insan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
insan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Şubat 2009 Pazartesi

Kardeş Dünya!

t.u.b.a şurda belirtmiş, sabah sabah aldığım en güzel haber oldu!



Konumuz:
özür diliyorum,
özür diliyorlar,
türkler,
ermeniler
değil
duygular,
paylaşarak azalan acılar

ve
İNSANLAR...
Bizim insanlarımız!

Hayır, benim "onlar da bizden özür dilesin" gibi bir derdim yoktu. Sadece ben, bu devletten ve geçmişin hırsıyla yaşayan insanlardan ayrı durarak, kendi başıma ve kendi adıma o kampanyaya imzamı attığımda, "Kendini utanmadan aydın sınıfına koyan üç beş çapulcu işbirlikçinin imzası, TÜRK milletini bağlamaz. Bizim kimseden özür dilememizi gerektirecek yüz kızartıcı bir tarihimiz yok. Hiç bir değeri olmayan o imzaları atanlar ve onları destekleyenler zahmet edip tarihimizi okurlarsa ne demek istediğimi -pek ihtimal vermiyorum ama- belki anlarlar." dedi arkadaşlarım, ailemden insanlar, ve bir çok kişi... Halbuki o imza, aklı toprak kavgasında, nafaka derdinde ve hala geçmişin vahşetinde olan bir dolu yanlış düşünceden öte, o kadar insanî bir davranıştı ki benim gözümde.

Bunu en iyi Ece anlatıyor yine, üstelik de canlı yayında söylüyor bunu;
"O zaman ne olduğu, soykırım lafı üzerinden iki tarafta da kurulan endüstri; beni çok rahatsız ediyor bu tartışma. Benim en çok önemsediğim şey şu; bu dünya üzerinde şimdi bu topraklarda yaşayanlar kadar Anadolu'lu olan tek bir halk var, o da Ermeniler. O en sert Ermeniler bile, diasporanın en beter Ermenileri bile ben Türkçe konuştuğum zaman kendi ninelerinden öğrendikleri Türkçe ile konuşup, ağlıyorlar. Siz ne kadar kabul etmeseniz de biraz duygusal bu mesele. Kendi payıma düşen duygusal görevi yerine getirmek istedim, o yüzden imzaladım."
Ama yazmıştı da tabii ki, daha iyi anlaşılabilmek, daha iyi anlatabilmek adına..

Aslında belki ben de Ağrı'nın Derinliği'ni okumamış olsam, "ne lüzumsuz şey bu" derdim. "Niye biz özür diliyomuşuz, hele onlar özür dilesin", "ASALA'nın yaptıklarını daha unutmadık biz" demezdim ama "ne gerek var şimdi" derdim belki. Ama şimdi biliyorum, Fransa'daki Ermenileri de, ABD'dekileri de, Ermenistan ve Türkiye'dekileri de biliyorum; Türk olduğumuz için yüzüme bakmayanların olduğu gibi, Türkçe bir sözcük edebileceği için mükemmel düzgün Fransızcasını bir kenara bırakıp sevinçle Urfa şivesiyle Türkçe konuşanların da olduğunu; kimisinin Türk olduğunu duyunca seninle görüşmeye bile gelmediğini ama kimisinin de evinde hala Türkiye'deki geçmişindeki mutlu günleri hatırlatan özel odaları olduğunu biliyorum. Ve şunu da biliyorum ki kimisi 'bize toprak veya para versinler' derdindeyken, kimisi sadece "bu olaylar yaşandı, yeter ki inkar edilmesin." diyordu. Ve benim özrüm sadece ve sadece bu insanî yanı olan kimselereydi. "Asıl onlar bizden özür dilesin", "Önce onlar özür dilersin" demeden... Sadece, "Evet oldu, üzgünüz, bizim dedelerimiz sizin dedelerinizi öldürmüş, acınızı anlıyorum ve paylaşıyorum" dedim ben o imzayla.

Şimdi, "Asıl onlar özür dilesin" diyenler... Alın işte, diliyorlar, dileyecekler, mutlu ediyor mu şimdi bu sizi? Yoksa yeni cümleleriniz hazır mı bize ilkokuldan lise sona kadar tarih kitaplarımızda elleri süngülü Osmanlı resimleriyle savaş tarihi öğretenleri mutlu edecek şekilde?

Bıraksak o damarlarımızda dolaşan Osmanlı kanını, bizler sadece İNSAN olarak yaşasak, insan olmanın verdiği onurla ve gururla, insanları hiç olmazsa yaradan ötürü sevecek kadar insan olsak, olmaz mı? O kadar insani birşey yaptım ki ben, o kadar insani bir şey yaptık ki biz o imzayı atanlar, işte şimdi barış güvercinleri, ABD, Fransa, Ermenistan ve benim bilmediğim daha bir çok yerden dolaşıp uçup, BİZİM ağrımıza, bizim Ağrı'mızın, derinliğine barış serpmeye geliyorlar.

Tarihin acısı üzerinden siyaset yapmak yerine, bu güzel olaya mutlu olun, nolur. Nolur, "bir özürle olacak iş değil bunlar" "önce onlar dileseydi madem öyle" demeyin. Bakın biz paylaştık içlerindeki üzüntüyü, şimdi onlar paylaşıyor bizimkini. 'Önce sen, sonra ben' kavgasına gerek var mı?

Mutluyum ben...

Yaşlanmak üzerine .


Her yıl doğumgünümüzde yaşlanıyoruz; bir tur daha atmış oluyor Dünya Güneş etrafında, bu nedenle 1 yıl daha yaşlanıyoruz. Ama yaşanılanlara bakınca; gençleştiren gülüşler, sevişler, sevinçler ve heycanlara; fazladan yaşlandıran hüzünler, arayışlar, ağlayışlar ve ayrılıklara... Acaba her doğumgünümüzde gerçekten 1 yıl mı yaşlanıyoruz? Yoksa 2 mi? Yoksa gençleştirmiş mi oluyor geçen o yıl? Bu yıl doğum günümde bu gözle bakacağım kaç yıl gençleşmiş, kaç yıl yaşlanmışım diye.

Yaşlanmak kötü bir şey değil. 25'ini geçmek, yaramaz kuzenlerin 25 yaş üstü kırışıklık kremleri önererek dalga geçmeleri, 'ben çocukken ...' diye başlayan cümleler kurmak, yaşanacak ilklerin sayısının azalmış olması, vs., vs. ve vs. yüzünden kötü değil. Yaşlanmak kötü değil. Yaşlanmak, yaşamak demek! Yaşlanmak dediğimiz şey, doğduğumuz günden bu güne, bize eklenen tecrübelerin tadına göre, taze filizler veya kuru dallarla dolu bir ağaç... Bu yıl doğumgünümde bakacağım, kaç filiz sürgün vermişim, kaç kuru dalım kırılıp yere düşmüş.. Sonra karar vereceğim yaşlanmış mıyım yoksa genleşmiş mi...