Bugün garip bir gün...
Sabah uyandığımda kabus gibi bir başağrısı yüzümün sağ tarafını felç etmek üzereydi. O kadar korktum ki anlatamam. Suratımdaki tüm kaslar çekiliyor gibiydi alnımda bir noktaya dokunsam enseme kadar her yerinde hissediyordum kafamın. Tabii insan korkunca daha da kasılıyor, kendimi sakinleştirmeye çalıştım, hemen bir kahve yaptım, bir de aspirin içtim... Yatağa geri girip yorganı kafama çekip bu ağrı geçene ya da yüzüme felç indiğine kesin karar verene kadar odada kalsam diye düşündüm ama sonra dışarısı ne kadar soğuk ve aydınlık olursa olsun çıkmalıyım dedim. Hem eğer bir terslik olursa dışarda olmak bu ülkede insana kolaylık sağlıyor, bunu bayıldığım zaman yardıma gelen insanlardan biliyorum. Neyse, bi şekilde aklıma başka şeyler getirmeye çalışarak sokağa attım kendimi, tabii soğuk biraz rahatsız etti ama şapkamı burnuma kadar indirince pek de sorun olmadı, böylece ışığı da kesti. 638'e yetişmek istemiştim ama olmadı, Stifsplatz'dan bindim ilk gelen otobüse, merkezde aldım soluğu... 623'ün gelmesine 15dk. vardı ama neyse ki bank boştu, geçip orda oturdum, yoksa o ağrı ve panikle korkudan bayılabilirdim, iyi oldu oturmak, etraftaki insalara odaklanmaya çalıştım, genellikle vakit daha hızlı geçiyor çünkü bunu yaparken, ve yine öyle oldu.. Üstelik 623'ü beklememe gerek kalmadan, bir peri arabası gibi nadir saatlerde geçmesine rağmen 621 geldi durdu önümde. Hemen atladım tabii..MPIfR'den bir profesör de otobüsteydi, sadece sima olarak tanıyorum kendisini ama yine de civarda bi tanıdık görmek iyi geldi. Sonra Maria derse CT mi başlıyordu diye hatırlamaya çalıştım geçen haftadan, sınıfın önündeki kahve makinasından siyah kahve mi alsam beyaz mı yoksa sütlü kahve mi diye düşündüm. Böyle şeylerle oyalayıp aklımı, sonunda ineceğim durağa geldim, kendimi derse attım. İlk başlarda gözümü açtığımda bile beynime işleyen ve sanki kafamın arkasında çıkacakmış gibi şiddetli bir sancı oluyordu ama Maria'yı dinlemeye çalıştıkça, konsantrasyonum arttıkça bi süre sonra farkettim ki kalmamış hiçbişiy, rahatladım...
Dersten sonra odama geçtim, hızlca bir mail check yapıp Einstein Cafe'ye gitmeyi planlıyordum ki odanın kapısını açtığımda hayretler içinde kaldım. Her zaman yüzüme vuran soğuk yerini çoook hafif bir ılıklığa bırakmıştı. En sonunda birisi tavandaki o pencereyi kapatmış, sevindim. Maillere bakarken tam da BBT'nin ilk bölümündeki sekiz yüz milyon saat süren "hi" faslını yaşadım. Koridorda dolanıp duran ayaksesinin kapının önünde durduğuğnu anladımsa da kafamı kaldırmadım, kimse ile muhattap olmak istemedim çünkü. Sanırım 2-3 dakikalık sessizliğin ardından bir "hallo" sesi geldi, aslında daha önce birlikte bir ders aldığımız "beautiful mind"lardan birisi kapıda duruyordu, bişiyler söyledi almanca, almanca bilmiyorum dedim ingilizce, "hi" dedi, "hi" dedim, sustu. "ııı, hi" dedi, "hi" dedim, durdu. "hi" dedi, "hiii" dedim, "ja, ja, hi, hı-hııı, ııı, hii!" dedi, "HI!!!" dedim, durdu bir nefes aldı, Holigrail projesinin öğrencisi olup olmadığımı sordu; master öğrencisiyim, odanın anahtarı var bende dedim, rutin bir kontrol yaptığını söyleyip odadan çıktı ama ayak sesleri en fazla 2-3 adım duyuldu, sonrasında ya durdu kaldı olduğu yerde ya da havalandı uçtu, bilemiyorum artık. İlk başta çok sinir bozucu gelen bu "hi"laşma merasimi daha sonra aklıma BBT gelince çok güldürdü beni.
Odamın ılık olduğunu keşfedince orda çalışabilirim diye düşünmüştüm ama acıktığımı farkettim. Aaa bi de midemi bozdum sanırım, gurul gurul ağrıyıp duruyordu, sabah da aç karnına aldığım aspirini hatırlayınca kesinlikle bu öğlen yemek yemeliyim dedim ve merkeze gittim. Birden kendimi H&M'in kasasında üstü beyaz yıldızlı siyah şemsiyenin parasını öderken buldum, o aşamaya nasıl geldiğimi bilmiyorum, muhtemelen Huri'nin işidir :)))
Döner mi yesem pizza mı diye düşünürken Pizza Hut'un o mükemmel salatası düştü aklıma, geçtim oturdum ama salata bar'ı göremedim. Meğer bu şubede yokmuş. Acaba Avrupa'da hiçbir Pizza Hut'ta yok mu yoksa sadece buraya has bir durum mu bilmiyorum. Koca pizzayı tek başıma yiyemeyeceğime göre, başlangıç ıvır zıvırlarından bişiy seçtim ama pizzacıya gidip de pizza yemeyenlere sinir olduğum kadar kendime de sinir oldum.
Karnım doyunca uykum geldi pek tabii ama nasıl olsa Einstein Cafe'de güzel bi kahve içer ayılırım diye çıktım dışarı, amanın buz gibi buzz... Einstein Cafe'nin önünden geçtim, hiç de içerisi sıcak gibi görünmüyordu, hele ki içerdeki insanların paltolarıyla oturmasına bakılırsa. Yeni yerler keşfederim diye düşünerek gezerken kendimi evin kapısını açarken buldum... Evet odamdayım, ısıtıcımı açtım, birazdan da kahvemi yapıcam... Süper, süper süper!
*BBT demişken, Men of CBS: Jim Parsons izlerken farkettim ki uzuuun zamandan beri ilk defa hoşuma gitmiş bir tv yıldızı. Adamın dizi dışındaki konuşma hali tarzı falan da çok sevimli. Ama şunu da biliyorum ki bu adamı başka bir diziyle başka bir rolde tanısaydım bu kadar sevmezdim. Demek ki neymiş? Adama değil, oynadığı role duyduğum sempatiymiş... Olsun yine de sevimli, sincap kılıklı bişiy... A sincap demişken, Doğukan geldi bak aklıma, naapıyo ki acaba, ne zamandır görüşmedik... Hmmm... peşine düşeyim... Yok yok şimdi kahvemi alıp derse geçeyim, sonra düşerim Doka'nın peşine :)
Sabah uyandığımda kabus gibi bir başağrısı yüzümün sağ tarafını felç etmek üzereydi. O kadar korktum ki anlatamam. Suratımdaki tüm kaslar çekiliyor gibiydi alnımda bir noktaya dokunsam enseme kadar her yerinde hissediyordum kafamın. Tabii insan korkunca daha da kasılıyor, kendimi sakinleştirmeye çalıştım, hemen bir kahve yaptım, bir de aspirin içtim... Yatağa geri girip yorganı kafama çekip bu ağrı geçene ya da yüzüme felç indiğine kesin karar verene kadar odada kalsam diye düşündüm ama sonra dışarısı ne kadar soğuk ve aydınlık olursa olsun çıkmalıyım dedim. Hem eğer bir terslik olursa dışarda olmak bu ülkede insana kolaylık sağlıyor, bunu bayıldığım zaman yardıma gelen insanlardan biliyorum. Neyse, bi şekilde aklıma başka şeyler getirmeye çalışarak sokağa attım kendimi, tabii soğuk biraz rahatsız etti ama şapkamı burnuma kadar indirince pek de sorun olmadı, böylece ışığı da kesti. 638'e yetişmek istemiştim ama olmadı, Stifsplatz'dan bindim ilk gelen otobüse, merkezde aldım soluğu... 623'ün gelmesine 15dk. vardı ama neyse ki bank boştu, geçip orda oturdum, yoksa o ağrı ve panikle korkudan bayılabilirdim, iyi oldu oturmak, etraftaki insalara odaklanmaya çalıştım, genellikle vakit daha hızlı geçiyor çünkü bunu yaparken, ve yine öyle oldu.. Üstelik 623'ü beklememe gerek kalmadan, bir peri arabası gibi nadir saatlerde geçmesine rağmen 621 geldi durdu önümde. Hemen atladım tabii..MPIfR'den bir profesör de otobüsteydi, sadece sima olarak tanıyorum kendisini ama yine de civarda bi tanıdık görmek iyi geldi. Sonra Maria derse CT mi başlıyordu diye hatırlamaya çalıştım geçen haftadan, sınıfın önündeki kahve makinasından siyah kahve mi alsam beyaz mı yoksa sütlü kahve mi diye düşündüm. Böyle şeylerle oyalayıp aklımı, sonunda ineceğim durağa geldim, kendimi derse attım. İlk başlarda gözümü açtığımda bile beynime işleyen ve sanki kafamın arkasında çıkacakmış gibi şiddetli bir sancı oluyordu ama Maria'yı dinlemeye çalıştıkça, konsantrasyonum arttıkça bi süre sonra farkettim ki kalmamış hiçbişiy, rahatladım...
Dersten sonra odama geçtim, hızlca bir mail check yapıp Einstein Cafe'ye gitmeyi planlıyordum ki odanın kapısını açtığımda hayretler içinde kaldım. Her zaman yüzüme vuran soğuk yerini çoook hafif bir ılıklığa bırakmıştı. En sonunda birisi tavandaki o pencereyi kapatmış, sevindim. Maillere bakarken tam da BBT'nin ilk bölümündeki sekiz yüz milyon saat süren "hi" faslını yaşadım. Koridorda dolanıp duran ayaksesinin kapının önünde durduğuğnu anladımsa da kafamı kaldırmadım, kimse ile muhattap olmak istemedim çünkü. Sanırım 2-3 dakikalık sessizliğin ardından bir "hallo" sesi geldi, aslında daha önce birlikte bir ders aldığımız "beautiful mind"lardan birisi kapıda duruyordu, bişiyler söyledi almanca, almanca bilmiyorum dedim ingilizce, "hi" dedi, "hi" dedim, sustu. "ııı, hi" dedi, "hi" dedim, durdu. "hi" dedi, "hiii" dedim, "ja, ja, hi, hı-hııı, ııı, hii!" dedi, "HI!!!" dedim, durdu bir nefes aldı, Holigrail projesinin öğrencisi olup olmadığımı sordu; master öğrencisiyim, odanın anahtarı var bende dedim, rutin bir kontrol yaptığını söyleyip odadan çıktı ama ayak sesleri en fazla 2-3 adım duyuldu, sonrasında ya durdu kaldı olduğu yerde ya da havalandı uçtu, bilemiyorum artık. İlk başta çok sinir bozucu gelen bu "hi"laşma merasimi daha sonra aklıma BBT gelince çok güldürdü beni.
Odamın ılık olduğunu keşfedince orda çalışabilirim diye düşünmüştüm ama acıktığımı farkettim. Aaa bi de midemi bozdum sanırım, gurul gurul ağrıyıp duruyordu, sabah da aç karnına aldığım aspirini hatırlayınca kesinlikle bu öğlen yemek yemeliyim dedim ve merkeze gittim. Birden kendimi H&M'in kasasında üstü beyaz yıldızlı siyah şemsiyenin parasını öderken buldum, o aşamaya nasıl geldiğimi bilmiyorum, muhtemelen Huri'nin işidir :)))
Döner mi yesem pizza mı diye düşünürken Pizza Hut'un o mükemmel salatası düştü aklıma, geçtim oturdum ama salata bar'ı göremedim. Meğer bu şubede yokmuş. Acaba Avrupa'da hiçbir Pizza Hut'ta yok mu yoksa sadece buraya has bir durum mu bilmiyorum. Koca pizzayı tek başıma yiyemeyeceğime göre, başlangıç ıvır zıvırlarından bişiy seçtim ama pizzacıya gidip de pizza yemeyenlere sinir olduğum kadar kendime de sinir oldum.
Karnım doyunca uykum geldi pek tabii ama nasıl olsa Einstein Cafe'de güzel bi kahve içer ayılırım diye çıktım dışarı, amanın buz gibi buzz... Einstein Cafe'nin önünden geçtim, hiç de içerisi sıcak gibi görünmüyordu, hele ki içerdeki insanların paltolarıyla oturmasına bakılırsa. Yeni yerler keşfederim diye düşünerek gezerken kendimi evin kapısını açarken buldum... Evet odamdayım, ısıtıcımı açtım, birazdan da kahvemi yapıcam... Süper, süper süper!
*BBT demişken, Men of CBS: Jim Parsons izlerken farkettim ki uzuuun zamandan beri ilk defa hoşuma gitmiş bir tv yıldızı. Adamın dizi dışındaki konuşma hali tarzı falan da çok sevimli. Ama şunu da biliyorum ki bu adamı başka bir diziyle başka bir rolde tanısaydım bu kadar sevmezdim. Demek ki neymiş? Adama değil, oynadığı role duyduğum sempatiymiş... Olsun yine de sevimli, sincap kılıklı bişiy... A sincap demişken, Doğukan geldi bak aklıma, naapıyo ki acaba, ne zamandır görüşmedik... Hmmm... peşine düşeyim... Yok yok şimdi kahvemi alıp derse geçeyim, sonra düşerim Doka'nın peşine :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
İki kelam etmeden gittiğinde üzülüyorum ben.