biz bir aileyiz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
biz bir aileyiz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Mart 2010 Perşembe

Bizansiyan anjiyo

Bizans'ın Çarşamba günü anjiyo olacağını zannediyorduk. Pazartesi sabah gelen telefonla operasyonun salı sabah olacağını öğrendik ve 15:00 otobüsüyle Ankara'ya gittik apar topar. Halbuki Salı akşamı St.Ziza'nın oyunu izleyecektik, olmadı.
Pazartesi akşam Ankara'ya vardığımızda Zerrin karşıladı bizi, bir güzel yemek yedikten sonra Bizans'ın evine baskın yaptık. Beklemiyordu beni görmeyi, çok şaşırdı, neşelendi. 
Anlamıyorum, genç yaşlarda bir insan evladı yoksa civarında böyle ameliyat hastane vb. işlerde, neden haber vermezler bana normal yollardan? Karacin vardı Bizans'ların evinde. Neyse. 23:30 civarında herkes yataklara gitti. Benim odamda Karacin kaldığı için ben Bizans'ın yanına yattım. Sorun değil, zaten yatak iki kişilik. Bizans'ın tedirgin olabileceğini düşünüp onun uyumasını bekledim uykuya dalmadan önce, ne var ki bir buçuk saatten fazla vakit geçti, o hala uykuya dalmamıştı. Konuşmuyorduk da. Sessizce ve kımıldamadan yatıyorduk. Saat 3 gibi, "korkuyor musun?" diye sordum, hayır dedi. Peki diyip sustum, boş yere gerginlik yatarmak ve muhtemel uykusunu kaçırmak istemedim. Bunun ardından belki bir 20 dk. uykuya dalmış olabilirim, Bizans'ın yataktan kalkıp gelip üzerimi örttüğünü farketmemle uyandım. Hala uyumamıştı. Sessizce bekledim uykuya dalmasını ama saat neredeyse 4 olmuştu ama o hala sessizce duruyordu yatağın içinde. "Sana masal anlatayım mı?" dedim, hayır dedi. "Destan anlatayım?" dedim, "Hayır WOS, uyu artık" dedi. Olur da konuşmak isterse diye yine de bekledim, sabah ezanından sonra birazcık uykuya dalmışım... Saat 6'ya on vardı uyandığımda, zaten 6:30'da kalkmış olmamız gerekiyordu 7:30'da hastanede olabilmek için. 

Hastaneye gittik, odaya yerleştik, saat 9'a doğru hemşire gelip gerekli iğneleri vs. yaptı. Anjiyo yapılacak odaya girdiğinde saat 8:55'ti, operasyonu hoca odaya girdiğinde 9:00, görevlinin operasyon odasından çıkıp da bana "bitti şimdi, çıkacak birazdan" dediğinde 9:15. Çabuk ve sorunsuz geçti yani. Odaya çıkardılar, bacağına ağır bir kum torbası koydular. Doktor geldi. Damarlarda bir sorun yokmuş, mitral kapakçığın değişmesi söz konusu olabilirmiş ancak buna da kurul toplanıp karar verecekmiş. Kum torbası 6 saat duracakmış, akşam kalkıp eve gidebilirmiş (kum torbası değil Bizans), yarın da duş alabilir ve normal hayatına dönebilirmiş. Bizimkiler her zamanki evhamlı halleriyle "bu gece de burda kalsak? bir sorun, kanama vb. olursa hastanede olsak?" dediler, kimse itiraz etmedi. Zaten tek kişilik özel odada kalıyorduk, kimseye bir zararımız yoktu. Gecelik ücreti ödendikten sonra hele ki hastanede oda sıkıntısı da yokken, "tabii ki kalabilirsiniz" dediler. Kum torbasının durduğu 6 saat geçmek bilmedi. Her yarım saatte bir "ne kadar kaldı" sorularıyla ve kalan son bir saati kutlamak için yediğimiz çikolatalarla...zor geçti 6 saat. Sonrasında gayet dinç, kalktı yataktan, yürüdü, dolaştı..ne başı döndü ne de başka herhangi bir sorun oldu. Hemen ertesi gün gidilecek olan resim sergisi ve sabah kahvaltısının nerede yapılacağı planlarına geçildi. Akşam olup da herkes çekildiğinde hastane odasında Karacin, Bizans ve ben kalmıştık. Onlar "Aşk ve Suç" izlerken odadaki televizyonda, ben kitap okudum biraz. Dizi bittiğinde saat 23:30 civarındaydı. tüm günün yorgunluğu bir anda bindi hepimize, yatalım bari dedik. Gerçi ben biraz daha kitap okudum ama diğerleri uyumaya çalıştılar. Benim uykuya yenik düştüğüm saat 00:30'du sanırım ne var ki fazla uzun sürmedi, 2:30'da uyandı Bizans, sıkıldım diyerek. Biraz konuştuk, sonra, hadi uyu artık, dedik. Tamam dedi ama yarım saat sonra, bacağım ağrıyor, diyerek doğruldu yine. Biraz masaj yaptım, tamam yeter üstüme gelme diyerek yattı yine. Yarım saat sonra yatak başının çok dik olduğunu söyledi, indirdik. Bundan sonra da onbeş dakika arayla saatin kaç olduğuna baka baka sabahı bulduk. Sabah 9 gibi gelin de çıkış yapalım demiştik diğer aile fertlerine ama saat 05:45'de "yeter artık" diye kalktı, giyindi, hazırlandı, eşyaları toparladı vs. derken saat 06:15'de çıkışa hazır haldeydik. 

14 Temmuz 2009 Salı

ya ya...

Rize'den İstanbul'a geçip ordan Kayseri'ye döneli 2 gün oldu ama ben ancak yazabiliyorum...

Rize nasıl mı geçti? Kendimi hiç bu kadar şebek gibi hissetmemiştim. İster istemez üzerimde olan gerginliğin üstüne bir de çay kahve bahanesiyle eve gelen misafirler eklenince tam oldu. Gelenlerin yan gözle bana bakışı, baştan ayağa süzüşleri, mutfaktan gelen fısır fısır konuşmalar... Hadi ben asabiyim de normal birisinin bile sinirlenmemesi mümkün değildi. Konağa hizmetçi seçimi mi desem yoksa dişine bakıp da alınmasına karar verilen at mı desem yoksa hayvanat bahçesindeki maymun mu desem... kendimi hangisine benzetsem bilemedim. Bir de her soruyla birlikte sınava girişim vardı ki en görülmeye değeri oydu sanırım. Ters cevap versen olmaz, alttan alıyım desen alttan alınacak gibi değil... neyse bi şekilde atlattım çok şükür. Bundan sonra da bi daha ne zaman görürüm o insanları bilmiyorum ama umarım olabildiğince uzak bir vakitte olur. Ömrüm boyunca bu aileye dahil olacağımı düşündükçe içim daralıyor.

desem ne kötü olurdu di mi? :) hayır hiç de öyle geçmedi Rize çıkartmamız. Aksine kendimi çok önemli ve değerli hissettiğim günlerden birisini yaşadım.. Tabii ki kara kaşım kara gözüm için değil, onların en kıymetlisinin benim için de ne kadar kıymetli olduğunu bildikleri içindi kıymetim ama bu bile öyle güzel ki. Hem karşımdaki insanlar hem de benim için çok değerli, eşsiz bir insan sözkonusuydu. Ortak noktamız aynı kimseye duyulan sevgi olunca, insanların gönülleri kinle kötülükle hasetle değil de iyilikle saflıkla mutlulukla dolu olunca tabii ki bu sevgiden mutlu olduk hepimiz. Durumdan en çok şımaran sevdiceğimdi muhtemelen ama iyi ki gitmişiz dedim sonunda... Hani düşününce insan tedirgin olmuyor değil aslında, bambaşka bir aileye giriyorsun ister istemez. Onların benden beklentisi nedir diye aklına geliyor. Ama tek beklentilerinin çocuklarını mutlu etmen olduğunu görünce içine öyle bi su serpiliyor ki, kendi ailenmiş gibi benimsiyorsun bi anda. Evet evet çok şanslıyım biliyorum. Umarım bundan sonrası da hep böyle güler yüzle tatlı dille devam eder. Yine alnıma atlara takılan nazar boncuklarından takasım geldi :))

27 Şubat 2009 Cuma

aşkolsuuuuun

Evet, "Haydut Fransa'ya indi" mesajıydı en son aldığım haber, ve şimdi de "Eşkiya'nın parfümünü nerden almıştın" sorusu için açılmış bir telefon... Ben de iyiyim canım, sağlığım iyi, derslerim iyi, havalar iyi, ne zaman geleceğim daha belli değil. Ama sen sormadın zaten. Neyse önemli değil. O parfümü Almanya'dan almıştım, Türkiye'de bulabilir misin bilmem. Hatta geçen seneki gibi bu sene de Eşkiya'nın doğumgününe yetişecek şekilde netten sipariş vermeyi de planladım ama mali krizde olduğuma karar verip vazgeçmiştim. Sen ne kadar "onlar benim çocuklarım, karışmayın diyorum size" desen de, ben kardeşsiz birisi olarak "onlar benim canlarım" diyorum; her ne kadar herkes "yapma" dese de bana, ben onları senin çocukların olarak görmüyorum ve içimden geldiği gibi davranıyorum. Sen tabii ki ailenin en önemli insanı, acil durumlarda kafası çalışan tek kişisi, herkes için kendini feda edenisin. Ve dost acı söyler diyerek, zerafeti unutup, en kolay kalp kıranımızsın da aynı zamanda. Ama ben seni seviyorum yine de. Ve bu yüzden şimdi bakıyorum acaba o parfümü Ankara'da bulabileceğin bir yer var mı... Varmış canım, Boyner'de bulabilirmişsin.