aşk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
aşk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Temmuz 2010 Perşembe

missing your peace


Sihirli değneğim işe yarasa da tüm dünyayı dondurabilsem bir süreliğine. 
Yanıma ışınlansan, başımı omuzuna gömsem, huzurun sessizliğinde duysam saçlarıma kondurduğun öpücüğü...
Nefes diye içine beni çektiğin anlardan olsa peşpeşe, dünya yeniden dönmek biz yeniden koşuşturmak zorunda olmasak, öylece kalsak senin o güzel kalbin ve benim her yandan taşan sevgimle.
Dün gece yanyana olabilmeydik aslında,
benim için çok zor olan konuşulanlara ilave belki biraz daha konuşmalıydık,
ama sonunda konuşurken dalmalıydık uykuya
gecenin bi yarısı uyanıp yatağın farklı köşelerine kaydığımızı farkedip 
ışığa uçan pervane gibi hemen sokulmalıydık birbirimize
çok sıcak yahu diyip biraz daha sıkı sarılmalıydık.

Bu gece ben yolda olacağım, ertesi gece ayrı evlerde, sonraki gece yine yolda.
Benimle birlikte gelebilecek misin Ege'ye bilmiyorum. Gelsen bile yine farklı odalarda olacağız. Olsun, akşam oldu mu birlikte olucaz. Birlikte dondurma yiycez, kedileri sevicez, kim bilir belki kaybolucaz ve sen söyleneceksin, söylen...

1 Haziran 2009 Pazartesi

peh

Her insan için böyle midir diye aklıma geliyor yine...

İnsan birşeyi elde edemeyeceğini/kendisine yakışmayacağını/beceremeyeceğini vb. düşünüyorsa onu istemeye bile kalkışmaz, gereksiz mi addeder acaba?

Uzanamadığın ciğere mundar demek değil de, ben zaten ciğer sevmem demek gibi bişiy bu. Bi de sanırım benim küçüklüğümden beri geliştirdiğim en geçeli savunma mekanizmalarımdan birisi. Hayal kurmayışım da bundan olsa gerek...




Hep bir koşturmaca içindeyiz birşeyleri yaşamak veya arttırmak veya pekiştirmek veya farkına varmak için. Hep bi neden var di mi ertelemek veya unutmak için?! Asıl maharet nedenlere rağmen zoru gerçekleştirmekte değil yani. Peki, öyle olsun..

Araf ki ne araf!

Elif Şafak'ı Mahrem adlı romanıyla tanıyıp çok sevmiştim ama tee bi zaman başladığım Araf ile de oldukça soğudum kendisinden. Daraldım daraldım bi haller oldu bana ama yine de birkaç hafta ara verip verip defalarca denedimse de devam etmeye, ı-ıh, olmadı. Uzun zamandan sonra bir kitabı yarıda bıraktım, üzgünüm... Böyle zamanlarda birisini suçlayıp da kendini savunmasına izin vermemişim gibi hissdiyorum ama elimden geleni yaptım.

Sonrasında sevgili Serpil YILDIZ ve arkadaşı Cüneyt GÖKSU'nun Küba notlarından oluşan KÜBA "Sarı Sıcak Bir Pencere" kitabına başladım. Hem Küba ile ilgili hem de genel kültür bakımından birçok şey öğrendim, öğreniyorum; ama pek düzgün bir ritimle okuduğum söylenemez ne yazık ki. Para kazanma derdine düşünce insan, asıl yapması gereken işi de, hobilerini de, sevdiklerini de ve hatta sağlığını da ihmal edebiliyor pek duraksamadan. Bu kitaba da öyle oldu ne yazık ki. Ama bugün itibariyle büyük bir iş yükünü attım omuzlarımdan, geriye kalan o kadar da kabus dolu olmayacak sanırım.

Gerçi yine de yoğun olacağa benziyor hayat her zamanki gibi: OnurCUM'un vize işlemleri için Ankara'ya gidiş geliş derken hafta bitecek ve umarım ki Pazartesi akşamı yola çıkabileceğiz Almanya semalarına doğru... Almanya'da yapacaklarımdan bahsetmek istemiyorum...dilimin ucuna geliyor geliyor geri kaçıyor, düşünmek de istemiyorum aslında... uf... bilmiyorum hiçbişiy, beynimden cızırtılar geliyor, kısa devre oluyor... sadece keyifli kısmını düşünmeye çalışıyorum ama onda da hayal kurmama refleksim işin içine giriyor. Halbuki OnurCUM'la gidicez, Elena ve Ruxy'e yüzüklerimizi göstericez, Elena'dan nikah şahidim olması sözünü alıcam, geceleri nehir kenarında yürüycez, sabahları sandviçlerimizi alıp son bir kez nehir kenarında kahvaltı edicez, hem belki kim bilir, tren fiyatları kargodan daha ucuzsa belki bir günlüğüne Berlin'e gidip hem Apo'yu görücez hem de bir-iki parça da olsa valiz yükünden kurtulucaz, mutlaka Köln'e gidicez birkaç parça eşyayı bırakmak adına ki bu defa mutlaka Dom'a çıkmak için fırsat yaratıcaz kendimize, bir aralıkta üniversitenin bahçesinde oturcaz belki... ama bunları düşünmek bile istemiyorum ben. sevmiyorum hayal kurmayı. hayal kırıklıklarını yaşamayı sevmediğim için hayal kurmanın zevkinden mahrum kalmayı tercih ediyorum. Boşa dememiş Şebo "uçmayı seviyorsan düşmeyi de bileceksin" diye. Düşmeyi bilmek istemediğim için uçmaktan feragat ediyorum, ama sadece bu bağlamda; yoksa ben aşktan uçuyorum bol bol düşmeme rağmen :) herkesin cesareti farklı şeylerde demek ki...

29 Mayıs 2009 Cuma

Budur!




Efenim testin asıl çıkması gereken sonucunu buldum sonunda!
Gerçi OnurCUM Sex and the City karakterlerinden değil ama olsun. Benim hayatımın ana karakteri olduktan sonra S&C'de olsa kaç yazaaaar, olmasa kaç?!!

22 Mayıs 2009 Cuma

Sözlendik!

7. Cad. Bulka'da sabah kahvaltısı, LCW'dan alışveriş, yüzüklerin alınması, Kızılay'a gidiş, "ya bunların içine isim yazmadık kiiii", isim yazırma faslı, Ostim'e varış, İkmal'de yüzüklerin takılması, poğaçaların yenilmesi, iş güç vırt vızık...

Sözlendik yahuu!
Detaylar, fotolar vs. ilk fırsatta gelecek, şimdi ikmal'den çıkıp Şevval Sam konserine doğru yola koyuluyoruz, biz ve yüzüklerimiz! :)

Dün

Kayseri --> Ankara tren yolculuğu
tren 00:05'de kalkacaktı ama gara geldiğinde 01:30 civarıydı, garda uyuduk o zamana kadar.
Tren çok yavaş gitti, sıkıldık yolda, ama uyuduk bol bol, güzeldi. Tren yolculukları hep güzeldir zaten. Aslında yavaş gitmesi iyi de oldu bi bakıma, sabahın kör karanlığında varmamış olduk. Zerrincim geldi karşıladı bizi, teyzemlere bıraktı, kahvaltı yaptık. Ankara simidi gerçekten Ankara'ya özgüymüş artık kabullendim. Süper bişiy bu simit! Ankara'dayken kıymetini bilmemişim.. Mac'imizi aldık, artık bi ayağı sakat... teyzemlere geri döndük, biraz çalıştık, ben biraz dedikodu yapayım teyzemle derken çalışma odasından bir kaplan sesi gelince anladım ki OnurCUM uyuya kalmış. O uyudu, ben ortalığı karıştırdım biraz, dayım geldi, OnurCUM uyandı, biraz daha çalıştık sonra Ankara'yı özlememe neden olan şeylerden birini gerçekleştirdik Şişkolar ailesi olarak, Uludağ kebapçısına gittik. Seviyorum ben burayı yahuuuu! Sonra sonra.... Şenliklere girelim dedik ama öğrenci kimliğin yoksa 10 YTL'cik bayılmamız gerekiyordu ve fakat kimliğini kullanarak giriş yapabileceğimiz hiçbir(!) arkadaşımız yoktu. Neyse ki anarşik damarı kabardı teyzemin de prof.luk forsunu kullanıp arabayla geçtik kapıdan. Sohbet, muhabbet, azıcık bira, bol bol özlem gidermeler, eski dostlar, garip arkadaşlar, anlamsız tribal enfeksiyonlu kimseler, gereksiz kalp kırmalar, balerinin etekleri, pamuk şeker, dostlar, gülümsemeler... (Allahından bul e mi OnurCUM) MFÖ öncesi garip grup, (kapa çeneni OnurCUM), ama yine de güzel şarkılar, merdiven üstü soğuk beton, soğuk bira, sevimli sevgili, MFÖ, şarkılar, şarkılar, şarkılar, şarkılar, şarkılar, şarkılar, şarkılar, şarkılar...
"OŞ arabada kalsa olur mu acaba?" "/@&%+^+é'^+&é" "İyi be tamam, gıcık şey!"
Zerrincim'le sohbet, balkon sefası, kavun peynir ekmek, sohbet, sohbet, sohbet, uyku, sohbet, mır....

19 Mayıs 2009 Salı

dilekçe

.


Sayın ilgili,

aşık olduğum OnurCUM tarafından çalınan aklımın iadesi için gereğini emir ve tensiplerinize saygılarımla arz ederim.

Witchie of Stars








.

6 Mayıs 2009 Çarşamba

Zuroyinelve!

Hayat çocuk oyuncağı değil! Mi acaba? Son zamanlarda hayatı da, sorunları da gereğinden fazla ciddiye aldığımızı düşünüyorum. Aman hata yapmayalım diye diye sakındıklarımız bir yana, o korkuların içimizde biriktirdiği tortular öyle fena ki... Tee minicik bebeyken, düşüp dizimizi kanattığımızda yırtılan pantolonun hesabını evdekilere nasıl vercem diye; sonra biraz daha büyüyünce kötü gelen karneyi eve nasıl götürücem diye; sonraları arabayı kullanmak için nasıl izin alsam acaba diye; okul bir dönem uzayınca evdekilere nasıl söyliycem diye; işyerindeki durumlar canımıza tak edip de istifayı verip eve dönerken; ve şimdi de işsiz güçsüz evlenmek istiyoruz ama bunu evdekilere nasıl anlatcaz diye.... içimizi kemiriyor pis lağım fareleri... halbuki gerek yok ki bu kadar gerilmeye...

Ne garip ki insanlar sevdikleri üzülmesin diye onları uyarırken, sözkonusu üzülme potansiyelinden defalarca daha fazla üzüyorlar birbirlerini... bazen bazı olaylara yol vermek gerek, suya ket vurmayıp salıvermek gerek akıp yolunu bulsun diye... bu "bazen"leri iyi bilmek gerek işte... "büyük" olmak da uyarılarda ne kadar direnip hangi noktadan sonra "tamam" denileceğini iyi bilmeyi gerektiriyor... halbuki ne zor... hepimiz de hayatta daha önce üstlenmediğimiz rolleri oynuyoruz ama "büyük"ler nasıl "büyük" olunacağını bilmek zorunda, anneler nasıl anne olunacağını; babalar, ablalar, abiler nasıl olunacağını iyi bilmek zorunda ki hayat daha da zorlaşmasın... taa bi ara demiştim ya hani aslında kolay değil diye... gerçekten de kolay değil ilk defa oynadığımız rollerin altından işin erbabıymışcasına kalkabilmek.

Yazamıyorum bir süredir; önce heyecandan sonra vakitsizlikten sonra da ne yazacağını bilememekten. Ama üstünden zaman geçince en çok okunası olanlar aslında tam da şimdi bu yazamadıklarım olacak biliyorum, o yüzden hızlıca özet geçmeye çalışıyorum şimdi. Şöyle oldu efenim:
23 Nisan'da burada oldukça şifreli bir dille çıtlatır gibi olduğum durumu önce evdekilere anlattık; evdekiler dediğim St.Ziza, Karakuş ve birkaç arkadaşımız daha; aynı gün ben dayanamadım Sincap'a sms attım. Yaklaşık bir hafta sonra, danışmanımıza ve Sevil Hala'ya söyledik, geçen cuma NFA'nın evini taşırken ben NFA'ya söyledim ve en son bu haftasonu ben Ankara'ya gidip Zerrincim'e ve teyzeme söyledim, Ethem'cim'e söyledim...bugün OnurCUM'un ailesine de söyledikten sonra artık sıra ancak size geldi sanırım.... tahmin eden var mı acaba? :))))

Ehm... Şey.. Kem... Küm...

Biz pek bi ciddi ciddi niyetlendik de bu sülaleri ikna etmesi pek bi zahmetli olacak; zaten Laz damarı olan iki aileden kolay kolay "tamam" lafını duymayacağımızı biliyoruz, gardımızı ona göre pek bi sıkı tutuyoruz; ölmek var dönmek yok; ya benimsin ya toprağın; istanbul-ankara 4 saat, sana sevgim 24 saat; aşk bir vişne, ye de kişne; ateşle barut yanyana durmaz...derkeeeennn...

Zuroyinelve!


23 Nisan 2009 Perşembe

23 Nisan


şimdilik bu kadar...

6 Nisan 2009 Pazartesi

Ağaç Rügzar Fidan Aşk

Biliyorum, hiç beklenmedik bir zamanda öyle bir an gelir ki ince bir mikanın üzerine sert bir adımla basılmış gibi paramparça olur içim, çıtırtıları beynimi doldurur, kulaklarımı tıkasam daha da artar sesi, avucumda sıkmışım gibi bir cam bardağı, ince ince kan sızar içimden, her damlada biraz daha eksilir sevgim. Biliyorum bunu ve o yüzden işte o an gelene kadarki her anda, bir sürgün daha çıkartıp sevgimden bir şekilde, bir saksı daha bulup, saksılar bulup, elimden geldiğince çoğaltıyorum sevgimi; adımını atarken önce topuğunun yere değişini veya yemek yerken ekmeği tutuşunu düşünüyorum ve bunları da seviyorum, birer saksı da onlar için çıkarıyorum... olabildiğince çoğaltıyorum sevgimi ki, kırıldığım zaman bir anda akıveren onca damladan sonra yine de kalsın sana sevgim...

Çok kötü seviyorum ben, gerçekten çok kötü.. Hiç tahmin etmediğin birşeylere aşık olup hayran kalıyorum, şaşırıyorsun sen ama bilinçaltın şımarıyor.. Sonra da hiç tahmin etmediğin birşeylere öyle derinden kırılıyorum ki... kırılıyorum işte... Rüzgara karşı eğilip bükülmesini bilmeyen ağaçlar nasıl çatırdayarak kırılıp düşer, herkes şaşırır kalır; o koca cüssesiyle ve tüm heybetiyle dimdik dururken kimsenin aklına gelmeyen yıkılışı herkesi şaşkına çevirir... öyle yıkılıyor işte aşk benim içimde; dimdik duruyor herşeye, belki kimsenin eyvallah demeyeceği şeyleri tatlı bir tebessümle hoşgörüyor, ama sonra da tutup en olmadık yerinden kırılıyor en olmadık zamanda... Ve buna en çok aşık olduğum şaşırıyor...çünkü aşıkken ne kadar emin ve güçlü isem vazgeçtiğimde de öyle oluyorum... "bu kadar kısacık zamanda?" ...değil işte..öyle o kadar kısacık zamanda olmuyor o tükeniş... ama tükendi mi de...hem beni acıtıyor hem seni..

Fidanlar daha dayanıklı oluyor sanırım sert rüzgarlara ama dayanbilmek adına bir defa da olsa eğdiler mi boyunlarını, öylece eğri kalır da büyümeye devam ederlerse, canları da çok acıyor sanırım. Benim için öyle oluyor işte şimdi... Alışırlar mı zamanla içlerinde acıyla büyümeye yoksa kırılırlar mı bilmiyorum. Yanına destekler koyup gücünü artımalı, acısını azaltmalı öyle fidanların bence, yoksa çok sürmeden kırılır gibime geliyor...

11 Mart 2009 Çarşamba

Med-Cezir Oldu Beynimin İçi


sen gitsene biraz
bilmiyorum nereye gitceğini
nehir kenarına falan in
eline bi fincan çay veya şarap al
üstüne de bişiyler al
soğuk olur nehir kenarı
git işte biraz
bırak beni
beynimi boşalt birazAlign Center
bi defol
bi çık
bi git
ştt sen!
evet evet sen de git
hepiniz bi gidin beynimden
bi defolun
bi boşaltın şu odayı
kendimle kalayım biraz
olmaz mı?
bi sessizlik olsun mesela
ısıtıcıyı da kapatayım
bilgisayarı da
ve ışıkları da
ve gelmeyin uzunca bir süre
hele sen hiç gelme

ama sen gelebilirsin
biraz sonra gel
ne kadar sonra bilmiyorum
yeterince sonra işte
beynim yeterince durulmuş olduğunda
yatağımın üstünde
dizlerimi karnıma çekmiş
ellerimi etrafında birleştirmiş
alnımı dizlerime dayamış
ve artık üşümeye başlamışken
o zaman gel
doğru zamanda
o zaman gel

ve ceketini çıkarıp üstüme ser
ve sıcacık kollarınla sarıl
ve ıslak yanaklarımdaki izleri öp
konuşma ama
sessizliği bozma
sadece
senin
ve
benim
nefes alışlarımız duyulsun
ama kimse duymasın
bi tek sen
ve
bi tek ben duyalım
ve sonra

zaten sonra
karışsın tadın tadıma
tenin tenime
terin terime
tuzun tuzuma
...med...
...cezir...

Aşk: 19'undan 25'ine


Doğru ya da yalnış olabilir ama gerçek şu ki aşıksanız mutlaka sevgilinizin etkisinde kalıyorsunuz. Hele ki 19'unuzdaysanız... Onun doğrularını kabullenmekte zorlansanız da bunu görmezden gelebiliyorsunuz, ve kendinizi "hemen kabul ettim, ne derse yapıyorum" düşüncesinden korumak için konu her ne ise önce üzerinde epeyi kafa yoruyor sonra yine eninde sonunda onunla hem fikir oluyorsunuz. Sonra üstünden zaman geçiyor, bakıyorsunuz ki, değişemezsiniz. 19'unuzda bile olsanız, değişmek, ilişkiye ve olaylara bakışınızı değiştirmek, öyle aşık olduğunuz bir adama hayatınızı adamak falan, bir yerden sonra tüm gerçekçiliğini yitiriyor. Çünkü genellikle 19'unuzda hayatınızı adamayı seçtiğiniz adam çok büyük bir olasılıkla doğru adam olmuyor...

Gözümün önünde, 19'unda bir kız çocuğu, doğrularını ve hayatını değiştiriyor sevdiği adam için... Hiçbirşey demiyorum, çünkü anlamı yok. O aşık, ve o inanıyor. İçimden geçirdiğim tek şey, umarım canı çok acımaz, umarım "değmezmiş" dediği şeylerin sayısı az olur, umarım tüm "ilk hayal"lerini o adamda tüketmez. Yok hayır, aşık olduğu adam kötü birisi değil ama aşk, ve aşk için feda edilebilecekler gerçekten sınırsız ve gerçekten aptalca. Aşk için bişiyler feda etmek aptalca değil ama neyi kim için feda edeceğini doğru bilmek gerek. Ve ne yazık ki 19'unda aşık olunca insan bunu doğru göremiyor.

Aman tanrım ne kadar uyuz oldu bu satırlar... Bana da söylendi bunlar, ben en azından anlayamaya çalışarak dinledim o zamanlar, ve öyle bi hale geldi ki, "kızım yanlış yaptığını bile bile devam ediyosun yaa... hay ben senin bu kalbinin içine..." diye düşünsem de, devam ediyordum bildiğimi okumaya. Ne oldu? Sonunda farkettim ki gerçekten değmezmiş, çünkü birbirimiz için doğru insanlar olmadığımız çok aşikarmış ama biz körmüşüz çünkü aşıkmışız...

Şimdi? Şimdi de canımı vermem gerekse bi an düşünmem(gerçi bu benim zaten işime gelir de o ayrı mesele:) ) Ama şimdi şunu biliyorum, "hadi şunu yap" dese hiç düşünmeden yapacağın insan aslında zaten sana asla onu demeyi aklından bile geçirmeyecek insandır. Ama derse de yapar mıyım? Hiç düşünmeden! E o zaman ne değişti? Şu değişti: öğrendim ki...
... doğru insan diye bir insan varmış gerçekten
... herhangi birisini seçip hayatta çok sevebilirmişsin ama çok sevmek mutlu olmak için yeterli değilmiş
... doğru insan zaten kendinden fedakarlık yapmanı beklemeyenmiş
... senin içinden gelenler ile onun içinden gelenlerin örtüştüğü kimseymiş asıl sana huzur verecek olan
... kimseyi değiştirmek veya kimse için değişmek, istesen de, içinden gelse de doğru değilmiş; çünkü mümkün değilmiş insanın hamurunu baştan yaratmak: Seramik hamurundan yapamazsın şehir merkezine koyacağın heykeli; veya mantı yapmak için yola çıkmışsan ondan un kurabiyesi çıkartamazsın ne kadar uğraşsan da
... aynı şeylere gülebildiğin ve bilmediklerini söylemekten çekinmediğin insanmış doğru insan
... ortak ilgi alanları yaratmaya çalıştığın değil, hali hazırda ortak ilgi alanlarının olduğu; ve içinden gelerek onun ilgisini çeken şeyi merak edip öğrenmek istediğin adam, içinden gelerek senin saatlerini ayırdığın şeyi merak edip öğrenmek isteyen kadınmış doğru insan
... gözünün içine bakıp da aklını okuyabilir hale gelene kadar da, hiç utanıp çekinmeden tüm dürüstlüğünle ve tüm cesaretinle, olabilecek herşeyi göze alarak doğruları söylediğin, ve yaptığın yanlışlarda seni yargılamak yerine seni anlamak için çaba sarf eden insanmış
... o öyle düşünüyor diye kendi düşünceni değiştirmen veya onunkini değiştirmeye çalışman değil, farklılıklarınızın tadına vararak bunu da bir paylaşım malzemesi haline getirebilmekmiş doğru olan

25'inde işte, bakıp da karşındakine, bunları göremiyorsan, ama yine de için kıpır kıpır oluyorsa, buna reğmen "seviyorum ama yanlış!" diyip, aklını başına devişirip, yollarını ayırıyormuşsun zor da olsa... 19'undan farklı olarak, bildiklerini uyguladığın yaşmış 25.

İlk çeyrek asırımda bu dünyada, aşka dair, ilişkilere dair bi dolu şey öğrendimse işte bi kısmı da bunlar...

2 Mart 2009 Pazartesi

1 ay civarlarında




Klişe mi? Umrumda mı? =)

"Ay-gün hesabı mı yapılacak yani şekerim?"
"Ne bu böyle liseli kızlar gibi günleri mi sayıcaz?"

Ben lisede hiç gün saymadım, onun yerine şimdi sayıyorum :) Evet benim lisede hiç sevgilim olmadı, aslında lisede sıra sevgiliye gelmedi.. İlk sene nedense tembel olmaya karar vermiştim, bu duruma inanamayan hocalarla boğuşuyodum; ikinci sene ölümle tanıştım, etrafa ne kadar belli oldu bilmiyorum ama psikopatlığın sınırına en yaklaştığım zamanların ilkiydi o günler, anlatırım belki bi ara. Üçüncü sene de "gitmiyorum lan dersaneye falan, yerim seni ÖSS" diyip ders çalışmaya karar verince, sevgiliye vakit yoktu işte. İşte o yüzden efenim, ben o içimde kalmış salak liseli aşık kız meselelerini tüm hayatıma yaymaya karar verdim, çok keyifli oluyo valla. Sevinince mesela, öyle çok uçuyorsun ki gökkuşağının üstünden zıplıyorsun, üzülünce de salya sümük ağla dur, depresyona gir, Sezen dinle :) hiç öyle yetişkin insan coolluğunda kalmaya falan çalışmıyorsun hiçbir zaman, yaşadığını anlıyorsun işte.

İşte şekerim, ben son bi aydır böyle bi garip leyla oldum, ucunda yıldız olan sihir değneğimin rengi pembeleşti, yıldızı kalplerle bezendi, şapkamın kenarına kelebekler kalpler çizdi; ellerin kavuşmasına kaldı 15 gün!

28 Şubat 2009 Cumartesi

Baharın ilk günleri...


Hayat hep yaptıklarımın cevabını verdi bana, istemeden de olsa kırdığım kalpler gibi acı çektiğim kadar, mutlu ettiğim gibi mutlu da edildim. Hiçbir zaman büyük konuşmamayı öğrendim mesela, kimseyi önce kendimi onun yerine koymadan kınamamayı, dinlemeden yargılamamayı, sıra bana gelsin diye değil de anlamak için dinlemeyi öğrendim. Diz çöktüğüm de oldu, önümde diz çöküldüğü de; reddettiğim de oldu, reddedildiğim de; aldattığım da oldu aldatıldığım da... Ve hepsi sırayla oldu. İki alıp bir vermedi hayat. Hep bir aldı, bir verdi; önce aldı, sonra verdi, terazinin kantarı dengeye hep geri geldi. Teker teker gördüm hepsini, sırayla. Ve biliyorum daha bitmedi.

Biliyorum, çünkü o suniliklerle geçen yılların ardından nasıl en doğal haliyle sevmeyi ve sevgi için ne büyük fedakarlıklar, zor da olsa ne büyük dürüstlükler göstermenin gerektiğini öğrendimse, şu son 2 senedir yaşadıklarımdan sonra da biliyorum ki şimdi sıra yeniden güzelliklerde.

Kafatasımı parçalamak için defalarca vurduğum masanın kenarına koyuyorum şimdi kollarımı hayal kurarken. Ve hayal olmadığını, çok yakın bir zamanda gerçek olacak güzellikleri düşündüğümü biliyorum. Dürüst olmanın bedelinin acı çekmek; şeffaf olmanın karşılığının salak zannedilmek; cesurca herşeyini ortaya koyarak sevmenin sonucunun yalnız kalmak olmadığı günlerdeyim..

Demiştim, "acı ektim, yerine, aşk yeşerecek"diye...
Demiştim, gün gelince "coşarız Ay'ın şavkı aşka vurdukça"diye...

Bahar geldi işte,
aşk yeşerdi,
Ay'ın şavkı vurdu tene... daha ne?

27 Şubat 2009 Cuma

28 geçti, 18 kaldı...

Bugün
beni
anladın sen

yargılamadın
eleştirmedin
yıpratmadın

Tabii ki aferin de demedin ama

dürüstlüğe gösterdiğim çabayı
gördün
anladın

sahte sularda yaşayamadığımı
gördün
anladın

o kadar nefessiz geçirdiğim anları
hissettin
anladın

anlamak için çaba sarf ettin
anlamak istedin beni

ve bugün

o en karışık halimde
en utandığım
en yerin dibinde girip de
orda kalmak istediğim halimde

anladın ya sen beni

elimi tuttun da
sanki gözüme baktın da
içimi ferahlattın ya...

işte bugün
ben
sana
gerçekten
aşık oldum...
beni anladığın için... ...teşekkür ederim




22 Şubat 2009 Pazar

misal

yüzünün haritasını çizsem avucuma
ya da yüzün parmakizim olsa
ve gün gelse o kadar içine işlemiş olsam ki
avucumda sakladığım haritanın her kırvımında
beni saklıyor olsan

gözlerinin karasında olsam mesela
beyazındaki ince damarlarda
bıyıklarındaki kızıl tek tük tanelerde
ve göz kırpışlarındaki sıklıkta saklasan beni
beni kendinde saklıyor olsan

20 Şubat 2009 Cuma

+18 Anlamadığım itiraflar

Bir zamanların eski bir itirafçısı olarak hala da zaman zaman girip okuyorum itiraf.com'daki itirafları. "Ulan o kadar samimi itiraf yazdım ama yayınlamadı gıcık sitesahibi, biraz da atmasyon yapalım hele" dediğim itirafların büyük çoğunluğu yayınlandığı için ve yıllarca okumuşluğum, ordan insanlar tanımışlığım olduğu için, çok iyi biliyorum hangi itiraflara inanılıp inanılmayacağını. Ama bir kategori var ki anlamam mümkün değil. O da evliliğinde kocası ile sevişmek zorunda(!) kalan kadınların ve karısı ile sevişmek istemeyen(!) erkeklerin itirafları. Evet, son 3 gündür yine dadandım bu siteye ve ha bire itiraf okuyorum. Şimdi de HIMYM izlerken, 2. Sezon 19.Bölüm'deyim henüz, evlilik ile ilgili yapılan espiriler arasında da bu tür durumlar var. Ve benim anlamadığım şu ki; neden hala evli kalıyor bu insanlar? Tamam evlilik tabii ki sadece cinsellik değildir, ve hatta belki de cinsellikle hiç alakası yoktur evliliğin ama,taraflardan birisi bunu zorunluluk olarak görüyorsa, bundan kaçacak delik arıyorsa, veya ceza ödül sisteminin bir parçası haline gelmişse... yani bir ilişkideki en içsel şeylerden birisi bu kadar ayakaltı edilmişse daha ne demeye yanyana durur ki bu insanlar? Bu zorunluluk meselesi kafamı kurcalıyor. İnsan eşiyle bir yatağı paylaşmaya zorunlu olabilir mi yahu? Tam aksine evlilikteki en güzel paylaşımlardan biri değil midir bu? Yanyana uyumak ne kadar huzur verici ise yanyanayken uyuyamamak da o kadar güzel değil midir, ve sen bunlardan herhangi ikisini bile yapamayacak kadar azap olarak görüyorsan neden hala yanında durursun ki o insanın, benim aklım almıyor. Sanırım insanlar gerçekten evlenmenin ne demek olduğunu düşünmeden kalkışıyorlar bu işe de onun için böyle oluyor...

Yanaklarımın mevsimleri ve contalar

Buralarda pek çaktırmamaya çalışsam da geçen ay bolca sulu bir mevsim yaşadı yanaklarım. Bunun nedenini gözlerimdeki contaların bozulmasına bağlayan Zerrin'cim bana 3 adet, cillop gibi, kullanılmamış, taptaze conta göndermiş*. Zaten söylüyodu yolladım diye, gerçekten de yollamış, buyrun işte aha da ispatı!
Aslında yanaklarımın mevsimi çoktan pembe baharlara dönmüş ve 1 aydan az bir zamanda da yaz çiçekleri açacak olduğu için pek gerek kalmadı şimdi bu contalara. Yine de tabii ki, bunları da acil yardım çantamıza koyuyoruz, keza bu sonbaharlar öyle edepsiz ki, en istenmeyen zamanlarda gelip bir anda heryerin sular altında kalmasına neden olabiliyorlar.

* Yılbaşından bu yana 11 farklı kişiye gönderdiğim onca postaya rağmen benim postakutuma gele gele bu contalar geldi ya, ne diyim... Ben yine de devam edicem sizi hatırlamaya, postakutunuza zaman zaman uğramaya; varın siz bi postaneye gitmeye üşenin; ben yine de seviyorum sizi, tembel arkadaşlarım benim.

19 Şubat 2009 Perşembe

uyku perileri


uyurken aldığın nefeslere kondursunlar diye
minik perilerle gönderiyorum öpücüklerimi
ve uyurken verdiğin nefesleri
acil anlarda diri kalabileyim diye
minik yıldız keselerine doldurtuyorum

her gece yarısı
önceki gece yarısından itibaren
verdiğin tüm uyku nefeslerini
getiriyor perilerim
bir de güldüğünde pembeleşen
yanaklarına kondurdukları
kaçamak öpücüklerin tadını

16 Şubat 2009 Pazartesi

Öznel

omuz başlarından öpmeye başlayan sevgiliyi özledi tenim
belki o ilk öpüşle ikincisi arasındaki zamanda oldu tüm o aşk dedikleri
kimisi hemen kondurdu ikinciyi
kimisi bir kez daha öpmeye kıyamadı bir süre
ve her seferinde farklı oldu o aşk
sırf o iki öpüş arası farklı oldu diye

gözlerime bakmaya çekinir ya kimi sevgili
kimileri alışamaz çok uzun zamanlarca
sonra bir gün kendisi, benden sonra farkeder
artık hiç duraksamadan taa dibine kadar bakabildiğini
gözlerimin aslında onu ona en iyi anlatan kahve tadı olduğunu

yudumlar belirler mesela aşkı bir de
dudağından dudağına
dokunduğunda oluşan çizginin inceliği
ve bir de
dudağının neresinden öptüğü belirler aşkı
    ben en çok, ağzının kenarını severim mesela
    tüm o masumane öpüşler ordan olsun isterim
    ama içime almak için kavrulduğum günlerde
    beni öpeceğin en yanlış yer olur ağzımın kenarı