hayaller etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hayaller etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Mart 2015 Pazar

Çok istemek

Kendimi bildim bileli, "ne olacaksın" sorusuna "astronom" dedim. Lise yılları gelip de herkesin dershaneye gittiği zamanlar, çok anlamsız gelmişti bana dershaneye gitmek. "Okulda zaten öğretiyorlar işte, neden aynı şeyleri öğrenmek için bir yere daha gideyim ki" diye düşünmüştüm. Derslerim çok iyi değildi, geometriyi kendi kendime öğrenmek zorunda kalmıştım, fen lisesi öğrencisi olmama rağmen felseye ilgim sayesinde kendimi Felsefe Olimpiyatlarında bulmuştum Fizik Olimpiyatlarının 2 hafta sonrasında hem de. Koca okulda dershaneye gitmeyen bir ben vardım, ve sınava günler kala, hocalarım da akrabalarım da bana "üzülme seneye kazanırsın" diyordu. Dershaneye gitmemiş halimle, ÖSS'de sınıf birincisi olunca insanlar biraz afallamış ve hemen "ODTÜ yaz, ODTÜ" diye yakama yapışmışlardı. Ben ne kadar "ODTÜ de benim istediğim bölüm yok" desem de, herkes sağır gibi aynı şeyi tekrarlamaya devam etti. ODTÜ'deki bölüm tanıtım günlerine gittiğimde "Havacılık ve Uzay Bilimleri Bölümü"ndeki hocaların, o bölümü seçmem için beni ikna etmeye çalıştığını farkettiğimde anlamıştım ki ben ODTÜ'yü değil, ODTÜ beni kazanmak istiyordu. Tercih formundaki tek satır "Ankara-Astronomi" olunca kelimenin tam manasıyla deli olduğuma karar verdiler. Kolay olmadı astronomi okumak, mesele derslerin değil insanların zorluğuydu, ama yine de birçok güzel şey oldu, ve istediğim şeylerin çoğuna ulaştım sonunda. 


Son 3 yıldır ise, dilime yapışmış, aklımdan çıkmak bilmeyen başka bir isteğim var, Kore'ye gitmek, orda yaşamak 1-2 sene de olsa. Yapamazsam millet ne der diye düşünmeden her milletten, her dinden insana söyledim bu isteğimi şimdiye dek. "Benim için dua edin" dedim "ya da kendiniz için ne yapıyorsanız benim için de yapıni nolur" dedim.  Tabii ki ben de elimden geleni yapıyorum, yine, her zamanki gibi. Olursa olur, olmazsa olacak olanlar da yine güzel alternatifler. Ama olsun... ve sonunda diyeyim ki yine, her zamanki ukalalığımla, "insan birşeyi isterse bir yolunu bulur ve yapar". Evdekiler de desin ki "7sinde neyse 70inde de odur işte. Tutturdu Kore diye, gitti sonunda." 

Dua edin benim için. Aklım başımda olayım, abartmayayım, heycandan ölmeyeyim, ve herşey güzel olsun diye, olur mu?

22 Ekim 2009 Perşembe

Bekle bizi Tüyap!


Sen kalk Bonn'dan Frankfurt'a gitmek için sabahın 5'inde yola çık, trenler trenler değiştir, dönüşünde de hasta ol. Ne için? Ece'yi görmek için. Yanlış mı? Yoo, gayet doğru, gayet güzel, gayet hoş. Peki Ece'nin yanısıra, Oya BAYDAR, Adam FAWER, Vural SAVAŞ, Ahmet TELLİ, Ayşe KULİN, Ersin KARABULUT, Fazıl SAY, Hikmet ÇETİNKAYA, Selim İLERİ'nin de bulunacağı İstanbul Tüyap Kitap Fuarı'na gitme. Bu olacak iş mi? Bence değil. Ha bi de benim pek ilgimi çekmese de tabii ki Can DÜNDAR, Elif ŞAFAK ve hatta Ebru ŞALLI bile var Fuar'da! Hulki CEVİZOĞLU, İclal AYDIN, İpek ONGUN da orda olacak, meraklılara duyurulur. Daha kimler mi var? İmza günleri listesi için buraya tıklayabilirsiniz.

28. İstanbul Kitap Fuarı, 31 Ekim'de başlıyor 8 Kasım'da sona eriyor. Benim ilgimi çeken gün ise Ece ile Oya BAYDAR'ın imza günü olan 1 Kasım Pazar. Hem şehir içi servis de koymuş adamlar, daha naapsınlar?! Üstelik program da şöyle;

Saat: 12.00-13.00

Söyleşi:"Che Guevara'nın Mirasının ve Latin Amerika Gerilla Hareketlerinin Kıtanın Güncel Politikaları Üzerine Etkisi"
Konuşmacı: Richard Gott
Düzenleyen: İlkeriş Yayınları


Saat: 13.10-14.10
Panel: “Küba Devriminin Küba Kültürü Üzerindeki Etkileri: Afrika ve İspanyol Kültürlerinin Entegrasyonuyla Yeni Küba Kimliği
Konuşmacı: Nancy Morejón
Düzenleyen: Küba Büyükelçiliği Ve "José Marti" Küba Dostluk Derneği

Saat: 14.15-15.15
Söyleşi: "Bir Yabancı Gözüyle Atatürk"
Konuşmacı: Fabio L. Grassi
Düzenleyen: Turkuvaz Kitap


Saat: 15.20-16.20
Panel: "Modern Romanya Edebiyatı ve Çeviri"
Konuşmacılar: Gabrile Chifu, Dan Cristea
Düzenleyen: Romanya Kültür ve Din İşleri Bakanlığı



Saat: 16.30-18.00
Söyleşi: "Kelimelerle Dünyayı Değiştirmek"
Konuşmacılar: Bernardo Atxaga, Carme Rieara, Cristina Fernandez Cubas
Düzenleyen: İstanbul Tanpınar Edebiyat Festivali-TÜYAP

Plan mı? Plan bir şekilde ağzından girip burnundan çıkıp Zerrin'cimi ikna edip 3 kafadar yola koyulmak, 1 günlüğüne de olsa fuara katılıp, Ece ve Oya B. ile birer fincan kahve içmek (evet bu sefer dilim tutulmayacak ve Ece ile konuşabileceğim), akşam otobüsü ile geri dönmek... Neden olmasın ki? Bence olmaması için hiçbir sebep yok. Evet evet yapabiliriz!

1 Haziran 2009 Pazartesi

Araf ki ne araf!

Elif Şafak'ı Mahrem adlı romanıyla tanıyıp çok sevmiştim ama tee bi zaman başladığım Araf ile de oldukça soğudum kendisinden. Daraldım daraldım bi haller oldu bana ama yine de birkaç hafta ara verip verip defalarca denedimse de devam etmeye, ı-ıh, olmadı. Uzun zamandan sonra bir kitabı yarıda bıraktım, üzgünüm... Böyle zamanlarda birisini suçlayıp da kendini savunmasına izin vermemişim gibi hissdiyorum ama elimden geleni yaptım.

Sonrasında sevgili Serpil YILDIZ ve arkadaşı Cüneyt GÖKSU'nun Küba notlarından oluşan KÜBA "Sarı Sıcak Bir Pencere" kitabına başladım. Hem Küba ile ilgili hem de genel kültür bakımından birçok şey öğrendim, öğreniyorum; ama pek düzgün bir ritimle okuduğum söylenemez ne yazık ki. Para kazanma derdine düşünce insan, asıl yapması gereken işi de, hobilerini de, sevdiklerini de ve hatta sağlığını da ihmal edebiliyor pek duraksamadan. Bu kitaba da öyle oldu ne yazık ki. Ama bugün itibariyle büyük bir iş yükünü attım omuzlarımdan, geriye kalan o kadar da kabus dolu olmayacak sanırım.

Gerçi yine de yoğun olacağa benziyor hayat her zamanki gibi: OnurCUM'un vize işlemleri için Ankara'ya gidiş geliş derken hafta bitecek ve umarım ki Pazartesi akşamı yola çıkabileceğiz Almanya semalarına doğru... Almanya'da yapacaklarımdan bahsetmek istemiyorum...dilimin ucuna geliyor geliyor geri kaçıyor, düşünmek de istemiyorum aslında... uf... bilmiyorum hiçbişiy, beynimden cızırtılar geliyor, kısa devre oluyor... sadece keyifli kısmını düşünmeye çalışıyorum ama onda da hayal kurmama refleksim işin içine giriyor. Halbuki OnurCUM'la gidicez, Elena ve Ruxy'e yüzüklerimizi göstericez, Elena'dan nikah şahidim olması sözünü alıcam, geceleri nehir kenarında yürüycez, sabahları sandviçlerimizi alıp son bir kez nehir kenarında kahvaltı edicez, hem belki kim bilir, tren fiyatları kargodan daha ucuzsa belki bir günlüğüne Berlin'e gidip hem Apo'yu görücez hem de bir-iki parça da olsa valiz yükünden kurtulucaz, mutlaka Köln'e gidicez birkaç parça eşyayı bırakmak adına ki bu defa mutlaka Dom'a çıkmak için fırsat yaratıcaz kendimize, bir aralıkta üniversitenin bahçesinde oturcaz belki... ama bunları düşünmek bile istemiyorum ben. sevmiyorum hayal kurmayı. hayal kırıklıklarını yaşamayı sevmediğim için hayal kurmanın zevkinden mahrum kalmayı tercih ediyorum. Boşa dememiş Şebo "uçmayı seviyorsan düşmeyi de bileceksin" diye. Düşmeyi bilmek istemediğim için uçmaktan feragat ediyorum, ama sadece bu bağlamda; yoksa ben aşktan uçuyorum bol bol düşmeme rağmen :) herkesin cesareti farklı şeylerde demek ki...

14 Şubat 2009 Cumartesi

Bugün...

Kitap okudum biraz. Sağ menüdeki linki de değiştirmem gerek, çünkü bu sıralar Türkçe bişiy okumak zorunda olduğumu farkedip dün Türkçe romanların arasından rastgele seçtiğim Araf'ı okumaya başladım. Elif Şafak'ın bir kitabı Araf, arkasında yazılanlar benim için bu kadar geçerli olmasa, şimdi, dili temel alan ve de üstelik yazarı Türk olmasına rağmen orjinali ingilize yazılmış bir kitaptan ziyade dili güzel kullanan ve orjinali de Türkçe bir kitabı tercih ederdim sanırım. Şöyle diyor arka kapağında:
"İsimlerin yabancı memleketlere ayak uydurma sürecinde muhakkak bir şeyler eksilir - bazen bir nokta, bazen bir harf ya da vurgu. Yabancının isminin başına gelenler pişmiş tavuğun olmasa da pişmiş ıspanağın başına gelenlere benzer - ana malzemeye yeni bir tat eklenmesine eklenmiştir de kalıpta gözle görülür bir çekme olmuştur bu arada. Yabancı işte ilk bu fireyi vermeyi öğrenir. Yabancı bir ülkede yaşamanın birinci icabı insanın en aşina olduğu şeye, ismine yabancılaşmasıdır."

Son on gündür gerçekten hiçbir şeye konsantre olamayışım, blogları bile satır atlayarak okuyup sonra "ayıp oldu yaa" diyip yeniden okumaya çalışışım, bedenimin kalbime bir kaç beden dar geldiğini hissedişim tam da doğama uygun şeyler olduğu için bu seferki "hiçbirşey yapamama" sendromumdan korkmuyorum. Böyle zamanlarda, akıcı ve bence güzel bir Türkçe ile yazılmış birşeyler okuduğumda kendimi daha huzurlu hissdiyorum. Dilin akıcılığı içinde ben de akıyorum sanki, en az yazmak kadar rahatlatan bir eylem oluyor okumak. O nedenle her zamankinden biraz daha önemli oldu bu kitap. Konusunu belki hatırlamayacağım belki bir sene sonra, kötü hafızam bana böyle davranıyor ne yazık ki, ama biliyorum ki içimdeki bu garip duyguyu hatırlayacağım ve muhtemelen "güzel bir kitaptı mutlaka okumalısın" diyeceğim birilerine, konusunun ne olduğunu anlatamayacak olmama rağmen.

Bilgisayarları kapattım, müziği de açmadım, odamın sessizliğinde kitap okumak istedim. Pencere açıktı ve üst kattaki kızlardan birisi şarkı söylüyordu. Huysuz bir günümde olsam sinirlenip küfredebileceğim gibi bir sesle söylüyordu, kolaylıkla rahatsız olunabilecek bir dilde. Ve her ne kadar pencere açık olduğunda kapının altından esen rüzgarın sesini ve kapının titremesini engellesin diye aldığım mavi uzun boylu hayvancığım olsa da, sürekli onu düzeltmekle uğraşmadığım için, kapının altından da kata yeni gelen ve benim inat edip hala gidip tanışmadığım yeni kızın sesi geliyordu. Elena geçenlerde söylenmişti biraz, bu kız hep bişiyler söylüyo ciyak ciyak, diye ama benim odamda hep bir müzik veya bir ses olduğu için duymamıştım o zamanlar. Şimdi sessizliğin hakim olduğu ilk dakikalarda gerçekten de farkettim ki o kız da benim gibi çok seviyor şarkı söylemeyi sanırım ama tek farkla, ben bu kadar aralıksız söylemiyorum =) ve bu iki kızın sesini bastırıp romandaki karakterin sesini duymaya çalışırken, odama gelip gidenlerin sık sık takıldığı sesi duydum ben de sonunda. Duvar saatinin sesi. Yatarken, uyurken vs. beni hiç rahatsız etmez, şimdi de etmedi ama işin ilginci şu ki duymam da ben o saatin sesini. Şimdi duyuyorum, yaklaşık yarım saattir tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık ... ve rahatsız olmuyorum hiç de! Sanki huzurlu yapılan birşeymiş gibi zamanın geçmesini izleyebilirim şu an saatin karşısında durup öyle saniyenin tık tık tık tık tık ilereyişine bakarak....

Saat 4'e geliyor burda, orda 5'e. Sabahın 5,5'unda yattığını düşünsem bile bu saate kadar uyanmış olduğunu tahmin ediyorum, yumurtalı hamsileri de çoktaaaan mideye indirdiklerini :) yine de yanında olup onu uyandırmak isiyorum.. Ama sonra gözümün önüne uyurkenki hali geliyor, öpe öpe de olsa kıyamam sanki uyadırmaya diyorum, ancak geçer karşısına, nefes alış verişindeki huzurun tadına vara vara izlerim heralde. Mutlu başlayan sevgiliyi düşünme faslı hüzünleniyor tabii böyle olunca. Günler bi an önce geçse artık istiyorum, bi daha bakıyorum saate, daha hızlı ilerlesin diye dürtmek istercesine. Hiç sevmiyorum ben hayal kurmayı, çünkü sonunda elimde hayallerimle öyle kalakalıyorum. Sanki kendi kendinin refakatçisiymişsin, sen içerde ölmüşsün de doktorlar kalbini bir hastane poşetine koyup dışarda bekleyen refakatçinin, kendi kendinin eline tutuşturmuş gibi..elimde kalbim, poşet içinde hayallerimle kalakalıyorum ben genelde. Sevmiyorum hayal kurmayı. Hayalini kurduğum kaç şey gerçekleşti, ben kaç şeyin hayalini kurmaya cesaret edebildim, bilmiyorum.. hayalini kurmak istediklerimin sayısı 100 ise ve ben ancak bunların 30una cesaret edebilmişsem sanırım ancak 5-6'sı gerçekleşmiştir. E bu durumda normal mi benim hayal kurmamayı sevmemem? Normal olmasa kaç yazar :) Ben yine de onun uyku huzurunda yanında olmak istiyorum..


Aslında üşenmesem de yataktan çıkıp bi giyinsem, bişiyler yesem ve makinamı alıp dışarı çıksam fotoğraf çekmeye, çok güzel olur eminim. Her zamankinin aksine, sanki dün defalarca lapa lapa kar yağan yer burası değilmişcesine, çok güzel bir bahar havası var dışarıda şimdi. Tabii yarım saat sonra ne olur bilinmez :)

Şimdi ne yemek yapmak, ne giyinmek, ne dışarı çıkmak, ne fotoğraf çekmek, ne kitap okumak... sadece gözlerimi kapatmak, öylece durmak ve gözlerimi açtığımda ellerimi ellerinde bulmak istiyorum... İmkansızı istiyorum, biliyorum. Cadılar imkansız işler için değil midir zaten?

3 Şubat 2009 Salı

kırmızı burun


8,5 da uyanıp erkenden kütüphaneye gidip çalışmayı planlamıştım. Uyanma kısmı alarma bile gerek kalmadan kendiliğinden oldu ama hayallere dalıp yataktan çıkmayı unuttuğumu farkettiğimde 9,5 olmuştu. Bi de üstüne, alla allaa yaa, sabah sabah niye burnum akıyo ki benim durduk yere, diye düşünürken fark ettim ki, yine kanıyor. Geçen gün de kanadı, o zaman dedik ki odadaki ısıtıcı havayı kurutuyo heralde ondandır (heralde böyle mi yazılıyo herhalde yazınca bi garip geldi bilemedim bak şimdi, neyse). Ama dün gece de bu sabah da ısıtıcıyı çalıştırmadım ki... Sanırım haftaya çarşamba doktora gidicem..

9 Ocak 2009 Cuma

Issız adam'la ilgili söyleyeceklerim:

Özgür bırak, o bir hatunsa kesin geri gelir!

Gayet ortada Alper'in Ada'yı nasıl tavladığı. Niyetini belli etti Alper, Ada'nın kendisi için önemli olduğu gösterdi, ha Ada buna inanmakta zorlandı vs. o başka, sonra da özgür bıraktı. Aldığı kitabı verirken mesela, Ada kabul etmeyince, peki tamam diyip gidişi Ada'nin kendini özgür hissetmesine neden oldu, aklı sıra o hediyeyi kabul etme kararını kendisi verdi Ada ve öylelikle kabul etti. Alper gülümsedi ya o an, çünkü biliyordu böyle olacağını. Halbuki biz de biliyoruz; Ada o kitabı o an orda kabul etmese Alper başka bi yol bulmayacak mıydı sanki?

Ve diğer kilit nokta, her ne kadar daha sonra Ada bunu yiyişmek olarak adlandırsa da, Alper'in evindeki yemekten sonra, evin girişdeki sevişme faslı. Akıllı Ada sandı ki kendisi izin verdi o olanlara. Yok öyle bişiy halbuki. Alper özgür bırakınca Ada'nın geri geleceğini bildiği için bıraktı Ada'yı.. Alper'in bunu biliyor olmasının en mükemmel ispatı yüzündeki o hınzır gülümseme. Ada'nın yerinde ben de olsam aynısını yapardım, eminim biçok hatun da öyle... Bi hatunu tavlamaktan kolay ne var ki, istediğin şeyi söyle, hatun yok mok desin, sen ısrar et, hatun sinirlensin, sen yine ısrar et, hatun iyice sinirlensin, sen kararı hatuna bırakırmış gibi davran, hatun senin istediğin şeyi yapsın. Olay bu.

Issız adam'da dikkat edilecek başka bi halt göremedim ben... Hep aynı işte..yaşadık tüm o olanları; en az o kadar düşünmeden bıraktık kendimizi aşka; en az o kadar daldık hayallere; en az o kadar korktuk hayallerimizden; en az Ada kadar "yok canım bu adam beni sevmiyor" dediğimiz anlarda kucağımızda papatyalarla ağlarken buluverdik kendimizi ve sonra en az o kadar acıdı canımız; en az Alper kadar sapkınlıklarda aradık kaçışı; en az Ada kadar yuvarlandık merdivenlerden, terkedildiğimizde; ve en az Alper kadar korkup yüzüstü bıraktık canımızdan fazla sevdiklerimizi...


Ondan sonra da hep korkutuk ne zaman birisi olabildiğince savunmasız bıraksa kendini kollarımıza, "ya ben yine korkar da kaçarsam" diye, kendimizden korktuk...ve korktuk ne zaman kendimizi olabildiğince savunmasız bıraksak sevdiğimizin kollarına "ya benim gibi korkar kaçarsa" diye...

Hayat böyle işte... Hatalar yapacak kadar cesuruz da....asıl cesaret Alper'in Ada'yı terk ettiği noktada tüm korkularımıza rağmen inatla devam edecek kadar cesur olmakta..

4 Aralık 2008 Perşembe

Bir durak yürüdüm, çok üşüdüm

Uzun zamandan beri ilk defa hayallere dalıp ineceğim durağı kaçırdım. Genellikle dolmuşta ineceğim yeri geçtikten sonra farketmişliğim veya "müsait bir yerde inebilir miyim" yerine "Ahmet'lerde inebilir miyim" demişliğim vardı ama en son ne zaman otobüs durağını kaçırdım hatırlamıyorum. Hayalleri merak ediyorsunuz tabii =) Kimsenin tahmin ettiği bişiy çıkacağını zannetmiyorum, keza, bir şekilde uzaktan eğitim veren bir üniversitede okuma fırsatı bulsam acaba bilgisayar bilimlerini mi seçerdim yoksa psikoloji mi, yeniden lisans mı okurdum yoksa master mı yapardım, açıköğretimlilere af çıkmış acaba yeniden başvursam sınavlara girebilir miyim ve girsem şu uyuz muhasebe dersini bu defa geçebilir miyim diye düşünüyordum. İlk yüksek lisansı kazaya kurban gitmiş ve yeniden başlayıp bu defa aynı anda iki master birden yapan birisinin daha farklı hayalleri olması lazım sanırım =)

A bi de uzun bir aradan sonra dün gece yeniden şarkı söyledim, kayıt yaptım, çok mutlu oldum. Ama kesinlikle daha sık yapmalıyım çünkü kötüye gidiyor.

Bi de bi de...içimdeki tüm şeytanlara rağmen bugünkü tüm derslere girdiğim için kocaman bi aferim bana!

Song of the day: Vonda Shepard - Tell Him
(Sözlerine de bi bakın derim)
Color of the day: White
Adj.of the day: Cold
Smiley of the day: