3 Ekim 2009 Cumartesi

Yaşar Kemal ve herhangi biri

Adana'da geçirdiğimiz bir hafta boyunca keşke yanımda olsaydı "Dağın öte yüzü", keşke Yaşar Kemal'i ve Anavarza kayalıklarını bir de bu şehrin havasını solurken okusam diye o kadar çok içimden geçirdim ki. Sonunda 2 günlüğüne de olsa Ankara'ya varınca ilk işim dağın öte yüzünü aramak oldu ama bulamadım. Hala daha tüm valizlerimi yerleştiremediğim ve eşyalarımın, özellikle de romanlarımın bir kısmının Almanya'da kaldığını da göz önünde bulundurursak, aslında bulamamam çok da garip sayılmaz. Kitaptaki kaynananın 3-4 sayfa süren bedduaları çoğu zaman içimi daraltsa da severek okuduğum bir kitaptı; onu yarıda bırakıp bir başka Yaşar Kemal romanına geçmek istemezdim ama şu sıralar buna ihtiyacım var gerçekten. İnsanın canı elma isterken muz yese bir işe yaramaz ya, bu da öyle işte. Şimdi Yaşar Kemal okumam lazım mutlaka :)
Dün gece geçtim kitaplığın karşısına, baktım şöyle bir ne var ne yok diye. Ağrı Dağı Efsanesi'ni seçtim. Birazdan yola koyulacağım ve sanırım ilk sayfaları Emek-Tandoğan dolmuşunda okumaya başlayacağım.

Bundan ayrı olarak kafamda dönüp duran bir konu daha var, zaman zaman aklıma geliyor, şaşırıyorum kendime. Eskiden çok sevdiğim arkadaşlarımı inatla, azimle, tekrar tekrar arar sorardım sesin çıkmıyor kaç gündür, nerdesin, iyi misin, bişiye ihtiyacın var mı diye. Yalnız kaldığı ve sonra kendisini kötü hissettiği ve kimsenin kendisini arayıp sormadığını, sevmediğini düşünüp üzüldüğünden korkardım arkadaşlarımın. Arardım tek tek. Sonra bakardım ki keyifleri yerinde. E özlemedin mi beni derdim, özledim derlerdi. E neden aramadın o zaman derdim, sadece seni değil ki kimseyi aramıyorum bu sıralar, derlerdi. bu cevabı alınca ağzının üstüne bi tane çarpmak gelirdi içimden; öyle fena sinirlenirdim. Bu siniri açıklamam sanırım mümkün değil. Çok sevdiğim insanlar oldukları için öylesine sinirlenirdim sanırım. Sonra zamanla, insanları ne kadar seversem seveyim bu küstahlıkları ile başbaşa bırakmayı öğrendim, artık kolay kolay aramıyorum kimseyi. Ararsam da sormuyorum beni niye aramadın diye. Aslında niye aramadın sorusunun sebebi sitem değil, kendini kötü hissettiğin zamanlar niye aramadın / kötü gününü benimle neden paylaşmadın anlamında, ama bunu anlayacak adam nerdeee... Neyse, nerden nereye sürüklüyor insan beyni düşünceleri... Geçenlerde yolda karşılaştık, sonradan ama çokça sevdiğim bir arkadaşımızla. Ankara'ya geldiğimiz halde onu neden aramamıştık? Çünkü çok koşturmaca vardı, çünkü vakit dardı, çünkü memnun edilmesi gereken o kadar çok insan vardı ki sıra bizim isteklerimize gelene kadar. Ama bunu ona anlatmak mümkün değildi ayaküstü yapılan birkaç cümlelik sohbette. Ve neden aramadınız sorusuna cevap, kimseyi arayamıyoruz ki oldu, sesli söyledim mi bunu bilmiyorum ama en azından içimden geçen cevap buydu. Ve o anda o koca tokadı kendime patlatmak istedim. Sen herhangi birisinden farksızsın demek kadar kötü bişiy olabilir mi birisine? Herkes özeldir, herkes ayrıdır. Herhangi birisini herhangi bir başkası ile aynı kefeye koymak ne büyük bir haksızlıktır? Çok sinirlendim kendime kimseyi arayamıyoruz ki diye düşününce. Halbuki biliyorum ki bunun açılımı: sevdiğim kimseyi arayamıyorum ki. Ama yine de olmadı! Şimdi bunu okuyan kimse de ne dedi şimdi bu salak diye düşünecek muhtemelen ama daha iyi anlatabilir miydim bilmiyorum, acelem olmasına rağmen bu yazıyı yazmadan çıkmak istemedim evden.

1 yorum:

  1. "herkesin işine koşturmaktan yakınlarımı arayamaz oldum"
    daha politik ve daha doğru. boş işlerle uğraşmaktan önem vermem gereken kişileri aksattım diye bir açıklama bile kondurulabilir.
    saygılarımla.

    YanıtlaSil

İki kelam etmeden gittiğinde üzülüyorum ben.