim onun korkularını, yolun sonunda artık o da karın tadına vararak fotoğraflar çeker hale gelmişti =)


Evde misafir olduğu için bu saat oldu hala çıkmadım yataktan, karşılaşmak istemiyorum, karşılaşınca nasıl davranacağımı da bilmiyorum zaten. Ha şimdi ha biraz sonra diye diye ertelediğim banyo sefam ise az önce anneannemin odama ayva tatlısı getirmesi ile en büyük darbesini almış durumda. Uzun bir banyo keyfi düşlerken şimdi aklımdaki tek şey bi an önce misler gibi kokan temiz bir cadı olup çıkıp anneannemin mükemmel yemeklerinden yiyip üstüne tatlımı yemek. Ayva tatlısı için yılbaşı akşamına kadar beklemem gerektiğini düşünüp heycanlanırken böyle hiç beklenmedik bir anda onu karşımda görmek beni çok etkiledi doğrusu. Patlayana kadar ayva tatlısı yemek istiyorum!

22 Aralık 2008 Pazartesi

Şaka gibisin THY!

Havaalanına otobüsle gitmeyi planladığım için 16:55'deki uçak için 13:45 gibi evden çıkmayı planlıyordum ki saat 14 civarında kendimi Mark'ın anne-babasının arabasında buldum, havalanına vardığımda saat 14:20 idi. Bu kadar erkenden orda olmak sıkıcı değilmiş gibi bir de uçak 17:45'e ertelendi uçağın kalkışı ise 18:20 yi buldu! 4 saat bekleyiş! Neyse ki havaalanında beklerken 1,5 saat kadar uyudum biraz da bu sayede vakit hızlı geçti. Artık şehirlerarası yolculuklarda yanıma oturan garip insanlarla muhabbet etmemenin yolunu biliyorum ama uçak için henüz o kadar tecrübe kazanamadım sanırım, yine de bu seferki çok da kötü değildi, daha kötülerini de tercübe ettiğim hatta salaklığıma doymayıp abuk insanlara telefon numaramı vermek zorunda kaldığım da olmuştu. Hostesin de salaklıkları bir başkaydı, önce yaptığı hata başına iç açmasın diye yanlışlıkla fazladan doldurduğu sprite'ı içtim, sonra üstüme birisinin tereyağı çöpünü üstüme döktü, en az 2 kere omuz atarak yanımdan geçti, duty free satışı sırasında fiyat barkodları olan bi dolu kağıdı kucağıma düşürdü vs. vs. vs. Tabii bi de yanımda oturan süper anlayışlı(!) ve sakin(!) amcanın atraksiyonlu hareketlerine katlanmam gerekti ama neyse geçti bitti, indik derkeeenn... Amanın! Ne kadar çok insan var dış hatlar çıkışında! Kendimi Britney Spears gibi hissettim. Hani böyle NTV müzik ödüllerini almaya gelir havalı havalı kırmızı halıda yürürler, metal parmaklıkların ardında da hayranlar ve basın vardık tıklım tıkış, aynen öyle! Güvenlik önümden ilerliyor, açılın yol verin diye diye. Ben de bi havalandım, salına salına yürüyorum tıkır tıkır, derken o da ne! Bi dolu karafatma! Yanlarında da karamemet! Efenim Hac'dan mı geliyolarmış Hacca mı gidiyolarmış öyle bişiyler işte. Neyse koşa koşa iç hatlara geçtim, ilk iş kontor aldım kendime, trcell 100 kontor 18ytl olmuş, zaten yanıma 20 ytl harçlık ayırmıştım, kontoru de alınca sap gibi kaldım ortada. Yok aç falan değilim, kredi kartımda da limit var az biraz ama insan yine de bi huzursuz oluyo öyle cebinde 2 ytl ile. Neyse geçtim oturdum 105 no'lu kapının bekleme yerine ama bir yandan sürekli rötar anonsları yapılıyor bir yandan da bizim boarding vaktimiz geldi ama kapıya ne gelen var ne giden, görevli bulabilene aşk olsun. Diğer yolcular da benim gibi huzursuzlandı tabii ve sonunda beklediğimiz haber geldi. Hobareeeey! TK168 sefer sayılı Ankara uçağına 50dk rötar! Evet şimdi tam tahmin ettiğiniz gibi 105no'lu kapının bekleme salonunda bi dolu sinir küpü insanla birlikte bekliyorum. İşin ilginç yanı Barselona'dan vs. gelen dış hatlar uçaklarında da rötar olmuş bugün. A bi de yanımdaki amca ile farkettik ki uçağımız havaalanına geldiği halde bi tur atıp öyle indi, nedenini anlamadık ama heralde havaalanında işler bayaa karışmış bugün. Daha önce de bildiğim ama bu sabah ruh-u müdafaa'da duyup bir kez daha vurulduğum ve hemen mp3ünü bulduğum muppet show şarkılarından mahna mahna eşliğinde kafamı bıt bıt bıt sallayıp parmaklarımla tık tık not tutarak yazıyorum bu yazıyı, sağ salim Ankara'ya varsam ne güzel olacak ne güzel... Ben akıllı biz kız olsam da bunları yazmak yerine sunumumla uğraşsam daha da güzel olurdu pek de güzel olurdu ama aaaah ah!

22-12-2008 00:07

19 Aralık 2008 Cuma

Tatil planı

Somehow, yazdıktan sonra yayınlamak yerine kaydedip çıkmışım dün, zamanlarla dünlerle bugünlerle oynamadan olduğu gibi koyuyorum, okurken farkezdin ki günlerden Cuma, vakit de akşam =)


Evet sayın seyirciler, yaklaşık 3 haftadır sürmekte olan depresyonumuza çarşamba günü itibariyle son noktayı koymuş bulunmaktayız (cümleye Evet ile başlanmaz!!!). Ne oldu nasıl oldu da çıktık bu depresif hareketten derseniz, tek sebep seminer! Evet, seminer tarihini ve saatini belirledik, başlık kararlaştırıldı, ben çalışmaya başladım, ve keyfim süper! (Cümleye evet ile başlanmaz dedim, kime dedim heeey hoooo?) Şimdiye kadar konu ile ilgili topladığım makale sayısı 308. Tabii bu yaklaşık 2 sene önce bıraktığım haliyle bu miktarda, yeniden bir literatür taraması yapacağımı düşünürsek bu sayı daha da artacak pek tabii. Ama o kadar mutluyum o kadar mutluyum ki! Bu konuda aldığım yorumlardan sadece birisini sizlerle paylaşıyım: "En az 308 makale okuması gerektiği için böyle mutlu olabilen başka bir yaratık daha tanımıyorum." =)))

Dün Köln'e gittik Mark'la, bi dolu fotoğraf çektik ama asıl merak ettiğim Weinachtsmarkt kapanmıştı biz gidene kadar. Tavuklarla dolu bi ülke burası. En geç 9,5 oldu mu açık dükkan bulman imkansız gibi. Bari bi bira içelim o kadar yol geldik dedik ama istediğimiz gibi bi mekan da bulamadık, biz de geri geldik ilk trenle, burda güzel bi mekan varmış oraya gittik, sanırım hayatımın en güzel birasını içtim. Ben ki biradan hiç haz etmeyen birisiyim, tadı damağımda kaldı..

Sonracığıma bugün de eksik kalan son 2 hediyeyi aldım, eve geldim valizimi değiştirdim. İki küçük valiz alırım diyodum ama beni yolcu edecek kimse olmazsa burdan o zaman tek parça olması daha kolay olabilir diye düşünerek büyük valize aktardım eşyaları. Dün sabah Elena'yı yolcu ederken o kadar imrendim ki.. kız sadece bir el valizi aldı yanına bi de notebook, hepsi o! Ben de valize bakıyorum yine kilo sınırını aşmam umarım diye. Ama olsun, mutluyum memnunum halimden. Çikolata götüreceğim kimsem olmayıp da el bagajıyla gitmektense bagaj limitini aşmak ve onu taşımanın tatlı yorgunluğunu çekmek beni mutlu ediyor.

Gelelim planlara...
21.Aralık: Uçağımız Köln Bonn Havaalanından 16:55'de kalkacak, İst. aktarması yapıp 00:55'de Ank. Esenboğa havaalanına iniş yapacak diye umuyoruz(inmek yerine çivileme çakılırmış uçak, bu da benim son blog yazım olurmuş. acayip havam olur öte tarafta artık =P). Gecenin bi körü eve gittiğim için Pazar gününe dair bi planım yok, muhtemelen eve varışım 3ü bulur, anneannem dedem teyzoş ve saz ekibi ile bir süre oturur sonra aşkıma sarılıp yumuş yumuş uyurum diye düşünüyorum.

22.Aralık: Ptesi günü haydut ve eşkiya'nın okullarını sabote edip benimle kalmalarına ve birlikte evi süslemeye karar verdim ama bu kararımdan amiral teyzemin haberi yok henüz. Tüm sevimliliğimle ikna ederim onu sorun değil ama durum şu ki anneannem çam ağacımızı attığı için çam ağacı gerekiyor, valla hiiiiç alışverişe falan gidemem, bi çaresine bakıcaz artık. Sonra daha ayağımın tozuyla Ptesi gece yatağımda rahat bir uyku uyumadan hooop Kayseri'ye!

23.Aralık:
Muhtemelen Salı sabah 5,5 gibi otobüsten inip Ziza ve Onurcuk'un kapısına dayanıcam, heeey hooo ben geldiiiim diye, güzel bi küfredip bana bi lokma kahvaltı verirlerse kahvaltımı edicem, sonra da saat 10:00'da seminere koşucam. Seminer sonrası Seval'i Dicle'yi, Arzu'yu ayrıca bol bol öpücem ki özlüyorum onları, akşama doğru da 1 ay önce tanıştığı çıkmaya başladıklarının 10.gününde evlenme teklif ettiği ve yarın da nişanlanacak olan süper kuzenimi arıycam ki gelsin beni alsın gidip halamın süper mantısından yiyim. Ve akşam yine otobüs, bekle beni Ankara..

24.Aralık:
Bunca yorgunluktan sonra artık çarşamba günü evden dışarı adım atacak halim kalmayacak muhtemelen. Ama günün akşamında Bilimliler toplantısı var! Mekan neresi bilmiyorum henüz ama hepsini çok özlediğim bi dolu ortaokul arkadaşımla buluşacağım için şimdiden heycanlıyım.

25.Aralık:
Gündüzünde Zerrin'cimle birlikte ofise gitmeyi planlıyorum. Oraları da bi şenlendirmek gerek, somurta somurta çalışıyolar hep arada bi gidip maymunluk etmezsem olmaz. Evet, açıklıyorum, 25.Aralık akşamım boş efenim(kaç kere uyardım seni kaç kereeee!)! Gerçi eve gidip sülalece takılmak güzel bir alternatif olabilir gibi sanki, henüz bilmiyorum...
Zerrincim'in Antalya'ya gidişi ve eve istenmeyen uyuz misafirlerin gelişi hasebiyle benim İst.'a kaçışım söz konusu, İst.'da artık kim ararsa her teklife açığım, gezelim eğlenelim içelim tozutalım hesabı. Ama en geç 26'sı Cuma akşamı İstanbul yolları taştan sen çıkardın beni baştan diye diye sevgilimin kollarına atlamak İstanbul planımın asıl amacını teşkil etmekte pek tabii.

27.Aralık:
Sevgiliye adanmış özel gün olacağını tahmin ediyorum. Artık elimden tutup nerelere götürür bilemem. En uyuz olduğum şeydir, nereye gidelim sorusu, umarım güzel bişiyler vardır aklında, yoksa bile evde otururuz ama yeter ki o soruyu duymıyım. Hatta hane halkının sayısına bağlı olarak benim aklımda Tabu oyanamak planları var, burda en çok özlediğim oyunlardan birisi.

28.Aralık:
DALİ Sergisi! Evet, evet, evet! Gidicem! Bi de bugün pederi görücem, beni güzel bi akşam yemeğine götürür ardından da terminale bırakır diye umuyorum. Arada arayan arkadaşlar olursa, neden olmasın, buluşuruz vs. hiç belli olmaz. Günün sonunda tut sevgilinin elinden, doooru Ankara!

29.Aralık:
Bugün artık fakülteye uğramak farz! "Ethem dede Ethem dede derdime derman dede" diye tekerleme söylerlermiş Ethem dede yatırına gidenler, ben dünyanın en tapılası astronomi profesörü ve benim biricik danışmanım canım ciğerim Ethem Hocam'a giderken söylüyorum bunu. Kapısını tıklatıp, koşup boynuna atlıyorum sonra da! =) Tabii sonra özlediğim diğer hocalarım da oluyor, onlara uğruyorum, sonra sıra yüzbinyıldır asistan kalmayı başaran arkadaşlarıma geliyor, en önce Mitko Paşa (ki muhtemelen bi şekilde biz onunla daha önce görüşmüş oluruz bile), ve taze evli oda arkadaşı sonra da mutlaka Gökhan ve Tolgahan. Gökhan'ın zaten başına ekşiyeceğim için onun boş bir gününü veya gecesini ayarlamam gerek kendime, zilyon tane Sextractor sorucu sorucam ona. Ve ve ve.... tabii ki benim gibi gurbet çeken İtalya mağduru Tenay'ım, benim biricik kız arkadaşım! Sonra Mithat, Sami, Zahide ve daha kim varsa.. Günün akşamında Zerrincim'le buluşup Zerrin'lere gitmeyi planlıyoruz. Geçen defa teraslarında yaptığımız süper balık sefasında benim balığım eksik kalmıştı, onu telafi edicez =) Ama uygun değillerse Ayşegül'lere gideriz dedik, bakıcaz bakalım.

30.Aralık:
Gündüzünde Zerrincim'le ofise gidebilirim gibi..akşam üstüsünde süper kahraman Serkan'cımla buluşup sonra da Feryal'e geçeriz dedik ama başkalarına sormadan onlarla plan yapmanın dayanılmaz tereddütü içindeyim, bakalım ne kadar gerçekleşecek bu planlar.

31.Aralık:
Sevgiliye özel gün ilan etmeyi düşünüyorum yine, ama iki başımıza naapcaz diye sıkılırsak en kötü ihtimalle Haydut ve Eşkiya'yı da yanımıza katıp bi atraksiyon buluruz elbet; akşamında da çılgın yılbaşı partisiii!!!!

1.Ocak:
Aşkımla yumuş yumuş bir sabah, belki akşamüstü Şaybe'cimlere gideriz, ama akşamında Sevda'lara gitcez, koca yaz gitmedik çok üzüldüler, bu sefer mutlaka gidicez, tabu oynıycaz!

2.Ocak:
Gündüzü yine sevgiliye özel gün =) (Özledik şekerim naapalım, boşuna getirmedik heralde elinden tutup Ankara'lara). Akşamında Şaybe'cimlere gideriz, onun yemeklerini de çok özledim. Gerçi yılbaşı akşamı muhtemelen bişiyler yapar getirir ama olsun bana özel pişirsin bi de.

3.Ocak:
Aslında bu gece döneceğimi zannettiğim için gündüzünü Sevinç'lerle, akşamını da evde valiz hazırlamakla geçiririm diye düşünmüştüm ama dönüşüm 5 Ocak'ta olacak, böylece fazladan 2 günüm daha var, ki bunları planlamadım, plansız günler çok garip geliyor şimdi =)

Veeeee, asıl güzel haber! 5.inde Bonn'a dönüp 9'unda nükleer fizik sınavına giricem diye streslerdeydim ki bugün öğrendim meğersem o sınav final değilmiş. Deneme sınavı diyorlar ama finale etki edecekmiş, o yüzden vize gibi bişiy zannedersem. Bi rahatladım bi rahatdım ki anlatamam. Ama işin gıcık yanı, asıl final ne zaman olacak bunu bilen yok henüz...

Evet şimdi biraz daha seminerimle ilgileneyim, keza 22 o'clock da Mark, Erik ve Ziyad la birlikte Risiko oynıycaz(uyarmıyorum artık!)!

A bi de, çok içimden geldi, böyle uzun yazıları sabırla ve merakla okuyanlar olunca içim bi mutlu bi mutlu oluyo, öpüyorum her birinizi! mıccık mıccık!

10 Aralık 2008 Çarşamba

Hala bayram!

Üçüncü gün artık Zerrin'cime iyice fenalıklar gelmiştir, hızlıca duş alırız sırayla ve doooğru kuaföre yol alırız. Gerçi kuaför faslı Zerrin'cimi yine sıkan bişiydir ama ben cik cik ötmeye başlayınca saçım yapıldıktan sonra, onun da neşesi yerine gelir. Belki 7.Cadde'de bi fincan kahve içeriz, belki biraz yürür eve gideriz, belki Ayşegül'e telefon ederiz, İzmir'de değilse onunla buluşuruz, ya da Zerrin'cim işe gider ...
Ben de Haydut ve Eşkiya'yla buluşurum, Migros'ta veya Armada'da veya Kızılay'da, önce bi güzel Mc Donald's ziyafeti çekerim onlara, bacak kadar boylarına bakmadan kendileri ödemeye kalkışırlar, sonra ben ödeyince önce bozulur gözüme bakarlar biz çocuk muyuz edasıyla sonra jeton düşer ve işin tadını çıkarırlar. Yemeğin ardından ya sinemaya gireriz ya Fantasialand veya benzeri ne varsa mekanda.

Ne kadar lüzumsuz iş varsa hepsini yaparız muhtemelen ve benim tüm bayram harçlıklarım bitme noktasına yaklaşırken hadi artık yeter dediğimde herkes doymuştur haylazlığa ve kimse itiraz etmez, yorgun argın yola koyuluruz ve muhtemelen istikamet bizim ev olur, ama Sevinç'in nazına niyazına bağlı olarak benim onlara gitmem de mümkündür. Eğer bize gidersek zaten Sevinç'ler kalkışa hazır vaziyette bekledikleri için çocukları alıp giderler hemen, eğer onlara gidersek biraz sohbetten sonra hemen bi Tabu oynanır, üstüne belki bir okey, duruma göre belki biraz tavla...

Eşkiya yeni öğrendiği şeyleri çalar gitarla, Haydut da eksik kalmaz kemanı alır gelir, onlar çalar ben söylerim sonra kesmez bu durum enişteye sulanırım şu sazı bi çıkarsana diye, ortam değişir hemen, türküler dile gelir, zaman nasıl geçer bilmezsin, telefon gelir evden, "Witchie orda mı? Merak ettik saat kaç oldu" diye, halbuki herkes bilir benim orda olduğumu ama bu aslında "biz sıkıldık hadi gelsene" sinyalidir, eniştem beni eve bırakır, yolda sohbet ederiz onunla, ve eve girer girmez hemen hesap sorarım, "kimler geldi bakiim ben yokken bayramlaşmaya? Yönetici geldi mi? Yan komşu? Siz idae-i ziyarete gittiniz mi? Ne zaman gitceksiniz? Türkan teyze aşure falan yapmamış mı? Ben bi gidip elini öpiyim onun" diye hızlıca geçen konuşmanın ardından istikameeettt... kanepeee!

Üçüncü gün de biter, zaten bayram bitmiştir, ertesi gün de bayramın yorgunluğunu çıkarmak içindir...

9 Aralık 2008 Salı

Bayram 1 gün değil ki...


İkinci gün sabah muhtemelen 11,5 civarında kalkar kahvaltı faslını halledip uyuşukluktan kurtulma safhasına geçeriz. Ben önce Şaybe'cimleri arayıp planlarından emin olurum, sonra Sevinç'leri ararım. Şaybe'cimler, Sevinç'leri ve beni bekledikleri için evde duracaklardır, Zerrin'cimi ve eğer kabul ederlerse anneannem ve dedemi de alıp Şaybe'cimlere gideriz, ve bir şekilde Sevinç'lerle orda karşılaşırız yine. Evet ekip aynı ekip ama mekan farklı =) ve tabii ki Şaybe'cimin benim için özel olarak yaptığı limonlu kek, ve küçük bir ihtimal ki Cemile Hanım Teyze'nin artık yaşlandığı için pek yapamadığı özel poğacalar önemli bir farktır benim için. O limonlu keki Şaybe'cim gibi yapan yoktur dünyada bence, ve Cemile Hanım Teyze o poğacaları her yaptığında yaklaşık 25-30 tane yapar sanırım ve sadece 1 tanesine ceviz veya zeytin koyar "bakalım bu senenin şansı kimdeymiş görücez" der bi de, ve her seneki gibi ben ilk yediğim poğaçada bulurum o şanslı olanı, düzen bozulmaz =) Bir süre sonra Meral Abla'lar gelir ve Sevgi Teyze'ler ve belki Gönül Teyze'ler de gelir. Tüm çocuklar, yani ben Haydut ve Eşkiya en çok Meral Abla'nın gelişine seviniriz çünkü o harçlık verir ama ben Gönül Teyze'yi görmeye daha çok sevinirim çünkü çok hoş sohbettir, ve her ne kadar tutturamasa da pek keyifli kahve falı bakar. Bir süre sonra bu kalabalığa dayanamayan dedem huysuzlanır ve biz evimize gideriz, pijama terlik televizyon keyfi başlar, Zerrin'cimle yumuş yumuş kanepede otururken "bak bu sefer uyumayalım da güzel bi film bulup onu izleyelim tamam mı" konuşmasının üstünden yarım saat geçmez ki biz sarmaş dolaş uyuya kalırız kanepede, ikinic gün de böyle biter...

Evet 25'ine gelmiş hala bayramlarda ordan oraya atlayıp zıplayan, el öpen, şeker yiyen garip bir yaratık gibi dursam da biliyorum ki ben evde olmayınca ne hikmetse bizim ev ölü evi gibi oluyor. 13-14 yaşındaki kuzenlerde hiçbir neşe belirtisi yok, telefon çalmaz, televizyonun sesi çıkmaz, ve sanki anneannemin yemekleri güzel bile kokmaz, bilmiyorum neden böyle olduğunu. Arada bir telefon ediyorum eve, sanki az önce ölüm haberi almış gibi bir sesle açıyorlar telefonu, arayanın ben olduğumu anlayınca sesleri yerine geliyor, yavaş yavaş arkadaki sessizlik bozuluyor, önce konuşmalar sonra gülüşmeler geliyor, ve mutlaka birisi diyor telefonu kapatmadan önce "sen bu evin neşesisin" diye. Hoşuma gidiyor ama üzülüyorum da aslında. Artık evin neşesi o bıcırık kuzenlerim olmalı sanki, sanki beni artık eşşek kadar oldun kategorisine koymaları gerek gibime geliyor. Garip ki eve gidip uslu uslu bir koltukta oturduğumda herkes neyin var diyip duruyor, ama şarkılar söyleyip danslar ederek millete çay koyduğumda, hatta hızımı alamayıp birilerinin kucağına atladığımda normal geliyor. Bunlar için artık biraz(!) büyüdüm sanki ama birisinin bunu evdekilere anlatması gerek belki de. Hep mutlu olmak ve mutlu etmek sorumluluğu üstümdeymiş gibi yorgun hissediyorum kendimi bazen. Yine de insanın böyle kocaman bi ailesi olması güzel, çok güzel!
Yarın: bayram harçlıkları nereye gidiyor? (bayram yazı dizisi son bölüm)

PS: bu yazı rengi çok mu göz yoruyor bana mı öyle geliyor? Fikir beyan ederseniz seviniciiim.

8 Aralık 2008 Pazartesi

Şimdi orda olsaydım...



Bu geceyi evimde geçiriyor olsaydım bi kere kesinlikle televizyon karşısında Zerrin'cimle yumuş yumuş uyukluyor olacaktım şimdi, aklımda yarın sabah kalkıp yapacaklarım...

Sabah muhtemelen en önce ben uyancaktım, biraz yatakta döndükten sonra kalıp salondaki masanın günlük örtüsünü süslü püslü olanla değiştirecektim. Hemen ardından sessizce mutfağa gidip bi dolu krep yapacak, kahvaltı sofrasını hazırladıktan sonra avaz avaz "bu-gün-bay-rammm! Erken kalkın çocuklaaaar" diye Barış Manço şarkıları söyleyerek önce annannemi sonra Zerrin'cimi uyandıracaktım, ve tabii gürültüye ayaklanan dedem kendiliğinden kalkmış olacaktı ve ben koridordan mutfağa doğru geçerken, o karşı istikametten gelip gözlerime ters ters bakıp "cık cık cık, böyle olur mu bu saatte kızım?" demek isteyecek ama ben sevimli sevimli boynuna atlayıp "günaydın dedeciiiiim! bayraaaam! bayraaam! kahvaltı hazırladım hadi gel hemen" diycektim o da "iyi iyi hadi çekil" diyip yoluna devam edicekti. Mutfağa gidip çayları koyup gelmeleri bekliycektim, bi türlü gelmiyceklerdi, gidip bi tur daha uyandırma faslı yapacaktım, sonunda sıkılıp oturacaktım kahvaltıya tek başıma ve tam o anda dedem gelecekti, 3 dk sonra anneannem, 5 dk sonra Zerrin'cim gelecekti, minicik mutfak masamıza sıkış tıkış oturacaktık, anneannem mutlaka sofrada eksik bişiyler bulacak ve geciktirecekti kahvaltısına başlamayı, ben zaten kahvaltı yapmayı çok sevmediğim için çabucak bitecekti kahvaltım, ben kalkınca anneanneme daha fazla yer açılacaktı. Hemen içeri gidip süslü püslü bişiyler giyecektim bayram diye, bu sırada onların kahvaltısı bitmiş olacaktı. İlk iş dedeme gidecektim, "deedeeee" diye, bunun ne demek olduğunu anlayan dedem gülerek bakacaktı gözlerime ve ben yine edalı işveli bir kez daha "dedeeeee" diyince "söyle bakalım nedir?" diycekti, "gel ben bi elini öpiyim bugün"diycektim,"e hadi öp bakalım" diycekti, ben öpücektim ve bırakmıycaktım elini"eeee?" diycekti ben de "dur dur iyi olmadı galiba ben bi daha öpiyim" diycektim,o gülücekti, "tamam tamam öptün git hadi" diycekti, ben de boynumu büküp, "ya? gidiyim mi? mmmm, peki gidiyim bari naapiyim artık.." diyip kedi gibi gözlerine bakıcaktım, gülecekti, "para mı istiyosun?" diyecekti, ben de sırıtıcaktım, o da gülümseyip "iyi hadi tamam dur bakalım" diyecekti, titreyen elleriyle pantolonun cebinin düğmesini açıp cüzdanını çıkaracaktı, içinden bir miktar para çıkartıp "al bakalım ne kadar istiyosun" diycekti, ben de "ben ne biliyim sen vericen" diycektim, o da bişiyler vericekti içinden, ben çok verdiğini farkedip yarısını masasına bırakıp çıkacaktım odasından. Sıra anneanneme gelecekti, koşa koşa gitcektim odasına, muhtemelen kahvaltısı anca bittiği için giyiniyor olacaktı, ben yakasına saldırıp "gel bi öpüyim seni heleeee" diyip üstüne atlıycaktım, o kocaman yatağına devirecek ve gıdıklıycaktım onu. "ay dur belim belim, dur kızım dursanaaa imdaaat" diye bağıracaktı bir yandan gülerek, sonra kalkıcaktım gerçekten bi tarafını incitirim korkusuyla, "dur bi düzgün öpiyim elini hele bi bayramını kutlıyım seninnn" diycektim, öpücektim elini, hemen diğer elini yeşil yeleğinin cebine sokup bişiyler hazırlayacaktı vermek için ama vermeden önce soracaktı her zamanki gibi, "deden verdi mi bakiim?" diye, "verdiiiii" diycektim, "hah iyi ne kadar verdi bakiiim?" diyecekti, "sen ver hele önce, sonra söylerim" diycektim, söylersin söylemezsin didişmesinden sonra elindekini verecek ve dedemin ne verdiğine bakacaktı, kendisinin verdiğinden fazla ise "bak sen şu adama yahu!" diyecek sonra da "iyi iyi aferim bak iyi vermiş" diyecekti, kendisininkinden azsa "aman pinti o zaten bak ben sana veriyorum ama az harca e mi" diyecekti. =) Sıra bizim odaya gelecekti. "Zerrinciiiiim" diye dalsam da odaya ses yok tabii, "zerrinciiimmm" desem de cevap "horrrr"; "aşkıııımmm" diyince "uyuyorum beeeen!" diyecekti ve bu sefer de onun üstüne atlıycaktım, yumuş yumuş dakikalar ve etrafa düşen paracıklar =)) Sonra kalkıp salona gidecektim ne var ne yok diye, hemen şekerlikleri dolduracaktım gelen olursa diye, ve o sırada kapı çalacaktı muhtemelen, ilk çocuklar gelecekti şeker istemeye, ve ben onlara şeker vermeye utanıp anneannemin yanına gidecektim koşa koşa, "geldiler geldileerrr", "kim geldi kızım? açsana kapıyı" "ya yok ben açmam, çocuklar şeker istiyodur sen açsana nooolurrr", anneannem açar kapıyı, biraz şeker verir, biraz harçlık verir, ben sıkılırım bu arada başlarım sırayla teyzemleri aramaya. Kim evde yoksa o yoldadır bize gelmek için diye heycanlanırım. Biraz sonra kapı çalar zaten, Şaybe'cimler gelmiştir, ellerinde de ya baklava ya börek ve mutlaka bir kutu Serender çikolatası. İçeri davet ederim, ne hikmetse evde benden başka kimse yokmuş gibi herkes odasındadır, tabii benim o kadar ısrarıma rağmen kimse hazırlanmadığı için şimdi baskına uğramışlardır. Ben hemen Şişko'mun elini öperim, en büyüğünden güzel bi kağıt para verir, sokuştururum cebime, dünyanın en çulsuzu gibi giderim Şaybe'cime, sanki bilmiyomuş gibi Şişko'mun verdiğini bi güzellik de o yapar, ohhh ben rahatlarım, koşa koşa odama gider bayram cüzdanımın içine koyarım bu aldıklarımı da, ardından hemen mutfağa, çay koymaya, çünkü Şişko'cum gelmişse hemen çay demlenir bizim evde ve hemen salona geri koşarım yalnız kalmasınlar diye, biraz sohbet ederiz biz, bu sırada dedem gelir güzelce giyinmiş kravatını takmış bir şekilde, selamlaşır gelenlerle ve yerine oturur, ben sanki yeni görüyomuş gibi giderim bi daha elini öperim, güler bu defa çokça, anneannem gelir, Zerrin'cim gelir, çikolatalar kolonyalar, arada kapıya gelip çikolata isteyen çocuklar, öğle vakitlerinde çaylar içilir ve muhtemelen anneannem zeytinyağlı barbunya yapmıştır börekle birlikte afiyetle mideye indirilir ve 2-3 gibi Sevinç'ler gelir. Hemen yeni bir heycan, Sevinç'in eli öpülür, eniştenin eli öpülür, harçıklar cebe konur, odaya geçip günün haslatının içinden makul miktarda bişiyler seçilip hazırlanır ki odadan çıkar çıkmaz Eşikya gelip elimi öper, kapar bi miktar bişiyler sevinip bi de boynuma sarılır, sonra Haydut'um gelir öper elimi utana sıkıla, bi miktar da o alır ama tüm ağırbaşlılığıyla cebine koyup, "Witchie abla geçen gün nooldu biliyo musun" diye konuyu başka yere çeker çünkü ona göre benden harçlık alınmamalıdır ama harçlık almak da güzeldir hani =) Sonra bir miktar aile saadeti yaşanır salonda, ardından Zerrin'cim odasına kaçar, çocuklarla ben anneannemin odasına çekiliriz, okulda olanları anlatırlar bana, bende ilgilerini çekecek bişiy varsa ben anlatırım, ve ertesi gün için planlar yapılır, nerde buluşsak nereye gitsek diye. Akşam yemeği topluca bizde yenir, 1o kişilik dev kadro muhtemelen hamsilere yumulur ve ilk gün böyle geçer...

Madem sabırla buraya kadar okudunuz, uzakta da olsam benim bayram sevincimi paylaştınız, o zaman sizin de bayramınız kutlu olsun, hep şeker tadı kalsın damağınızda, bol harçlık alın, bol harçlık verin, bol bol şarkı söyleyin, "bugün bayram!"

27 Ekim 2008 Pazartesi

Yağmuru kim döküyor...


Ankara'daki elektrik direklerini ve tellerini özledim... Evin önündeki kocaman ağacı, hani karşı dükkan açık mı kapalı mı diye bakmaya çalışırken hep araya girip muzurluk yapan ağacı... Üniversiteye ilk başladığım yıllardaki kısacık saçlarımı ve yağmurda yürüyüşümü telaşsızca ve kampüsün içindeki ağaç, toprak ve yağmur kokusunu ve o minicik yerde kaybomayı... burdaki yağmurlar toprak kokmuyor, yerler çamur olmuyor, yüzüne bile değmiyor insanın eğer şemsiyen varsa. Halbuki Ankara'da yağmurla şemsiye kapışır sanki. Sanki en önemli yarış onlarınkidir... yağmur kazanır yüzüme dokunmayı başarırsa, şemyise kazanır yağmuru engellerse ve Ankara'da yağmur, ben ne zaman ağlamak isteyip de ağlayamasam yağar..gökyüzü benim yerime ağlardı...
Burdaki bulutlar ise şımarık ve sulugöz bir çocuk gibi..her an ağlayabilir ve her an susabilir nedensizce ve sırf şımarıklığından...buraki yağmurun derdi şemsiyeni yıpratmaktır, Ankara'dakinin se yüzüne dokunmak, saçlarını yıkamak, yanaklarından akmak...Sezen ünzile söylerken, "yağmuru kim döküyor" derken..

Gece olunca şehre çöken sis kokusunu özledim..en çok Bursa'da hissederdim onu, çocukken gittimiz Bursa'da...Daha 6-7 yaşlarımdayken sanırım, teyzemin bir çeşme önünde evi vardı...sobalı..o evi özledim bi de. O evde uyumayı...

Bir de fabrikanın en alt katını özledim, o karbon kokusunu..Adem Usta ile Tutan'ın karşılıklı atışmalarını, beni güldürmek için..ve gidip preslerin başında beklemeyi, CNC'nin becerilerine hayran kalışımızı ve en alt katta çapak kesmeyi ve Zeynel Usta'nın forklifte portif diyişini...

Organize sanayinin arka sokaklarında araba kullanmayı ve serçelere yoldan çekilsinler diye korna çalmayı...Girişteki güvenlik görevlilerine selam verip geçmeyi özledim, 10.sokakta iftarda Tutan'ın yaptığı acılı çorbaları ve Merkez Petrol'den aldığımız kızarmış tavuğu...

Sencer dayıma gösterip, aferin almayı beklediğim güzel yazılı defterlerimi özledim...uçlarına ataç takışını ve annemle ve dayımla birlikte harita çizişlerimizi ve fen dersinin proje ödevlerini ve Feryal'in beni derslerden çağırıp komik bilgisayar işlerinde yardım istemesini. Hakan'ın yediği dayak için tüm sınıf yaptığımız eylemleri ve Mine hoca'nın istifasını protesto edişimizi. 19 Mayıs'larda kürsüye çıkıp şiir okumayı ve edebiyat derslerinde kompozisyon yazıp kendime saklamayı... Okulun radyosunu özledim, seçim koşturmacasını, yaptığımız propagandaları.. Nesrin hocanın serviste sürekli Aşır'a ve kızmasını ve Aşır'ın pişkinliğine rağmen onu sevişini.. Murat abiyi ve Aydın abiyi ve kolejden sonra bile bizim gözlemcileri gözlemevine götürüşlerini..

Maksutov'da gözlem yapmayı özledim..ilk kuyruklu yıldız gördüğümde çıplak ayak kubbenin içinde dans ettiğim heycanı, şarap ve "değişen tamam" ikilisini, avaz avaz şarkı söyleyip keyif çatan insanları yatağından kaldırmayı, biz orda üşürken. Kubbenin altındaki odaya inip uyumayı ve her gözlem gecesi hep saat 3,5 da uykumun gelişini..ve kubbedeki merdivende oturup başımı yaslamayı ve kubbenin terasını..

ve sarhoş olmayı özledim bi de.. mutluluktan sarhoş olup kendimi sevgilinin kollarında dünyanın en huzurlu insanı gibi hissetmeyi...